Sürekli günü tüketen, mutlak bir şimdiki zaman fetişizmine boğulmuş bir çağda ve özellikle ülkede yaşıyoruz. Tarihsel mirastan bihaber, salt tüketime odaklı bir kültür anlayışı, ancak yüzeysel ve kötü eğlencenin yavanlığına mahkûm ürünler üretebiliyor. Üstelik kültürün böyle bir yüzeyselleşmesi, onu ticaretin bir değişkeni olarak algılayan zihniyetin somutlaşmasıdır. Aşınarak varkalmaya çalışan nitelikli bir kültür hayatı, bu genel sığlaşma akınına inatla karşı duran insanların yüzü suyu hürmetine yaşamaya devam ediyor. Bu bir avuç kültür savaşçısı arasında ön cephe kahramanlarından biri de kuşkusuz keman sanatçısı, müzik insanı Cihat Aşkın'dır. Müzik icrası alanındaki özgün çalışmaları kadar eğitim için sarf ettiği saygıdeğer çabalar da, Türkiye'nin kültür tarihine şimdiden yazılmıştır.
Cihat Aşkın, içinde bulunduğumuz bu kültür çölünde bir başka vahayı, tarihi İstanbul Radyo Evi'nde kuruyor. 19 Mart Salı akşamı TRT İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyo'sunda, Cihat Aşkın'ın düzenlediği programda, Türkiye'nin modernleşme sürecinde bestelenen çoksesli müzik eserlerinin tarihine, dengeli ve nitelikli bir seçme üzerinden toparlayıcı bir bakış edinme olanağını bulduk. Saat 20:00'de canlı yayın (kuşağımın mensupları için, çeviri olmayan daha eski bir adlandırmayla 'naklen yayın') başladı. Mesut Cemil Stüdyosu, adı, dekoru, ölçülü görkemi, içerdiği tarihsel miras ve onun bize hissettirdiği düşünsel sorumlulukla, bu sıra dışı konsere odaklanmamızı kolaylaştırdı. Programda seslendirilen eserlerin bir kısmı, Cihat Aşkın tarafından seçilmiş, piyano, keman solo veya piyano-keman ikilisi için düzenlenmişti.
Programda tarihsel ve müzikal bilgileri, eserler arasında müzikbilimci Ersin Antep aktardı; döneme, müziğe ve bestecisine ait, kimi zaman eleştirel tespitler de yaptı. Eserleri kemanda Cihat Aşkın ve piyanoda Özgür Ünaldı seslendirdi. Aşkın, Ünaldı ve Antep, çok sesliliğe geçişin ilk örneklerinden başlayarak, farklı eğilim, üslûp, kompozisyon anlayışı ve etkileri temsil eden bestecileri zamandizinsel bir şekilde bir araya getirdiler. İlk eser Haydar Bey'in Pembe Kız operetinden düzenlemelerden oluşuyordu (piyano). Ardından Callisto Guatelli'nin Marş-ı Osmanî'si seslendirildi (piyano-keman). Porte notasının basımına öncülük eden, makam müziği mirasının bu şekilde korunabileceğine inanmış Notacı Hacı Emin Bey'in Vals ve Sirto'su güzel bir sürpriz olarak bizleri bekliyordu (piyano). Sirto'nun düzenlemeleri bizatihi Emin Bey tarafından yapılmıştı. Dengeli seçki, kadın bestecileri dışlamamayı gerektirirdi; nitekim önce Leyla Saz'ın Neşide-i Zafer eserini, ardından Fatma Zinnur Hanım'ın Çatalca Muzafferiyeti parçasını dinleyerek, bu eserlerdeki yetkinlik düzeyine hayran kaldık. Birincisinin düzenlemesini Cihat Aşkın, ikincisininkini Ersin Antep yapmıştı. Daha sonra Mehmet Zati (Arca) Bey'in Sirto'sunu, Osman Zeki Üngör'ün Türk Şarkısı'nı dinledik. Yıllar içinde üslûp ve müzikal dilin nasıl yetkin bir sanatsal derinliğe kavuştuğunu da görebildik. Günümüzün sahte-muhafazakâr ikliminde Osmanlı kavramına en dar ve onun en olmadığı anlamları atfetmeye pek meraklı ideologların, son halife Abdülmecid Efendi'nin 1921'de bestelediği Élégie başlıklı üst düzey romantik eserini piyano-keman ikilisinden dinleyebilmiş olmalarını isterdik; kulaklarıyla dinleseler bile, bu fevkalâde gelişkin müziğin mesajının, bu tarih tahrifatçılarının katılaşmış beyin zarlarını aşıp derinlere sızabileceğinden emin olamayız elbette! Aynı tür yetkin ve içe işleyen bir başka eser, bu toprakların ilk müzikbilimcisi sayılabilecek Gomidas Vartabet'in Turna'sıydı. Daha sonra Kaptanzade Ali Rıza Bey'in Efem parçasını, Halit Recep Arman'ın Aşk Mevsimi tangosunu dinledik. Cumhuriyet'in ilk kuşak bestecilerinden Cemal Reşit Rey'in 1926 tarihli Manisa Zeybeği, bizleri bir Anadolu yolculuğuna çıkardı. Aynı doğrultuda görece daha soyut ve stilize bir dil kuran Ulvi Cemal Erkin'den ise Improvisation eserini dinledik (Ninni, Zeybek). Konser, stüdyoya adını veren değerli müzik insanı, besteci, viyolonsel sanatçısı Mesut Cemil Tel'in Türk Kaprisi'yle sona erdi. Diğer eserlerin özgünlüklerini takdir etsek de, Mesut Cemil'in bu eseri ayrı bir önem arz ediyordu; zira Hüseyin Kıyak tarafından keşfedilen bu eser, bu konserde ilk kez sese büründü; Dünya'daki ilk çalınışı gerçekleştirildi. Bu konser, yalnızca bu eser için bile özel bir değer taşıyor. Cihat Aşkın ve Ersin Antep'e emekleri için şükran borçluyuz. Antep, konserin sonunda "kültür alanında hangi yeni yatırımlar yapılmalı sorusuna 'yüz yıl önceki düzeyi yakalayalım yeter!' diyorum" ifadesiyle konserin meramını her açıdan özetledi.
Sürekli yeni milatlar yaratmaya, tarih bilincini yitirip onu abartılı bir ideolojik nostalji malzemesine indirgemeye gerek yok; yüz yıl öncenin kültür dünyasının canlılığını, bileşimsel anlayışını, coşkusunu ve sanatsal niteliğini yakalayalım yeter!
ALİ ERGUR