Mehmet Zaman Saçlıoğlu, sanatta en önemli niteliklerden olan özgünlüğü yaratmış, okura içtenliğini duyurmuş, duyumsatmış bir usta yazarımızdır. Yetkinliğinin diğer öğelerinin yanı sıra kurgudaki benzersizliği ve inandırma gücü özellikle belirtilmelidir. Bu yetenekler toplamına anlaksal üstünlük demek de olanaklı. Çünkü kurgusal özgünlük anlaksal gelişmişlikle sağlanabilir. Örneğin “İki ve Keçi” adlı yapıtında bir kaza olayı anlatılırken apayrı, çekici, düşünsel sorularla yoğunlaşan bir diğer boyuta geçilir.
Saçlıoğlu’nun öykülerinde Türk ve dünya yazınıyla örgensel bir bağ, ilişki içinde olmanın derinliği vardır. Kimi ustalarla yazın düşüncesi bağlamında akrabalık izleklerini benimsediğini duyumsatır. (Örneğin Melih Cevdet Anday’la anlamlı bir tinsel uyum içindedir). Söylenbilimsel (mitolojik) izlekleri değerlendirmeyi, bu olanaktan yazınsal yönde yararlanmayı birçok yazar dener ama çok azı başarı sağlar. Söylenbilim çok zorlu bir alandır. Yazında işlemek ise çok dengeli, ölçülü, bilinçli bir çabayı gerektirir. Saçlıoğlu söylenbilim ile yazın ilişkisini de öykülerinde ustaca kuran bir yazardır. Bir başka boyutuyla felsefesel nitelik de taşır Saçlıoğlu öyküsü. Bu yanı üzerinde, giderek sinemadan esinlenen yanı üzerine Eleştirmen M. Sadık Aslankara da özenle durur. Şöyle yazar Aslankara:
“Sonuçta tümü de zekice kotarılmış, her okunuşta, okurunu hazlarla, tatlarla saracak öyküler bunlar… Saçlıoğlu, bütün öykülerinde, yaşamdan yola çıkarak, yani nesnelerden hareketle yapıyor soyutlamasını; önce kurguyu temele alıp bu doğrultuda yapay gereçler üretmeye, aramaya çabalamıyor hiçbir zaman. Yaşanmamışı katmıyor değil, ama yaşanabilirliği olmayanı öyküsüne buyur etmiyor kesinlikle. Soyutlayımdaki bu düzeyi onun, genç öykücüler için ders alınacak bir örnekleme olarak duruyor, benden söylemesi.”(Aslankara, Zamandan Zamana Öyküler, Cumhuriyet Kitap, 2012, Bkz. saclioglu.com).
Öykülerdeki olağanüstü soyutlama yetkinliği okura yoğun bir arınma, yalınlaşma, gerekli, temel, başat olanla yetinme duygusu olarak yansıyor. Çok doğal öyküler aynı zamanda. Hiçbir zorlamaya rastlanamaz. Doğallıkla anlaksal üstünlüğü birleştirme ancak bu değin yapıtlaşabilir. Emin Özdemir de Saçlıoğlu’nun kurgu yetkinliği, yenilik arayışı için şunları yazar:
“Terimsel bağlamda Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun öyküleri, ne olay öyküsü, ne de durum ve kesit. Öykülere özgünlük kazandıran yönlerden biri de bu. Bilinen ya da alışılagelen öykü öğelerini kendince, yeni arayışlar içinde kullanmayı deniyor Mehmet Zaman Saçlıoğlu. Sözgelimi, benöyküsel bir bakış açısıyla başlayan bir öykü, az sonra elöyküsel bir bakış açısına dönüşüyor. Bunun yanı sıra yer, zaman, kişi açısından da öykünün kurgusu içinde kimi yeniliklerin ardına düşüyor. “Bir Kadın, Bir Erkek”, Pencere Önümün Yolcusu”… Öykülerinde olduğu gibi.” (Özdemir, Yaz Evi İçin Kısa Bir Değerlendirme, Cumhuriyet Kitap, S. 253)
“General Uçtu”
Mehmet Zaman Saçlıoğlu yeni yapıtı “General Uçtu” adlı romanında yine yürekli bir çabaya girişmiş, ustaca somutlaştırmış (General Uçtu, İş Bankası Yayınları, 2014). 12 Eylül 1980 faşist darbesi Türk halkına cumhuriyet tarihinin en kanlı, kıyım dolu dönemini, dile gelmez acılarını yaşattı. Amaç, halkın ivmesi artan eşitlik, özgürlük, bağımsızlık bilincinin, örgütlülüğünün, anamalcı düzen, yayılmacı güçler yararına önünü kesmekti. Etkileri günümüzde bile sürüyor, belli ki geleceğe de yansıyacak. Böylesi ağır bir kötülükle, belayla karşı karşıyayız. Ne ki Türk yazınının, bu izlekte yayımlanan az sayıdaki yapıta karşın (diğer alanlarla benzer biçimde) 12 Eylül 1980 darbesini sorgulayabildiği söylenemez. General Uçtu, bu sorguyu en üst düzeyde başaran bir roman. (Bunun yapılması, bu romanın yazılması gerekiyordu, yazıldı).
Harun Bey ve eşi Türkiye’nin dört bir yanında, yıllarda çalışmış köy enstitülü iki öğretmendir. Harun Beyin emeklilik öncesi son görev yeri İstanbul’da yaşarlarken, çocukları da hemen hemen gençlik çağlarındadırlar. Ne ki tam da o günlerde 12 Eylül 1980 darbesi yapılır. Hemen darbeyi izleyen günler tam anlamıyla karabasandır. Afişlemek, yazı yazmaktan, gösterilere katılmaktan başka eylemleri olmayan sol eğilimli iki kardeşten (biraz da çıkarcı eğilimleriyle belirginleşen ve ileride polisle anlaştığı söylentisi yayılacak olan) Cengiz yurtdışına kaçmayı başarırken, devrimciliğinden bir an bile ödün vermeyen, yürekli, kararlı Murat ağır işkencelerden sonra, düzmece bir yargılamayla idam edilir. Kardeşlerin en büyüğü olan, hepsinin ablası Yüksel’in nişanlısı bir ad benzerliği yüzünden caddede gözaltına alınır, işkenceyle öldürülür. İzmir’de üniversitede tiyatro okuyan kardeş de işkenceden geçirilir. Onyıllar sonra yerleştikleri Marmaris’te, eczacı eşi Tomris’le eczane çalıştırırlar. (Oğul Deniz geleceğin muştusu gibidir). Ne ki çevrelerinde yine oyuncu dostları vardır.
Birkaç yıl önce eşini de yitirmiş olan, yürek sayrısı Harun Bey kızı Yüksel’le birlikte Marmaris’te, oğlunun, gelininin, torununun yanındadır. Marmaris’te bir amacı daha vardır. Ülkeye, ailesine, daha milyonlarca yurttaşa onulmaz acılar yaşatan Generali öldürmek. İlk denemesinde tam da o anda yürek bunalımıyla kötüleştiği, hekim gözetimine kaldırıldığı için başarısız olur. İkincisi ise tümüyle istenci dışında gelişir; amacını anlayan birkaç kişiden biri olan oyuncu oğlun ve arkadaşlarının Harun Beyin kendini iyi duyumsamasını sağlamak amacıyla düzenledikleri bir oyun rastlantıyla gerçeğe dönüşür; içlerinde, ülkeye dönüşünün ardından bir dönek, liboş, anamalcıların desteklediği ikinci cumhuriyetçi bir tanınmış “aydınımsı”, TV gezgini durumunda olan Cengiz’in de bulunduğu öbekçe gerçek General kaçırılır. Bir kır evinde sorgu başlar.
Özellikle bu bölüm oyun sanatına çok elverişli, etkili. (Etkili olmayan bölümü var mı ki. Harun Beyin, çağrılması üzerine gittiği Mamak cezaevinde oğlu Murat’ın idam kararını öğrenişi, üzerinde, yüzünde işkence izleriyle gördüğü Murat’a sımsıkı sarılışı, Murat’ın kararlılığı, babasını sakinleştirme çabası, cezaevi kapısında, sanki onu anlamış gibi yanından ayrılmayan bir köpekle sabaha değin bekleyişi, gün ışırken oğlunun ölüsünü alışı…). Bunlar kurgu mu ki. Tümü yaşandı, acı, kuşaklar boyu aktarıldı.
Ne ki Türkiye’de bu kalıtın aktarıldığı kesim büyük iyi niyetiyle, nesnelliğiyle, derinliğiyle gerçeklerin anlaşılacağını umuyor. Yazar da öyle. Çünkü yazarlığın umutsuzluk yaymak olmadığını biliyor. Yapılan bir söyleşiyi: “Bir gün mutlaka” diye bitiriyor Saçlıoğlu. Anılan romanında da Generalin daha yakın zamandaki sözlerinin yansımasıyla, hâlâ doğru yaptığına inandığı, aynı kibir ve buyurganlık içinde davranmaya çalıştığı haklı olarak vurgulanıyor. Halkın bilgisiz bırakılmış bir bölümünün de aynı kanıda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Asıl kötüsü de bu. (Oysa General ile yanındakilerin sıkıyönetim yetkisini aldıklarından sonra bile, yetkilerini kullanmak yerine binlerce kişinin daha öldürülmesini bekledikleri; bununla da kalmayıp bazı kıyımların düzenleyicisi oldukları kanıtlanmış geröekler).
“General Uçtu” aynı zamanda evrensel nitelikte bir roman. Büyük insanlığın erdemli sözünü, yeryüzünün diğer generallerini de yargılama istencini, duyunçunu tüm gücüyle barındırıyor.
Günay Güner // İnceyazın