Acılar, çekilen zulüm yildönümlerine sığacak kadar hiçbir zaman dinmez. Yaşam sürer bir biçimde ama o hep bilincinizin, belleğinizin kıyısında inceden kanar, sızım sızım sızlar.
2 Temmuz 1993. Sivas Madımak Oteli. Pir Sultan Abdal’ı anacak, edebiyat, ekin konuşacak, dinleyecek insanlar. Bundan doğal ne olabilir? Aziz Nesin Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetlerini çeviriyor. Bu tür ayetlerin de bulunduğunu, işin uzmanı dışındakiler de öğreniyor bu nedenle. Dinci kesimde bir öfke, bir nefret höykürüşü bu kitap üzerinden. Başı sonu bir kitap ama bugün İsrail’le güç baş eden İran Salman Rüşdi için ölüm fermanı duyurmuş. İşe bakın. “Anadolu” dinci eli kanlıları İran’la aynı cephede, aydınlanmacılara kin kusuyor. Oranları hiçbir zaman artmadı ama kullanışlılar! 2 Temmuz 1993’ten en az bir ay önce hazırlıklar başlamış. Yerel gazate ilanları da kan kusuyor, kan kokuyor, kül, is kokuyor. Sivas gibi yerde ABD bayrağı hazır... Aziz Nesin simgesel hedef, bahane.
Bir ülkede, on yıllar boyunca bilgisiz bırakmakla, özellkle beyin yıkayan eğitimle malzeme hazırlanmamışsa, CIA, mossad, mı5, mı6... istediği kadar operasyon planlasın sökmez, sonuca ulaşmaz. Öncelikle o ülkenin hükümeti halkını korumalıdır. Taşeronluk yapmamalıdır.

Biri de Hollandalı genç öğrenci kız olmak üzere otuz üç insanımızı yaktılar, dumanla boğdular... Bir anda USA bayrağı ortaya çıkarılıp yakıldı. “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak,” “Kahrolsun laiklik,” “Aziz Nesin’e ölüm...” Sloganlar böyleydi. Otel alev alev yanar, yakan bağırır: Cehennem ateşi...
Türk ekiniydi saldırılan, öldürülmesi amaçlanan. Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Asaf Koçak, dans sanatçıları, araştırmacılar, bize emanet Carina Cuanna...Nice aydınlık insan.
Ve dostları yitirmenin onulmaz acısıyla az zaman sonra sonsuza göçenler. Biliyorum... Ömürleri uzun olmadı. Adeta ekinimizi biçtiler. Yaşayanlarsa öylesine... Hep eksik.
Biçilmek, yakılmak istenen Kubilay’dı, köy enstitüleriydi, pırıl pırıl öğretmenlerdi, Doğu-Batı dünya klasik kitaplarıydı, senfonik müziğimiz, operamız, balemizdi, kadın-çocuk haklarımızdı, sinemamızdı, tiyatromuzdu, Atatürk Devrimiydi, Cumhuriyetti.
Madımaklar çoktur ne yazık. 31 Mart 1325, Denizlerin asılmaları, Kızıldere Kıyımı, Maraş Kıyımı, Çorum Kıyımı, Ankara Bahçelievler Kıyımı, Erzincan Kıyımı, Taksim Kıyımı, Piyangotepe Kıyımı, Balgat Kıyımı, 12 Eylül 1980 idamları, işkenceleri...birer Madımaktır.
Özellikle Aleviler İstanbul’a, İstanbul Gazi’ye göç ettiler. Bu kez Gazi Kıyımı!
Gerçekten insan sıralarkdn ürküyor, ürperiyor. Bir ülkede yaşamak bu denli ağır mı olmalı.
Geçen on yıllar bağnazlığı biraz olsun zayıflatsa... Ne gezer. Hiç de dinsel yanı bulunmayan karikatür için gecenin bir yarısı güruh toplanabiliyor. Aynı yakalım höykürüşleri. Hükümetin canına minnet. Karikatür, gülmece dergisi Leman!.. Bir sözüm de onlara var: Oğlum, kızım siz salak mısınız? Bu düşünçizi synı zamanda çok başarısız. Başarılı düşünçizi “Efendim bu yaşlı falan mı, diğer yaşlı filan mı...” diye düşündürtmez. Geçelm.
“Kemalistlere ölüm” ha! Ağababalarınız öldüremedi. Beş numara sıkar. Yanarım ki muhalefet diye beceriksizlerin eline kaldık. Mustafa Kemal hiçbir kongresinde, yolculuğunda, devriminin şiddetinde tek yoldaşını yitirmedi, yalnız bırakmadı, terk etmedi. Tersine, yoldaşları çelme takmaya çabaladı, Erzurum Kongresinden başlayarak. Bugüne gelrsek, durumunuz çok kırılgan ve -mış gibi yapanlarla kazanılabilecek bir başarı yoktur.
Evet, o günü hiç unutmam. Dikmen’den Karşıyaka’ya götürdük yanan yüreğimizi. Bu acıya aykırı davranan affedilmez. Bunun istinafı, uzlaşması, yüksek mahkemesi yoktur. Tarih ve insanlık vicdanı kayıt tutuyor.
Günay Güner
4 Temmuz 2025, Ankara



























