Antalya Piyano Festivali’nde yaşananlar, piyanist - besteci Fazıl Say’ı yeniden gündeme taşıdı.
Kimdir Fazıl Say, ne yapmak istiyor, Fazıl neyi anlatmaya çalışıyor?
Hemen başta belirtelim. Fazıl Say, uluslararası sanat müziği alanında son yıllarda Türkiye’nin sahip olabildiği en önemli sanatçıdır. Fazıl’ın değeri, ün kazandığı uluslararası piyanistliğiyle de sınırlı değildir. Onu daha değerli kılan besteciliğidir. Kalıcı yönü de bu verimi olacaktır.
Say’ın başarılarını burada uzun uzadıya saymak gereksiz. Fazıl bunu besteleriyle, uluslararası yarışmalarda aldığı ödüllerle, dünyanın önde gelen ülkelerin yıldız orkestralarıyla verdiği konserlerle, adına düzenlenen festivallerle, aldığı olağanüstü kritiklerle çoktan kanıtladı.
Fazıl Say’ın sanatsal yükselişine yakından tanık olanlardanım. Fazıl Say ilk önemli konserini CSO’nun “genç kuşak solistleri” konser serisinde 21 Mayıs 1992’de vermişti. Orkestranın sanatçısı ve müdürüydüm. İkinci konseriyse, New York’ta kazandığı “Genç Konser Sanatçıları Yarışması” birinciliğinden sonra Ankara’da CSO’yla verdiği konserdir.
Belirtmeliyim, olağanüstü yankı yaratan bu konser sonrasında, Fazıl Kültür Bakanlığı’nın “solist sanatçılık” önerisini de geri çevirdi. Devletin maaşlı memuru konumunda, sosyal güvenceli, rahatlıkla seyahat edebileceği yeşil-kırmızı pasaporta sahip bir sanatçısı olmayı değil zoru, emeğiyle yaşamını sürdüren, mavi pasaportlu, bağımsız bir sanatçı olmayı yeğledi.
Demek istediğim, Fazıl, birçokları gibi Dışişleri Bakanlığı diplomatlarının girişimleriyle, hatır gönül ilişkileriyle, görev yaptıkları kurumlardaki yetki ve olanaklarla “al gülüm ver gülüm” ilişkisiyle sanat icra eden değil, uluslararası düzeyi ve yeteneğiyle var olan sanatçımızdır.
2001 yılında düzenlediğimiz “Türk Bestecilerinin Eser Üretimlerini Teşvik Projesi”nin ilkinde 15 bestecimize eser siparişi yaparken, başvurduğum müzikçilerimizden biri de genç Fazıl Say’dı. Fazıl, “Nazım Oratoryosu”nu yazıp teslim eden ilk bestecimiz oldu. “Nazım” bestecilikte Fazıl’ın ilk büyük verimidir, diğer eserleri “Nazım”dan sonra art arda geldiler. 10 yılda ses dağarımıza onlarca eser kattı. İçinde olanlar bilirler, kolay mı bu verim?
Altını çizelim, Fazıl Say’ın bestecilikte de ayakları bizim toprağımızda, Anadolu toprağındadır. Özetle Fazıl’ın ruhu beyni Türkiye’dir.
Daha ne istenir ki? Hangi uygar ülke böyle bir sanatçıya sahip olmak istemez. Onu el üstünde tutmak gerekmez mi?
Fazıl Say’a bu olağanüstü verimi sağlayan özelliği nedir derseniz, ben, tek bir cümleyle “onun derin duygu dünyası” derim. Zaten bu yoksa sanatçı da, müzikçi de olunamaz. Tuşe cambazlarıyla gerçek piyanistlerin, trafik polisleriyle orkestra şeflerinin farkı bu niteliğe sahip olup olmamaktan geçer. Bunu besleyen ise derin kültür birikimidir.
Böyle olunca da Fazıl’ın duygu dünyasının dışa taşan söylemini, ülke siyasetinin geriye gidişi üzerinde birçoklarını çok kızdıran isyanını anlamamız gerekiyor. Bu dönemde Fazıl’a yapılan haksızlıkları, sanatsal icrasına getirilen engelleri, Hayyam’ın şiiri üzerine çarptırıldığı cezayı eklerseniz onu haklı da görebiliriz. Şimdi ise fırsat bilerek, onun Kadir Dursun’la birlikte büyük emekle yaratıp büyüttüğü kendi festivalini elinden alıyoruz.
Söz aramızda, Fazıl’ın dışa vuran bu taşkınlığı Türkiye’ye yobazlığı dayatan bu kör siyasete ve karanlık gidişe karşı halkı uyarma görevini de yerine getiriyor.
Yalnız Fazıl mı bunu yapıyor? Beethoven 3. Senfonisi Eroica’yı, Sibelius Finlandiya’yı; Chopin Mazurka ve Polonezleri, Şostakoviç Leningrad Senfonisini ve diğerlerini hangi duyguyla yazdılar. Mozart, özgür ruhu nedeniyle Salzburg Sarayı’ndan piskoposun tekmeleriyle kovulmadı mı? Yaşayanlar bilirler, olan biten her zaman aynıdır.
İşin öteki boyutuna da bakalım. Sanat gibi çok özel bir alanda bile medyada lobiler oluşturulmuştur. Böyle olunca da gerçekler bir tarafa itilmiş, “Yalan Dünyalar”, “Sahte Kahramanlar” yaratılmıştır. Gazino sunucuları ve şarkıcıları ile arabeskçiler başta gelen sanatçı yapılmıştır. Medyadaki yazılar “Dünya çapında”, “Uluslararası sanatçı” gibi sihirli sözcüklerle başlar. Sormak gerekir, kime sordunuz, hangi birikimle, hangi yetkeyle?
Bakar mısınız? Önümüze karabasan gibi konan TÜSAK düzenlemesini AKP’yle kol kola yaratanlar ve bu duruma getirenler bile, topluma büyük sanatçı ve kahraman olarak sunuluyorlar. Utanç vericidir. Sanatın objektif, düzgün medyaya gereksinimi var. Biz değerli basınımıza, orkestra şefi Gothold Efraim Lessing’in bir tümcesi ile seslenelim:
“Dinleyicinin alkışı, bir orkestranın şef hakkında yargıya varması için ölçü değildir. Bir şefin ne güçte olduğunu orkestra üyeleri çok defa, şef henüz değneğini kaldırmadan önce anlar. Şefin kürsüye gelişi, orkestra önünde duruşu, eseri başlatması, bir orkestra sanatçısının ilk sesten önce orkestranın bu şeften neler bekleyebileceğini açıklar. ”
Gelin, Lessing’e kulak verip yarattığınız kahramanlarınızı bir de orkestralarımıza soralım.
Ortam böyle oluşunca son günlerde medyaya yansıyan sanatçı görüntülerine şaşırmamak gerekiyor. Bu tür dönemlerde insan pazarları kurulur. Fırsattan yararlanmak isteyenler kendilerini pazar tezgâhlarına koyarlar. Özetle güce, ışığa yönelirler. Unutulmamalı ki sonunda ışığın cazibesine kapılarak yapışıp yanarlar.
Ben yine de Fazıl Say’a derim ki, polemiklere girme! Artık birbirinden farksız, anlamını çoktan yitiren günlük partisel iç siyasete dalma. Zaten yapıyorsun, eserlerinle konserlerinle yanıt ver. Yerinde olsaydım, piyano festivali’nden ayrılmayı değil, olacaksa kovulmayı beklerdim.