24 Mayıs 2025 akşamı Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) Modern Dans Topluluğu (MDT), Ambivalans başlığı altında, gösteri sırasıyla Çatı ve Kuğu adlı iki eserden oluşan çağdaş dans gösterilerinin prömiyerini gerçekleştirdi. Locadan izlediğim temsil iki perde olarak sunuldu; Çatı 35 dakika, Kuğu 45 dakika sürdü. Değerli Bale Tarihi hocası Necla Çıkıgil’in yapımın dans tekniği, arka planı ile diğer bilgi ve görüşlerini bu portaldaki Dans Sahnelerinden köşesindeki yazısından okunabilir (https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/necla-cikigil/ankara-mdt-nin-ambivalans-temsili/3606/ Erişim: 29.5.2025).
Ambivalans kelimesinin anlamı, “birbirine zıt duygu, düşünce, istek ve amaçlar”, şeklinde. Bu temsildeyse Çatı ve Kuğu’nun birbirinden farklı anlatım ve koreografik sunum şekli kastediliyor.
ÇATI
Yaratıcı Sanatçılar: Eserin koreografisini Deniz Alp gerçekleştirmiş, orijinal müzikler Galip Emre’ye ait. Dekor ve kostüm tasarımı Aydan Çınar’ın, ışık tasarımı Bülent Arslan ile Durmuş Ercan’ın. Eser sorumlusu Bürge Kayacan, koreografi asistanı ve repetitör Aslı Güneş Sümer, prodüksiyon asistanı Pelin Köken.
Dansçılar: (Program föyündeki sırayla) Asya Canbulat, Beste Üstün, Deniz Uzuner, Serra Yazıcı, S. Eylül Atak, Şeyma Akbay, Atahan Tepe, Mert Bozkurt, Özkan Gültekin, Sercenk Yücel.
İzlenimler: İlk andan itibaren tümüyle orijinal bir yapımla karşı karşıyaydık. Öncelikle koreografi açısından; çağdaş dans gösterilerinden farklı olarak bu yapımda dansçılar simültane solo-ikili dans ediyorlardı. Toplu dans olmaması hem tüm sahnenin resim sanatında dengeli espas kullanımı gibi “simetrik bir asimetriyle” bezenmesini, hem de her bir dansçının dansının, bir solo dans eseri kadar incelikle işlenmesini sağlamıştı. Yani, birden çok solo dans koreografisi buketi söz konusuydu. Besteci, müzik eğitimcisi Carl Orff’un müzik eğitimi teorisi uyarınca, çocuk orkestralarında her bir bireyin kendisini o topluluğa karşı sorumlu hissetmesi öğretilir, aynı zamanda topluluğun da bir birey eksik olduğunda bir eksik olacağı fikri aşılanır. Bu koreografide de hem dansçıların kendi değerlerinin bilincinde olduğu, hem de sahnedeki herkese o dansçı olmazsa bütünlüğün olamayacağı duygusu hissettirilmişti. Böylece simültane çoklu solo-ikili danslı yaratıcı koreografi onların bilinçli olarak çalışmalarına yol açarak mükemmel sanatçılıklarını ortaya koymalarını da sağlamıştı. Aynı zamanda yaşamdaki gibi her birey yanında başkaları da olsa aslında yalnızdır duygusunu veriyordu. Yine modern danslarda sık görülen, bir grubun kenarda sıraya girip sonra aniden trapezle zıplıyormuş gibi yapay hareketler ve anlamı olmayan akrobatik adımlar yoktu. Dekorların üstünde, altında dengeler muhteşem, duruşlar bile estetik heykel gibiydi.
Dekorlar demişken açıklayayım, bunlar dikdörtgen, üçgen, köprü ve L harfi şeklinde, insan boyunda portatif tahta bloklardı. Siz deyin lego, ben diyeyim küçükken oynadığım tahta yapboz oyuncağı şeklindeki dekorlar tam anlamıyla danslara eşlik eden koreografiyi bir tür kaleydoskop kılan unsurlardı. Dansçılar danslarına ek olarak dekorlara da devinim yaptırarak yeri geldiğinde olayların altında ezilen yorgun insanı, yeri geldiğinde birbirinden kopuk ve dengesiz ilişkilerde tıkılıp sıkışıp kalmış bireyleri tasvir ettiler. Diğer bir deyişle dekorla dans bir yandan insanın yaşadığı mekân ve çevreyi, bir yandan da karşılaştığı sorun ve engellerin biçimlenmiş şekliydi.
Müzik ise gerçekten harikaydı, dominant olma iddiasında veya inadında değildi. Bu sayede daha iyi işitiliyor ve daha derinden duyuluyor ve koreografinin daha net şekilde izlenebilmesini sağlıyordu.
İnsanlık fiziksel-somut sorunların çözümünü düşünsel-soyut dünyasında arar. İnsan yaşamı, “somut-soyut dengesi, benzerlikler-karşıtlıklar, yorgunluklar-kararlılıklar, yalnızlıklar-temaslar, gidiş-gelişler, büyüme-yaşlanma” bütünlüğünden ibarettir. Tüm yaşam armonisini anlatırken müzik unsuru bu bütünlüğü sağlıyor. Eserin sonunda tahta bloklarla inşa edilip içine girilen ev hepimizin aynı “dünya evinde” olduğumuzu hissettiriyor. Evin kapısına konulan ayakkabılarsa hem yerellik (örneğin Anadolu, Ortadoğu, Yeni Zelanda, Macaristan, Nepal, vb), hem de “bu iş burada bitmedi, yine evden çıkıp sosyal yaşamda çalışmaya-üretmeye devam edeceğiz” ifadesinin sembolü şeklinde okunabilir.
Sonuç: Böyle bir yapıtın nasıl gerçekleştirilebilmiş olduğuna epey kafa yorduktan sonra eserin deneyimli ve her daim yaratıcı koreografı Alp’e sordum. Anladığım kadarıyla başından itibaren tümü dekor üzerinde müzik eşliğinde koreografi şeklinde yoğrulup yaratılmış. Estetik kostüm ile işlevsel ışıklama da eklenince ortaya Çatı adlı bir başyapıt, çağdaş dans alanında yeni bir kilometre taşı çıkmış. Deniz Alp, Galip Emre, Aydan Çınar ve tüm yaratıcı ekip kendine özgü anlatım dilini geliştirebilmişler, ruhlarındaki “durma/dan” devamlılık ama gelişerek/değişerek devamlılık yeteneğini ortaya koyabilmişler.
Her enstantanesi-karesi bir çağdaş resim sergisi geziyormuş duygusu veren eser bana P. Picasso’nun kübik yağlıboyalarını, özellikle de “Mandolinli Kız” adlı tablosunu anımsattı.
KUĞU
Yaratıcı Sanatçılar: Eserin koreografisini Guido Markowitz gerçekleştirmiş, orijinal müzikler Fabian Schulz’a ait. Dekor ve kostüm tasarımı Aydan Çınar’ın, ışık tasarımı Bülent Arslan ile Durmuş Ercan’ın. Eser sorumlusu Bürge Kayacan, koreografi asistanı ve repetitör Aslı Güneş Sümer, prodüksiyon asistanı Pelin Köken.
Dansçılar: (Program föyündeki sırayla) Asya Canbulat, Beste Üstün, Deniz Uzuner, Doğa Uzuner, Gülşah Koşukçu, Serra Yazıcı, S. Eylül Atak, Şeyma Akbay, Atahan Tepe, Eren Çelebi Kutlu, Hakan Özenalp, Mert Bozkurt, Mustafa Özçelik, Özkan Gültekin, Sercenk Yücel, Zeynel Can Soylu.
İzlenimler: P.I. Çaykovski’nin Kuğu Gölü adlı beyaz balesi hiç kuşkusuz klasik bale repertuvarının en önde gelen eseridir. İlk sahnelendiği 1877 yılından bu yana eminim milyonlarca kere dünya sahnelerinde kuğular uçuşmuştur. Bir yandan zarif ve narin, diğer yandan da güçlü ve gururlu bir kuş olan kuğu farklı cinsel tercihlerin de sembolü olagelmiştir. Markowitz’in Kuğu’su ya da kuğuları aşkla dolu yaşamın içinde tanışıklarla yabancılar, dostlarla düşmanlar, huzurlu zamanlarla savaşlar (hatta gaz bombası) gibi ikilemlerin manzaralarını betimliyordu. Kuğu Gölü’nden farklı olarak insan karakterleri yok ama erkek kuğular var ve onların dişileriyle iletişimi insanlarınkini andırıyordu.
Tümü şiirsel, minimal göl ve bulutlu gökyüzü dekoru altında kuğuların siluet şeklinde algılanmasını sağlayan minimal kostümler ve özellikle de ışıklama kuğu metaforundan yola çıkarak tüm canlıların fani ama daima yeni başlangıçlara gebe olduğunu vurguluyordu.
C. Saint Saëns’ın Hayvanlar Karnavalı süitindeki Kuğu bölümü bir kuğunun ağzından yaşamını, mutluluklarını ve mutsuzluklarını, başarılarını ve hatalarını anlatır. Sonunda yaptığı hiçbir şeyden pişman olmadığını söylercesine arkasında su dalgaları bırakarak gölün derinliklerinde gözden kaybolur. Markowitz’in kuğuları da geçmişten geleceğe yaşamı özetliyordu. Gelecek Schulz’un özgün elektronik ses yaratımında, geçmiş ise, yer yer bu besteye emdirilmiş Çaykovski müziğinde duyuluyordu. Özellikle Çaykovski’li bölümlerin koreografisi Kuğu Gölü’nün klasik bale adımlarını içeriyordu. Bu bölümler çağdaş bir hareket diliyle anlatım bölümleriyle estetik bir sentez ortaya çıkarıyordu. “Koşa koşa gelip pozisyon alma ve müziğin yeri gelince harekete geçme”, “sırayla aynı hareketi tekrarlama” ve “daire şeklinde koşma” yöntemlerini içeren koreografi dansçılara yadırgatıcı veya yabancı gelmemiş olmalı, solo, düet ve grup danslarını öylesine severek dans ediyorlardı.
İki koreograf selamda...
Uluslararası çağdaş dans alanında tanınmış ödüllü koreograf Markowitz’in, “ikon niteliğine” sahip klasik Kuğu Gölü’ne gönderme içeren yapıtı cesaret isteyen bir iş. Başarılı da olmuş, çünkü hem beyaz bale tutkunlarını hem de çağdaş dans meraklılarını tatmin edecek bir orta yol bulmuş. Eserin sonunda bir kuğunun Siyah Kuğu’ya atıfla, siyah tütü ve parmak-ucu ayakkabılarıyla (Point-shoes) dansı Çatı’nın anlatımına gönderme gibi, ama temsilin adı üstünde ambivalan bir gönderme.
Temsil sonrası Kuğu’yu düşündüğümde gözümün önünde M. Duchamps’ın “Merdivenden İnen Kadın” adlı tablosu canlandı.
MODERN DANS: Bence modern dansta üç tarz var: Birincisi klasik baleden sapma, klasik bale adımlarını çarpıtma ve anlatımını daha soyut hale getirme tarzı. Bu aşamada artistik hareketlenin yanına akrobatik- artistik jimnastik hareketler de ekleniyor ve bunlar müziğe uygun şekilde yapılandırılıyor. Ama hâlâ adım ve hareketler ön planda. Garip bir benzetme olacak ama, bu mesela bonfile eti değişik soslarla pişirmek gibi. Yani materyal hâlâ bale ama lezzeti farklı.
İkinci tarzda adım ve hareketler farklı bir boyuta evriliyor. Hareketlerin kökeni mesela tek kalça değil de kalçalar oluyor, bedenin tümü alışılagelmedik devinimler yapıyor. Ama hâlâ beden ile ekstremiteler (kol ve bacak) ayrı ayrı işlev görüyor. Genellikle soyut veya sıra dışı somut bir konusu oluyor. Yine garip bir benzetme olacak ama bu köfteye benziyor, etin kıyılmış ve soğanla yoğurulmuş hali, yani et orijinal bütünlüğünde değil ve başka bir kategoriden malzeme, yani soğan eklenmiş hali. Materyalin hazırlanışı ve ek malzeme ile lezzet sade etten çok farklı.
Üçüncü tarzda ise beden ve ekstremiteler bir bütün olarak çalışıyor, yer geldiğinde kol beden oluyor, beden bacak oluyor. Orijinal kökeni olan baleden tümüyle farklı bir sistematik veya dans disiplini söz konusu. Anlatım dili “işaret dili” gibi tamamen kendine özgü. Yine garip bir benzetme olacak ama bu tarz modern dansı kokoreçe benzetebilirim. Materyal farklı, üstelik materyal ufak parçalara bölünüp koreografiyle yeniden yaratılmış oluyor. Konular ise günlük yaşamdan ama üzerinde durmadığımız psikolojik durumlar üzerine; her gün yaşadığımız ama farkına varmadığımız duygular hakkında. Koreograf seyircinin bu duygu ve deneyimlerinin farkına varmasını, hatta farkına vardığının da farkına varmasını sağlamayı amaçlıyor.
Benzetmem mazur görülecek olunursa, bence Çatı’nın koreografisi “kokoreç”, Kuğu’nun “köfte” misaliydi ve her ikisi de tadına doyulmaz bir lezzete haizdi.
Pınar Aydın O’Dwyer
31 Mayıs 2025
Not: Ambivalans, Goethe Institute Ankara’nın katkılarıyla geçekleşmiş.
Fotoğraflar: Temsil: Tarkan Serengül, Selam: Pınar Aydın O’Dwyer