1965 yılında Yale Üniversitesinde Romantik Müzik Tarihi dersini alırken hocamız Robert Bailey sınıfta Mendelssohn’un Fingal Mağarası uvertürünü Otto Klemper’in Philharmonia Orkestrası ile yaptığı kaydından dinlettiğinde, bu eserin çarpıcı melodisi günlerce aklımdan çıkmamıştı. Bir gün İskoçya’ya gidip Hebrid takım adalarından Staffa’da bulunan o mağarayı ziyaret etmeye kendi kendime söz vermiştim.
İste o gün ancak kırk yıl kadar sonra geldi. İskoç Piyano Yarışması nedeniyle Glasgow’da olduğumuz günlerde bir hafta sonu yola çıktık. İdil’in o günlerin hikayesini kaleme aldığı elyazısı notunu geçenlerde tasnif edilmekte olan arşivinde buldum.
Daktilo ettikten sonra aşağıda paylaşıyorum:
2007 yılı Eylül ayında konser, ustalık sınıfı ve İskoç Piyano Yarışması jüri üyeliği gibi değişik uğraşılar için Glasgow kentinde bulunuyordum. Glasgow ilk bakışta çok çekici bir şehir gibi görünmese de Kraliçe Viktoria devrinin mimarisinin güzel örneklerini, 20. Asrın ilk başlarındaki ‘Glasgow Stilini’ geliştiren Charles Rennie Macintosh’un yapıtlarını keşfettikçe bu kente giderek ısınılır. Macintosh ‘Art Nouveau’ akımının Britanya’da en önde gelen temsilcisidir. Sade bir güzellik taşıyan çizgileri çok caziptir. Uzun bir yürüyüşten sonra, ünlü Willow Tea Room’da Macintosh’un çiziminden çıkan estetik ve zarif eşyaları ve yemek servislerini kullanarak çay içmek insana apayrı bir zevk verir.
Çoktandır görmek istediğimiz Staffa adasına gitmek üzere Glasgow’dan Oban’a doğru trenle yola çıktık. Yolculuk üç saat sürdü. İskoçya’nın batı yakası, tıpkı İrlanda’nın doğu sahillerinde olduğu gibi, eşsiz bir doğa harikası. Tren hattı nefes kesici güzellikteki manzaraları adeta sıralıyor. Bunları Harry Potter serisinin ilk filminde de görmek mümkün. Oban’ın at nalı şeklini hatırlatan koyu çok güzel. Sık işleyen gemiler, araba vapurları buranın kuzey adaları arası trafiğinde önemli bir liman kenti olduğunu vurguluyor. Ertesi sabah araba vapuru ile Hebrid takımadalarının bizim için ilk durağı olan Mull adasına doğru hareket ettik. Bu ada yemyeşil, bakımlı, sevimli bir yer. Ne yazık ki en büyük kenti olan Tobermory’e gitmeye vaktimiz olmadı. Tobermory adı İngiliz yazar Saki’nin kısa bir öyküsünden dolayı ün kazanmıştır.
Tobermory, konuşmayı öğrenmiş olan açık sözlü sarı/turuncu bir tekir kedinin ismidir hikayede. Tesadüfen, Mull’a geldiğimiz gün aldığımız bir yerel gazetenin ilk sahifesinde turuncu bir tekir’in Tobermory viski fabrikalarının önünde çekilmiş kocaman bir resmine rastladık; yazıda şehrin simgesi haline gelmiş olan kedinin turistlerin aşırı ilgisinden tedirgin olduğu belirtiliyordu.
Staffa ıssız bir ada. 60 milyon yıl öncesi bu bölgedeki yanardağların en faal olduğu devirmiş. Zamanla lavlar güneye Atlantik okyanusuna doğru akıp gitmiş. Ancak Staffa ve kuzey denizindeki bazı adacıklarda lav taşlaşarak çok çarpıcı bir görüntü sunan volkanik karakterini korumuş. Staffa adasına Mull adasının bir saatlik otobüs yolculuğu sonrası ulaştığımız batı ucundan ufak bir tekne ile gidiliyor. Ancak, adaya çıkmak tamamen hava şartlarına bağlı. Çok kez rüzgâr ve dalgalardan adaya yaklaşmak bile mümkün olmuyor. Gittiğimizde Eylül ayı olduğundan hava çok sertti. Bata çıka adaya doğru yol aldık. Herhalde adayı o gün ancak uzaktan seyredebileceğimizi düsünüyordum…Staffa’nın uzaktan görünüşü çok çarpıcı ve etkileyici idi. Denizden yükselen devasa basalt sütunlar deha geniş, kıvırcık bir platformda sona eriyordu.
Adaya tam yaklaşmaya çalışırken hava birden değişti, yağmur ve rüzgâr durdu, deniz dümdüz oldu. Hatta soluk bir güneş de kendini gösterdi. Böylelikle kayaların arasındaki dar alandan geçip sahile yanaşarak adaya çıkabildik.
Dar bir patikada biraz yürüdükten sonra Fingal mağarasına girdik.
1800 lerden itibaren Walter Scott, Keats, Wordsworth, Tennyson, Jules Verne, Stevenson gibi yazarlar, büyük ressam J.M.W. Turner, tüm romantik ruhlu seyyahlar ve Kraliçe Viktoria Staffa’yı güç şartlar altında ziyaret etmekten çekinmemişlerdi.
Turner'İin Staffa resmi
Adadaki en ürkütücü yer şüphesiz Fingal mağarası. Felix Mendelssohn 1829’da bu bölgeye yaptığı gezide Staffa’ya da uğruyor. Hava şartlarının özellikle kötü olmasından besteciyi deniz tutuyor. Buna rağmen Fingal mağarasının içindeki muazzam kapkara sütunlar, denizden gelen uğultunun burada yarattığı dehşet verici akis Mendelssohn’u o kadar etkiliyor ki, seyahat dönüşünde meshur Hebridler ‘Fingal Mağarası’ uvertürünü besteliyor. Bu uvertürün Fingal mağarasını gerçeğe ne kadar yakın bir şekilde tasvir ettiğini Staffa’ya gittikten sonra daha iyi anladım.
Bağlanti: Klemperer Fingal Mağarası Uvertürü
https://www.youtube.com/watch?v=0fTKpvCsBNs
Staffa’nın korkutucu yalnızlığından sonra Mull adasına dönüp hemen karşısındaki Iona adasına geçtiğimizde mistik ve sükunet dolu bir vaha ile karşılaştık. Halen 125 kişinin yaşadığı bu ufak adanın erken ortaçağdan itibaren kuzey Avrupa tarihindeki yeri çok önemli. 6. asırda oniki arkadaşıyla buraya sürgüne gönderilen Aziz Columba, sonraki yüzyıllarda dini ve kültürel bakımdan çok etkili bir merkez haline gelecek olan, bir manastır kuruyor. Ada 8. Asırdan itibaren Vikingler tarafından bir kaç kez talan edilince manastır terk ediliyor. Ancak 9. Yüzyılın sonlarında köklerini Iona adasına bağlayan Alba krallığının İskoçya’da kurulmasıyla burası eski önemini tekrar kazanıyor. Iona’nın bir özelliği de kuzey Avrupa’da hüküm sürmüş bir çok kralın orada gömülü olması. Aralarında Şekspir’in ebedileştirdiği Macbeth, Malcolm ve Duncan’ın da bulunduğu 48 İskoç, 8 Norveç ve 4 İrlanda kralı burada defnedilmiş. İstanbul’da İngiliz Erkek Lisesi’nde öğrenciyken Macbeth piyesinde Macduff rolünü oynamış olan eşim Şefik Iona’dan özellikle çok etkilendi.
Iona Manastırı ve krallarin gömülü olduğu saha
İskoçya’yı konser ve ustalık sınıfları ve jüri üyelikleri vesilesiyle sık ziyaret etme fırsatım oldu. Her seferinde çalışmalarımı bitirince az bilinen yerlere gitmeye özen gösterdim. Daha görülecek nice ada, keşfedilecek harika yerler olduğunu düşündükçe mutlu oluyorum.
İdil Biret, Aralık 2007
Şefik Büyükyüksel
9 Haziran 2025, İstanbul/Moda