Günümüzde, bazı sözcüklerin kimi insanların “alınma” ihtimalini ortadan kaldırmak için değiştirildiği, bunu açıklamak için de başka gerekçeler üretildiği malûm.
Abdülhamid döneminde sarayı hatırlattığı için “Yıldız”, padişahın kocaman koku alma organından ötürü “burun” sözcüklerinin kullanılmasından kaçınıldığı gibi, günümüzde de kimi sözcüklerin kişi veya topluluklarda alerji yaratacağı endişesiyle, dilimizi bile bozduk!
Cinsiyet belirteci “kadın” sözcüğünü “kaba” bulup, yerine zarf üzerine yazmak için ya da hitapta kullanılmak üzere üretilmiş “bayan” sözcüğünü kullanananlar olduğu gibi, dilimizdeki 40 yılın “çingene” sözcüğüne “roman” kelimesini tercih edenler var!
Tüm bunları, Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin, Johann Strauss'un (Jr./Oğul) ilk opereti olan “Der Zigeunerbaron” yâni “Çingene Baron”u Ankara'da 54 yıl sonra sergileyeceğini öğrendiğimde düşündüm. Ne olur, ne olmaz, “Ali Baba”nın yanından “harami” sözcüğünün kaldırıldığı gibi, “operetin adını da değiştirmeye kalkmazlar inşallah” diye içimden geçirdim.
Neyse ki değiştirmemişler!
Çingene Baron'un ilk temsilini 26 Aralık 2015 Cumartesi akşamı, “Opera Sahnesi”nde izledik. Malûm, Resim Heykel Müzesi'ndeki “Operet Sahnesi” bir yılı aşkın süredir Bakanlık tarafından kapalı tutuluyor.
Librettosu, olayın geçtiği farzedilen dönem gerçekleriyle ilgili 'Türk Paşası” gibi bazı sembollerin katılımıyla tam bir “soup opera/ sabun köpüğü” yaklaşımıyla Ignaz Schitzer tarafından yazılıp, Strauss'un “Valsler Kralı” olarak ünlendiği Viyana'da 46 yaşında iki yılda bestelediği ilk opereti, 2015 yılının ilk “yeni” yapımı olarak karşımıza çıktı.
Orkestra, uzun yıllar Almanya'daki operalarda şeflik, müzik yönetmenliği yaptıktan sonra Türkiye'ye yaklaşık 1.5 yıl önce dönen Nezih Seçkin tarafından hazırlanmıştı. Prömiyer temsilde de, Seçkin'in hazırlığının ve yönetiminin olumlu sonuçlarını gördük. Orkestra üflemeli ve yaylı gruplarıyla, müziği temiz biçimde icra etti. Orkestrayla sahne üstünün zamanlaması da yerli yerindeydi.
Eserin özelliği, koronun neredeyse bir başrol oyuncusu gibi, pek çok bölümde sahnede olması ve müziğe katılımıdır. Lyubomira Aleksandrova'nın hazırladığı koro da, hem seslendirme, hem de rejinin bir parçası olarak sahne üzerinde, eserin başarısına büyük katkıda bulundu.
Eseri daha önce İstanbul ve İzmir'de iki kez sahnelemiş olan rejisör Gürçil Çeliktaş, klasik yapımlarda yılların birikimi ve eseri tanıma avantajını iyi kullanmıştı. Ağustos'ta emekliye ayrılacağı için Ankara'da son “resmî” sahne tasarımını yapan Nihat Kahraman'ın derinliği arka perdeye yükleyip, sahneyi mümkün olduğunca kullanıma açan düzenlemesi içinde, Çeliktaş' özellikle koroyu, hareketli biçimde öne çıkarmıştı. Askerleri de sayıca fazla olan kadınlar korosundan seçmiş olması, sahneye başka bir renk katmıştı. Bu arada olayın geçtiğini döneme Nihat Kahraman'ın da gerideki siluete bir cami minaresi koyarak atıfta bulunduğunu da kaydetmene geçmeyelim. Fotoğrafları dikkatle incelerseniz, siz de yakalarsınız.
Belki de zamanlama ve sahne arkası zorluktan kaynaklanan bir görüntüyü eleştirmeden geçmek istemiyorum. Gecenin bir yarısı uykudan uyandırılarak dışarı çıkan gecelikli erkek ve kadınların, ayaklarında siyah ve kırmızı çizmelerini muhafaza ediyor olmaları doğrusu tuhaf bir görüntüydü. Fotoğraflarda göreceksiniz.
Nursun Ünlü'nün giysi tasarımları parlak ve etkileyiciydi. Yerleşik Macar köylüsü, asilzade ve çingene topluluğu giysilerini, günüzün malzemesiyle geleneklere uygun biçimde yorumlaması estetik bir sonuç yaratmıştı. Tahsin Çetin'in net ve bütüncül sahne aydınlatması altında tüm ayrıntılar algılandı. Nilgün Bilsel Demireller'in çocuk balesi koreografisi de esere renk kattı.
Ana kişiliklerin “domuz tüccarı- Zsupan”, “toprak ağası bey-Barinkay”, “tüccarın kızı- Arsena”, “çingene kızı- Saffi”, “çingene kadın-Czipra” olduğu operetteki ana yardımcı roller de “aşık köylü-Ottokar”, eyalet valisi-Homonay”, “kraliyet komiseri Carnero”, “dadı Mirabella”dır.
Gecenin yıldızları, büyük sahne yeteneğine sahip olduğunu bildiğimiz bas Bülent Ateşoğlu (Zsupan), Samsun'un kadrosunda bulunan soprano Esra Çetiner (Arsena), tenor Aykut Çınar (Barinkay), mezzo soprano Ezgi Karakaya (Czipra) idi.
Soprano Çiğdem Önol (Saffi), sahnesiyle göz doldururken ilginç bir de rastlantı yaşandı. Annesi Işık Kurt, 1960-61 sezonundaki temsillerde aynı rolü canlandırmıştı. Bir süredir opera sahnelerinden kimbilir hangi nedenle (!) uzak kalıp, güzel lied konserleri yapan bariton Arda Aktar (Vali Homonay) rolüne yakışmıştı. Tenor Levent Akev (Carnero), benzeri onlarcasında sahneye çıktığı kraliyet komiseri rolünde, güvenilir görev insanı olarak rolünü canlandırdı. Bariton Kâmil Kaplan (Pali), çingene köylüler arasından öne çıkıp söylediği şarkısıyla ilerisi için umut verici bir profil çizdi.
Soprano Esra Çetiner'i daha önce Samsun sahnesinde ve bazı konserlerde birkaç kez dinlemiştim. 11. Siemens Yarışması'nın ikincisi olan genç soprano, Çingene Baron'da kolaratür özelliğini de sergileme olanağını buldu.
Samsun denilince, opera camiasında herkes “Samsun'un boşaldığını” konuşup duruyor. Genel Müdür Vekili'ni çeşitli yöntemlerle “iknâ” eden pek çok orkestra ve koro elemanının büyük kentlere atamalarını yaptırdıkları belirtiliyor. Nitekim Çingene Baron'da da bu durumu doğrulayacak bir gelişme karşımıza çıkıverdi. Afişler ve kitapçıkta, bu eserde görevli orkestranın başkemancı sandalyesinde Aslı Özsoy Körner'in oturacağı belirtiliyordu. Fuayede başkemancı Tayfun Bozok'u giyinik durumda görünce şaşırdım. Biraz soruşturunca, Aslı Özsoy'un “görevli” olarak Samsun'a başkemancılık yapmak üzere gönderildiğini öğrendim. Yâni evdeki hesap gene çarşıya uydurulamamıştı!
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan