Sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim. Günümüzde sürdürülen çağdışı siyasetin tüm amacı, “cumhuriyetin aydınlanma kültürünü” ortadan kaldırmaktır.
Bunu da dayanaksız iki savla yürütüyorlar. Birincisi; bu kültürün bizim olmayan bir kültür, sanki başka bir gezegenden alınmış, öykünme, taklit bir kültür olduğu savıyla, diğeri; muhafazakârlık, dincilik, gelenek, görenek siyasetiyle, kısaca oy avcılığına dayalı “gericilik siyasetiyle” yürütüyorlar.
Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde yaşananlar bunun dramatik son örneğidir. Seçilecek yeni cumhurbaşkanının; cumhuriyet kültürüne ve değerlerine sahip çağdaş, laik, ilerici, yurtsever v.b. kişilikte değil de, gerici olmasına karar veriliyor.
Siz, tarihte, gericiliği kutsayan bir siyasetle ilerleyen yükselen bir ülke gördünüz mü?
Gelinen noktaya bakar mısınız? Koroya, cumhuriyetin aydınlanma kültürünün mirasını taşıma göreviyle yükümlü olanlar da katıldılar.
Sürdürülen siyaseti irdelemek için, öncelikle cumhuriyetin kuruluş felsefesini ortaya koymak gerekiyor.
Onu da, kurucunun 9 Mart 1935’te partinin dördüncü kurultayının açılışındaki konuşmasından bir tümce ile verelim. Çerçeveyi şöyle çiziyor Mustafa Kemal Atatürk:
“Geçen kurultaydan bugüne başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim; müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir. Türk Ulusu ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslar arasında tanınır.”
Cumhuriyet; tarih, din, dil, yazı, bilim, sanat, teknikte ve toplumsal yaşamda bizi çağa taşıyan olağanüstü bir “kültür devrimi” gerçekleştirdi. Altını çizelim, cumhuriyetin kurucusu, gerçekleştirilen kültür devrimini cumhuriyetin “varlık nedeni” olarak görüyor.
Cumhuriyet bu anlayışla 1923’ten başlayarak yoğun bir kurumlaşmaya sahne oldu. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Musiki Muallim Mektebi, Üniversite, Konservatuvar, Devlet Tiyatroları, Devlet Operası, Devlet Balesi, Senfoni Orkestrası, Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi kültür, sanat ve bilim alanındaki kurumlaşma atılımı, cumhuriyetin bu kültür temeli üzerinde yükseldiğinin en belirgin örnekleridir.
Hemen belirtelim, cumhuriyet yıkıcılarının savladıkları gibi bu kültür öykünme bir kültür, bir taklit kültür değil, tam tersine öz’ü arayan, öz’den yola çıkarak çağdaşlaşmayı öngören bir anlayıştır.
Çünkü bizim kültürümüz farklıdır, çok boyutludur, katmanlıdır. Uzun bir tarihi yürüyüşümüz vardır. Bu yürüyüş aşamalarında giderek kültürümüzün öz’ü kaybolmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşuyla kültür yaşantımız yeniden düzenlenip kurumlaştırılırken, çıkış noktası, bu tarihsel gerçekler nedeniyle sürekli olarak kültürümüzün kaybolan özünü arayış, öze dönüş ve “öz korunarak çağdaşlaşma” arayışı ve anlayışı olmuştur.
Cumhuriyet; Arap Alfabesi yerine Yeni Türk Alfabesini alırken, Türk Dilini Arap ve Fars dillerinin etkisinden kurtararak Arı Türk Diline yönelirken ve Türk Tarihi üzerindeki çalışmaları ile sürekli olarak yitirilen “öz”ü aramıştır.
Din inanç üzerindeki çalışmalarda da aynı siyaseti görüyoruz. Atatürk; Kuran’ın Türkçe çevirisini, İzmirli İlahiyatçı İsmail Hakkı’ya yaptırdı. Elmalılı Muhammed Hamdi Efendinin 9 ciltlik Kuranın Tercüme ve Tefsirini 1936’da yayımlattı. Türkçe hutbe geleneği başlatıldı. Amaç aynıdır. Dini, kaynağından öğrenmek, dinci güçlerin elinden kurtarmak, hurafelerden, Arap – Acem kültüründen arındırmak, yurttaş ile Tanrı arasındaki “aracıyı “ kaldırmaktır. (bugünü düşününce ne denli doğru siyaset) Amaç yine kaynağa, öz’e dönme anlayışıdır.
Sanat alanında da aynı siyaseti görüyoruz. Öz’e dönmek, saray ve Osmanlılık yerine Anadolu’ya, halka yönelmek. 1934’te TBMM’nin açılış oturumunda yaptığı konuşma bu anlayışın en belirgin örneğidir. Özetle şöyle diyordu Atatürk;
“Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları günün son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde Türk Ulusal Musikisi gelişebilir ve evrensel musikide yerini alabilir.”
Gelenek, görenek, muhafazakârlık, dincilik söylemi ve siyasetiyle Türkiye’ye yobazlığı dayatan ve cumhuriyet kültürünü ortadan kaldırmayı amaçlayan siyaseti de bir tümceyle irdeleyelim:
Geçmişimizin kültür değerleri bizimdir, onları korumak gerekir. Ancak geçmişe dair kültür değerlerini öne çıkararak toplumu geçmişe tutsak etmek, geçmişe özlem duyan bir toplum yaratmak o denli yanlıştır. Bu tür siyasetle yükselen ve çağı yakalayabilen hiçbir toplum görülmemiştir. Olması gereken, bilgi toplumunu da dikkate alan daha üst düzeyde geleceğin kültür siyasetini oluşturmaktır.
Siz hiç kültürden, sanattan söz eden bir siyasetçi, cumhurbaşkanı adayı gördünüz mü? Yaşananlar, cumhuriyetin üzerinde yükseldiği kültürün ve sanatın bilinçle yok edildiği bir süreçtir. Önüne geçilmezse “hoş geldin ortaçağ kültürü” diyeceğiz.