Merhaba sevgili okurlarım, bu yazımda Hindistan’dan esintilere yer vermek istiyorum.“Renklerin kadını” olarak bilinen Hindistanlı yönetmen Mira Nair’in SALAAM BOMBAY! filmi üzerinden, Hint mitolojisi ve kültürüne dair izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım.
Hindistan M.Ö. 3000’lere uzanan eski ve kesintisiz bir uygarlığın beşiğidir. Herşeyden önce bir çelişkiler ülkesi olan Hindistan’da (günümüzde maalesef din üzerinden dile getirilen çeşitli olumsuz olaylar yaşansa da) “çeşitlilik içinde birliğin” yaşatıldığı yaşam felsefesi sayesinde, Animizm’den tek Tanrı inancına kadar her türden dinsel inanç siyah ile beyaz arasındaki zıtlık kadar net olan farklı felsefe ve yaşam tarzları bir arada bulunmaktadır. Bir yandan Shiva yogileri saçlarının bir tek telini bile koparmazlarken, diğer yandan Budhistler saç, sakal ve hatta kaşlarını dahi kesmektedirler. Yaşama müdahale edilmez ne doğumuna karışılır insanın ne de ölümüne.
Hint sanatının en temel yapı taşı olan “yaşama ve doğaya” saygı öğretisi, Hindistan’ın en eski ve önemli yazıları olan, aynı zamanda kutsal sayılabilecek, “Veda” lardan, Brahman felsefesini anlatan “Upanishad”lara, edebiyat tarihinin en eski yapıtlarından biri olan “Mahabharata” destanından, Kalidasa ve Tagore gibi büyük Hint şairlerinin eserlerinde yer almaktadır.
Hint kültürünün bu çelişkiler dünyasını ve bu dünyadaki bireyin yaşantısını Mira Nair, “SALAAM BOMBAY!” filminde “Krishna” karakterinin gözünden anlatmaktadır. Ağabeyinin bisikletini yaktığı için annesi tarafından Apollo1 Sirk’ine gönderilen Krishna, 500 rupi kazandığı taktirde tekrar evine dönebilecektir. Bir gün patronu onu tütün almaya gönderir ancak Krishna geri döndüğünde sirki yerinde bulamaz. Krishna bu parayı kazanmak için bir trenle Bombay’a gider. Hindistan’ın en büyük şehirlerinden biri olan Bombay’da Krishna, uyuşturucu satıcıları, hayat kadınları, fuhuş için zorlanan genç kızlar ve yaşamın diğer zorluklarıyla karşı karşıya kalır. İç içe girmiş dramatik yaşantıların dile getirildiği filmde umut ise asla tükenmez. Nair, “yeni umutların doğduğu” bir yer olarak imgelenen tren istasyonu metaforunu, Krishna ve yakın arkadaşı Chillum (Selim)’in evi olarak kurgulamıştır. Aslında tren istasyonu Krishina’nın köyüne dönebileceği tek yoldur fakat, ironik bir şekilde okuma yazması olmayan küçük çocuğun yuvası haline gelir.
Hikâyenin baş kahramanı Krishna (Hint geleneğine göre en yüksek tanrı mertebesindeki, siyah renkli ve birçok canavarı yenen kahramandır), para kazanmak için geldiği Bombay’da bir çay satıcısının yanında işe başlar. Bu başlangıç tıpkı Hint mitolojisindeki Krishna’nın kötü canavarlarla ettiği mücadeleyi andırır. Zira Krishna, hayatta kalma mücadelesi veren evsiz çocuklar ile bu çocukları istismar etmeye çalışan yeraltı güçlerinin mücadelesi içinde bulur kendisini. Bombay sokaklarında hayatta kalmayı uyuşturucu bağımlısı olan arkadaşı Chillum2’dan öğrenir. Arkadaşları tarafından “Chaipau” (Hizmetçi) olarak adlandırılan Krishna film boyunca yaşadığı tüm zorluklarla hiçbir yanlış yola sapmadan mücadele etmiş, fakat en sonunda kötülüklerin kaynağı olarak gördüğü Baba karakterini öldürmek zorunda kalmıştır.
Krishna’nın arkadaşı olan Chillum ise birçok kötü olaya karışmasına karşın özünde iyi bir insandır. Baba karakterinin hizmetinde turistlere uyuşturucu satarak geçimini sağlayan Chillum, işinden kovulur ve uyuşturucu bulamaz hale gelir. Bir zamanlar sokaklarda korkarak gezen Krishna’nın yardımına koşan Chillum’a, artık Krishna yardım etmeye başlar. Uyuşturucu bulamayan Chillum yoksunluk krizi geçirerek intihar etmek istese de yardımına koşan Krishna sayesinde tren raylarında ezilmekten son anda kurtulur fakat sonunda komaya girerek hayatını kaybeder. Filmin en can alıcı sahnesi ise burada ortaya çıkar. Dört sokak çocuğu omuzlarına aldıkları Chillum’un cenazesini dualar eşliğinde, Bombay sokaklarında gezdirir. Bombay’da ise hayat olduğu gibi devam etmektedir. Cenazenin sokaklarda gezdirilmesi de rutin hayatın bir parçası olmuştur. Filmde müzik, genellikle önemli sahneleri pekiştirmek amacıyla kullanılmıştır. Chillum’un cenazesinde klasik Hint çalgıları eşliğinde bir ağıt çalar. Aslında filmde genel olarak batı enstrumanlarının eşlik ettiği Hint müziği motifleri kullanılmış olsa da bu sahne, geleneksel çalgıların kullanımı ile dokunaklı bir hale getirilmiştir.
Filmin bir diğer önemli karakteri ise bir fahişenin kızı olan Manju’dur. Manju her ne kadar ailesinin yanında yaşasa da en az diğer sokak çocukları kadar sevgi ve şefkatten yoksun yetişir. Filmdeki “Baba” karakteri Manju’nun gerçek babası olsa da bir baba şefkatini asla kızına göstermez. Anne için kızı, hayatın kendisidir. Genel olarak annesiyle de çok fazla vakit geçiremeyen Manju’nun, annesinin birlikte eğlenerek vakit geçirdikleri tek sahne ise elektriklerin kesildiği andır. Küçük Manju annesine artık hiçbir arkadaşının kendisiyle oynamak istemediğini söyler. Annesi de gaz lambası ışığı altında Manju’ya gölge oyunu ile bir hikâye anlatır. Bu eğlenceli sahne ise elektriğin tekrar gelmesi ile bir anda bozulur. Medeniyet tekrar gelmiş ve eski bir geleneği bir gölge oyununu “gölgede bırakarak” anne ve kızını daldıkları tatlı rüyadan uyandırmıştır.
Aradığı sevgi ve şevkati kimsesiz çocukların yanında bulan Manju, Krishna ve diğer sokak çocukları ile birlikte bir düğünde çalışırlar. İşten çıktıklarında, gece vakti, sokaklarına dönerken polis tarafından yakalanırlar. Krishna hırsızlık yaptığı gerekçesiyle hapse atılırken Manju ise yetimhaneye atılır.
Krishna bir suçu olmadığını söyler. Hapishane de tanıştığı arkadaşı ise burada kimsenin suçunun olmadığını söyler. Onlar sadece “unutulmuş” kimselerdir...
Müzik, küçük Manju’nun yetimhanede ailesi ile buluşması esnasında tekrar başlar. Metinin dramatik etkisi müzik aracılığı bir kez daha arttırılmıştır. Bu sahnede Baba ilk defa kızının ilgisini çekmeye çalışsa da Manju artık konuşmaz ve içe dönük bir yaşam sürdürmeye başlar. Kızını eve götürmek için yetimhane yönetimine başvuran anne ise bir fahişe olması nedeniyle kızını geri alamaz, tüm umudunu ve yaşama sevincini yitirmiş halde Bombay’ın kalabalık sokaklarında yürümeye başlar.
Krishna hapishaneden kaçarak yaşadığı sokaklara geri döner. Duvar oyuğunda bulunan eşyasını almaya çalışırken karşısına tanımadığı başka bir çocuk çıkar. Bu çocuğun adı Chillum’dur. Yeni Chillum da Baba için uyuşturucu satıcılığı yapmaktadır. Sokaklardaki Chillum karakteri asla bitmeyecektir...
Krishna hapishanede giydiği mavi renkli gömleğini sarı renkli olanla değiştirerek hemen sevdiği kızın yani “tatlı onaltılık”ın yanına koşar, amacı birlikte kaçmaktır. Hint kültüründe, diğer birçok kültürde olduğu gibi, altın ve güneşin rengi olan sarı rengi zenginliği simgeler. Ne yazık ki Krishna’nın bu hamlesi sevgilisini etkilemesi için yeterli olmamıştır. Kız, Baba ile evlendiğini gösteren bir resim gösterir. Krishna için bu umutların yıkıldığı an olur. Müzik tekrar devreye girer.
Tüm karakterlerin umudu filmin sonunda yok olmuş gibi görünse de mücadeleyi asla bırakmayan Krishna, Baba’yı bıçaklar ve Manju’nun annesini bataklıktan kurtarıp, Bombay sokaklarında Ganesha3 Festival’inin kalabalığında kaybolurlar.
Filmin son sahnesinde Krishna, sahip olduğu tek şey olan topacı cebinden çıkararak ağlamaya başlar fakat bir süre sonra ağlamayı keser ve geleceğe bir bakış atar. Hint mitolojisindeki tanrı Krishna gibi sokak çocuğu Krishna, bitmeyen bir mücadelenin sembolü haline gelir.
Vicktoria Dönemi İngiliz toplumunun “işçi çocukları ve onların var olma savaş”larını anlatan Dicknes gibi Nair’de, öyle ya da böyle taşrada yoksulluk çeken çocukların, Bombay sokaklarındaki ezilişlerini ve karşılaştıkları olumsuzlukları resmederek çeşitli mesajlar vermiştir. Krishna ve Oliver Twist farklı zamanların, farklı kültürlerin ortak kahramanlarıdır.
Kalidasa’nın “Şakuntala” eserinde olduğu gibi, Nair’in SALAAM BOMBAY filminde, kötü karakterdeki “Baba”nın fahişe karısına olan “tutku dolu aşkı”nı, bir annenin geleceğinden (hem kendi geleceği hem de kızının geleceği) endişe ettiği küçük çocuğuna olan “bağlılığı”nı, hiçbir kötülüğü anlamayacak yaşta olan küçük Manju’nun “saflığı”nı, iki sokak çocuğunun birbirlerine olan “arkadaşlık bağlılığı”nı ve “merhameti” kısacası insani duyguların en incesini bulmak mümkündür.
Fatih AKMAN
14 Şubat 2020, Ankara
1 Apollo, Yunan mitolojisinde müziğin, sanatın, şiirin ve güneşin tanrısıdır. Hint mitolojisinde flüt çalan Krishna Nair’in filminde, Apollo Sirki’nde ya da metaforik bir bakış açısıyla “Apollo tapınağında” sanatını icra eden bir Hint tanrısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada Nair, iki zıt dünyanın ortak özellikteki tanrılarını bir araya getirerek “doğu-batı” arasında bir ilişki kurmaktadır.
2 Chillum, Hindistan’da kullanılan bir tür “pipo”dur. Nair, eroin bağımlısı olan karakterine Chillum ismini vererek, karakteri ismi ile özdeşleştirmiştir.
3 Ganesha, Hint mitolojisinde başlangıçların tanrısı olarak kabul edilir ve insanların önündeki her türlü engeli kaldıracağına inanılır. Nair, filmin bu sahnesinde umutları yok olan iki karakterin yeni bir başlangıç ile tekrar yaşama tutunabilmeleri için Ganesha’nın huzurunda kaybolmalarını sağlamıştır.