Reklam
Reklam
Bugün

BİLDİRİLERİ-1

Şefik Kahramankaptan'ın değişik yıllarda katıldığı sempozyum, panel gibi toplantılarda sunduğu bildiriler, burada yer almaktadır.

 

Müzik Alanındaki Kurumsallaşmada 

Yaşanan Kaos Nasıl Aşılabilir?*

Şefik Kahramankaptan

Harp başlangıcında yapılan hata, harp boyunca devam eder. Siz bu harbi kazanabilirsiniz ama o hatalarla malûl olarak… Müzik alanındaki kurumsallaşmada da  durum böyle. Sonuç olarak günümüzdeki kaosu yaşamaktayız.

Kurumsallaşma kavramı müzikte hem eğitimi, hem de icra alanını, dolayısıyla üniversiteleri ve  devlet sanat kurumlarını kapsıyor.

Başlangıçta, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde  büyük çabalarla kurulmuş ilk konservatuvar (1936) ve müzik öğretmeni yetiştiren bir MMM (1924), vardı. Sayı arttıkça, kurulan yeni okullar ve statüleri de çeşitlendi. 

Şu anda 49 tane konservatuvar, bir Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi  bulunuyor. Üniversitelerin Güzel Sanatlar Fakülteleri 'nde 16 tane  Müzik Bölümü var. Eğitim Fakülteleri Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümlerinde 24 tane Müzik Eğitimi Ana Bilim Dalı  yer alıyor. Alanla ilgili bir de üniversite kuruldu: Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi. Güzel Sanatlar Liseleri'nin sayısı da 105. Konservatuvarların bazılarında ilk-ortaöğretimden itibaren öğrenci alımı yapılabilmektedir.

Ama önemli olan sayılar değildir. Önemli olan eğitimin kalitesi ve belirli bir standardın altına düşmemesi gereğidir. Kalitenin sağlanabilmesi de, tek tek bu çatıların altında mümkün olamamaktadır.

TOPLUMDA SANATA DUYARLILIĞI ARTTIRMA GEREĞİ

Sistemin tüm olarak gözden geçirilmesi ve toplumla, saha ile  ilişkinin kurulması gerekmektedir.

Birinci öncelik toplumda sanata, müziğe karşı duyarlılığın arttırılmasıdır. Bunun da yolu, ilköğretimden itibaren sanat dersi konularak, sınıfların düzeyine göre hazırlanmış kitaplarla öğrencilere sanat dalları hakkında bilgilerin verilmesinden geçmektedir. 

Müzik eğitimi alanındaki karmaşa, konservatuvarların 12 Eylül döneminde YÖK'un kuruluşu sonrası üniversiteler çatısı altına alınmasıyla başlamıştır. Mevcut konservatuvar öğretmenlerine akademik unvanlar dağıtılmış, çalgıcı yetiştiren öğretmenlerin bazılarına bir gecede doçent, profesör unvanları dağıtılması öğretim kadroları arasına nifak sokmuş, tüm öğretim üye ve görevlilerinin pozitif  bilim dallarındaki  akademik ilerleme koşullarına uymaları beklenmiştir. Yani bir viyolonselciden, bir fizik akademisyeninin yapması gerekenler beklenmiştir!

BAŞTAN SAVMA KES-YAPIŞTIR TEZLER

Sonuçta gelinen noktada dikkatimi çeken sonuçlardan biri şudur: Bir yığın birbirine benzeyen, birbirini kaynak gösteren, akademik standartlara sadece biçimsel olarak uygunluk gösterebilen, üç-beş sayfalık  yüksek lisans tezleriyle master derecesi alan mezunlar... Sonrasında da eğer icracı ise sanatta yeterlilik. Ama sanatta yeterlilik, konservatuvar değil de, MSSF bünyesinde yapılabilmişse doktora derecesi olarak kabul ediliyor.

Konservatuvarlar öncelikle icracı yetiştiren okullar olduğu için ana eğitimci kaynağı, orkestralar ve opera evleridir. Bu gerçek gözardı edilerek kurumsallaşmanın yaygınlaştırılması  yoluna gidilmiştir. Üniversite ve konservatuvar bulunan pek çok ilde, orkestra bulunmamaktadır. 49 konservatuvarın pek çoğu eğitimci sıkıntısı içindedir.

YİRMİ YILDIR KURULMASINA İZİN VERİLMEYENLER...

DOBGM'nün web sitesine girin, teşkilat şemasına baktığınızda gri ile gösterilen üç müdürlük görürsünüz. Gaziantep, Sivas ve Van. Bu müdürlüklerin kurulması, Bakanlar Kurulunca kabul edilmiş, karar Resmî Gazete'de yayımlanmış, kadroları çıkarılmıştır. Ne zaman? 2001 yılında... Şimdi 2024'teyiz... Bu müdürlükler kurulmuş, kadrolara vize verilmiş ve etkinliklerine başlamış olsa, o üç ildeki  konservatuvar veya muadili müzik okulları için gerekli öğretmen kaynağı da bulunmuş olacaktı. Çünkü teorik olarak opera orkestralarına müzisyenler sınavla alınmakta ve çalgılarında ders verebilecek düzeye sahip bulunmaktadır.

Halen bazı konservatuvarlarda adama göre iş icad edilebilmekte, uluslararası alanda geçerliliği bulunmayan sertifika programları açıldığı görülmektedir.

Tıp fakültesi bulunan üniversitelerde genellikle rektörler bu alandan seçilmektedir.  Son yıllarda başka bilim dallarından, ya da ilahiyatçılardan seçilenler dikkati çekmektedir. Ancak, âdeta padişah yetkileriyle donatılmış rektörlerin genellikle konservatuvarlara önem vermediği, gereksinimlerini karşılama yolunda gerekli ve yeterli ilgiyi göstermediği görülmektedir. Kişiyi neredeyse ayakkabı numarasına kadar tanımlayan bilgilerle açılan kadrolara yetersiz elemanların alınması, bazı Rektör ve Konservatuvar Müdürlerinin haklar ve kadro konusunda kişiyi “sevip sevmeme” gibi ölçütlerle hareket etmeleri, bu durumların denetlenmemesi, âdeta özendirilircesine YÖK tarafından göz ardı edilmesi, bazı müdahalelerin “yukarlardan” gelen istekleri karşılamak üzere yapılması  önemli bir sorundur.

KONSERVATUVARLAR MSSF Mİ YAPILMALI ?

Rahmetli Muammer Sun hocamızın, Ankara Devlet Konservatuvarı'ndan mezuniyetinin 50. yılında düzenlenen törende yaptığı konuşmada bir önerisi vardı. Bu sistem böyle devam edecek ise, tüm konservatuvarların üniversite çatıları MSSF olarak yer almasıyla, diğer fakültelerle eşit söz hakkına sahip olabilmelerinin sağlanabileceğine dikkati çekmişti. Çünkü halen konservatuvarlar, üniversitelerde “yüksek okul” statüsünde yer almakta ve eşit temsil olanağından yararlanamamaktadır.

Konservatuvarlarda ister teori, ister icra bölümlerinde olsun, öğrencilerin hem Batı hem Türk müzik kültürünü edinmeleri idealdir. Ancak bazı üniversitelerdeki konservatuvarlarda Türk Müziği Bölümleri açılırken, uygulamada dengenin sağlanamadığı görülmektedir. Öğrencilerin tamamının Batı müziği yanında Türk halk ve geleneksel müzikleri hakkında belirli düzeyde bilgi sahibi olmaları sağlanmalıdır. 

MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİNDE KARMAŞA 

Müzik öğretmeni yetiştiren okullarda da çeşitliliğin artması, değişik standartlara ve karışıklığa yol açmıştır. Öyle ki, öğretmen olarak yetiştirilmiş bir müzikçi, icracı yetiştiren konservatuvara çalgı öğretimi yapmak üzere alınabilmekte, akademik ünvanları verilerek yükseltilebilmektedir. Bu duruma YÖK de göz yummakta ve yaşanan karmaşayı görmezden gelmektedir.

Müzik öğretmeni yetiştirme alanındaki tüm uygulama ve mevzuat derinlemesine incelenerek yenilenmeli ve düzgün bir standart  sağlanmalıdır. 

Tüm örgütlenmenin yeniden gözden geçirilerek, müzik alanında yüksek öğretimdeki  eğitim kurumlarının amacına göre örgütlenme ve program olarak standardize edilmesi gerekmektedir.  Bu panelde dinlediğimiz  Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Müzik ve Güzel Sanatlar Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Barış Demirci’nin öğretmenlik mesleği ve ülkedeki durum hakkındaki konuşmasında yaptığı saptamalar gayet gerçekçidir.

GSGM'NDE DURUM

Diğer yandan gene panelde dinlediğimiz Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü Ömer Faruk Belviranlı, kendi yapılarının Anadolu kentlerindeki topluluklarla birlikte çok geniş bir örgütlenmeyi kapsadığını anlattı. Bu yapının da yeniden gözden geçirilmesi, halen bir şube müdürlüğüne bağlı devlet orkestralarının kurulacak ayrı bir genel müdürlük çatısı altına alınması, ilgili mevzuatın müzisyenlerin haklarını zedelemeyecek biçimde günün ve sanatın koşullarına göre yeniden düzenlenmesi yerinde olacaktır.

Devlet Sanat Kurumları’nda halen uygulanmakta olan mevzuatın da verimliliği arttıracak, yetkin ve yeterli olanların özendirileceği, hak edenin sanatsal yükselmesinin önünün kesilmeyeceği  biçimde düzenlenmesi için ciddi çalışma yapılması bir gerekliliktir.

Her yeni siyasal dönemin, kendinden önceki dönemde yapılmış çalışmaları, hazırlanmış projeleri gözardı etmesi Türkiye’ye önemli zaman kaybettirmektedir. Örneğin, 2002 yılında Kültür Bakanlığı’nca Ankara’da yabancı orkestra ve opera evi yöneticilerinin de katıldığı sempozyumun bildirileri “Devlet Müzik ve Sahne Sanatları Kurumlarının Yapılanma ve İşleyişinde Çağdaş Modeller” başlıklı tam 701 sayfalık kitapta toplanmıştır. Bilmem aradan geçen 21 yılda gelip geçen ilgili bakanlık yöneticilerinden kaç tanesi bırakın okumayı, bu kitaba göz atmıştır?

SONUÇ:

Sanatın siyaset ötesi bir olgu olduğu dikkate alınarak, gerek müzik öğretmeni, gerekse icracı ve teorisyen-besteci yetiştirme bağlamında  yeni bir örgütlenme modelinin geliştirilmesi şarttır. Buna koşut olarak devlet sanat kurumlarında da yeni örgütlenme modeli oluşturularak uygulamaya konulmalıdır.

 

* Yazarın 30 Kasım 2023 tarihinde katıldığı, MÜZDAK'ın Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi evsahipliğinde düzenlediği panelde yaptığı konuşmanın özet metnidir.

***

TÜRKİYE'DEKİ KLASİK MÜZİK FESTİVALLERİNİN YAPILARI VE MARSYASS

Şefik KAHRAMANKAPTAN*

Türkiye'deki müzik festivallerine eğilmeden önce sözcüğün etimolojik geçmişine bakmakta yarar var. Festival, Latince “festa”dan geliyor, dilimize ise Fransızca'dan geçip yerleşmiş bir kelime. Türkçesi ise Şenlik. Ancak nedense, Türkçesi yerine hep yabancı kökenli Festival sözcüğü yeğleniyor.

Türk Dil Kurumu, festival sözcüğünü şöyle tanımlıyor: “Dönemi, yapıldığı çevre, katılanların sayısı veya niteliği programla belirtilen ve özel önemi olan sanat gösterisi.”

Klasik müzik festivallerin en önemli işlevi, sanatseverlerin kendi olanaklarıyla gidip izleme olanağı bulamayacağı yabancı-yerli iyi solist ve toplulukları, uygun bilet bedelleriyle  bulundukları kente, deyim yerindeyse ayaklarına getirmesi.

Festivallerin gelişim ve gidişatının Türkiye'nin genel koşullarından olumlu veya olumsuz biçimde etkilendiklerini, ekonomik ve siyasal değişimlerin yansımalarının festivallerde de kendini gösterdiğini görüyoruz.

Türkiye'de 2016 yılında klasik müzik alanında, opera ve baleyle ilgili olanlar dahil  belli başlı 12 festival bulunuyor. En yenisi 6, en eskisi 44 yaşında olan bu klasik müzik festivallerine ek olarak, caz festivalleri de dikkati çekiyor.

Festivallerin kuruluş ve mevcut yapılarını incelediğimizde, üç temel grupta toplandıklarını görüyoruz:

1- Köklü burjuva aileleri ve onların vakıfları tarafından oluşturulup sürdürülen festivaller.

2- Sivil toplum, kişisel girişim, yerel yönetimler, üniversiteler ile yerel sermayenin katılım ve desteğiyle oluşturulmuş festivaller.

3- Devlet sanat kurumları tarafından oluşturulan festivaller.

Bu genel sınıflandırmanın altında yer alabilecek bazı farklı girişimlerin de gelişebilmek için çaba gösterdiğini belirtelim. 

1- KÖKLÜ BURJUVA AİLELER ve  VAKIFLARI ÖNCÜLÜĞÜNDEKİ FESTİVALLER.

Bu başlıkta üç büyük kentimizle, bunların “sayfiyesi” konumunda olan kıyı kentimizde düzenlenen dört festival yer alıyor:

İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ:

Sanatsever işadamı Dr. Nejat Eczacıbaşı'nın ve opera yönetmeni Aydın Gün'ün girişimleri sonucu ilk kez 1973 yılında sadece klasik müzik değil, geniş bir yelpazede çeşitli sanat dallarını kapsayan biçimde “İstanbul Festivali” adıyla yapıldı. Resmi tepe örgütü İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'dır. Kısa sürede büyüyen festival, yelpazesi altındaki sanat dallarının ayrı festivaller halinde örgütlenmesiyle, 1994'den bu yana  klasik müzik için devam ediyor.

Bu yıl 44'ncüsü yapılmakta olan festivalin yıllık bütçesi 2 milyon dolar civarında. Festival bugüne kadar, Dünyanın önde gelen orkestra, şef ve solistlerini İstanbul'a getirtti. İKSV ve İstanbul Müzik Festivali'nin ana lokomotifi Eczacıbaşı grubu olmakla birlikte festival ve diğer alanlardaki etkinliklerine İstanbul'un  büyük sermaye grupları da destek veriyor. Örneğin bir süredir Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, festivalin daimi açılış orkestrası olarak görev yapıyor. Bu yılki (2016) ana sponsor ECA grubuydu.

Festivalin her yıl verdiği yaşam boyu başarı ödülü bulunuyor. Bu yıl (2016) önemli eğitimci ve bestecimiz İlhan Baran'a verilen bu ödül'e günümüze kadar daha çok yabancı müzisyen ve topluluklar değer bulundu.

Festival son beş yıldır, 2011'den bu yana  , tanınmışların yanı sıra genç ve gelecek vaat eden bestecilere verdiği eser siparişleriyle güncel müzik repertuvarının zenginleşmesine de katkı sağlıyor. Bu kapsamda festival, Arvo Pärt, Giya Kancheli, Peteris Vasks, Alexander Raskatov, Fazıl Say, Tigran Mansurian ve Hasan Niyazi Tura'nın yeni eserlerinin dünya prömiyerlerine ev sahipliği yaptı.

Türkiye’deki kültürel yaşamın mihenk taşları haline gelen İstanbul Festivalleri’nin en eskisi olan İstanbul Müzik Festivali, aynı zamanda müzikoloji alanında gerçekleştirilen araştırmaları destekliyor ve ortak kültürel değerleri ele alan özel projelere önayak olunmasında, gerçekleştirdiği prodüksiyonlarla öncü bir rol üstleniyor.

Festival, Bülent Eczacıbaşı başkanlığındaki  İKSV bünyesinde profesyonel bir kadro tarafından yürütülüp yönetiliyor. 1977'den bu yana Avrupa Festivaller Birliği üyesi  olan İstanbul Müzik Festivali direktörlüğünü halen  Yeşim Gürer Oymak yapıyor. Yapı, kaynak ve destek itibariyle en “tuzu kuru” festival olarak nitelendirilebilir.

ULUSLARARASI ANKARA MÜZİK FESTİVALİ:

Müziksever işadamı Cenap And'ın girişimleri sonucu yapılanan Ses ve Tel Birliği'nin devamı olarak kurulan Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından 1983 yılından beri düzenleniyor.  2016 Nisan ayında 33'ncüsü yapılan Festivalin, Dünya ve Türkiye'deki siyasal ve ekonomik değişimlerden, dalgalanmalardan en çok etkilenen şenlik olduğu söylenebilir. 

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından önce, karşılıklı kültür anlaşmalarının tanıdığı olanaklar sayesinde bu ülkelerden, yâni Rusya ve şimdinin Türkî Cumhuriyetleri'nden pek çok kaliteli orkestra, topluluk, şef ve solist Festivale katıldı. 1991 Aralık ayında başlayan Sovyetler'in dağılma süreci ve Rusya ile Türkî Cumhuriyetlerin yeniden yapılanması sonucu piyasa ekonomisine geçiş adımları atmaya başlamalarıyla, bu ülkelerden gelecek sanatçı ve toplulukların maliyetlerinde meydana gelen yükselme, Ankara Müzik Festivali'nin sınırlı bütçesini zorladı. 

Aynı biçimde Türkiye'deki ekonomik gelişmeler sonucu döviz fiyatlarının yükselmesi ve yurtdışından getirtilen sanatçı ve topluluklara döviz bazında ödeme yapılıyor olması da Festivalin bütçesi üzerinde baskı oluşturdu. 

Başkent Ankara'da önce Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın, ardından ülkede iktidarın el değiştirmesi de, devlet ve yerel yönetimden gelen desteğin kısıtlanmasına yol açtı. Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı'na 1994'te Melih Gökçek'in başkan seçilmesinden bu yana geçen 22 yıl süresince, bir kez Kent Orkestrası'nın festivale bir konserle katılımı dışında elle tutulur bir destek verdiği görülmemiştir. Buna karşılık ilçe belediyelerinden Çankaya, Festival etkinliklerine salon tahsis etmek ve festival dışı etkinliklerde SCAMV ile işbirliği yapmak suretiyle desteğini kendi olanakları ölçüsünde sürdürmektedir.

Bu siyasal davranış değişimi, Festivalin önemli destekçilerinden biri olan ve genellikle her yıl bir önemli yabancı orkestranın Ankara'ya getirtilmesini finanse eden T.C. Merkez Bankası'na da yansımış ve bu önemli destek ortadan kalkıvermiştir. Benzeri biçimde, ilgili Bakanlık ve Tanıtma Fonu davranışları da etkilenmiş, sağlanan katkılarda büyük ölçüde azalma olmuştur.

Belirgin bir değişim de Cumhurbaşkanlığı'nın yaklaşımında görülmüştür.  Uluslararası Ankara Müzik Festivali 12. Cumhurbaşkanına kadar hep “Cumhurbaşkanlığının yüksek himayelerinde” yapılagelmiştir. 10. Cumhurbaşkanı Festival açılışlarına ve SCAMV'nın Onur Ödülü Altın Madalyası törenlerine katılırken, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü de o dönemde Festivalin düzenleyicisi Vakfa verilmiştir. 11. Cumhurbaşkanı döneminde yeterli ilgi olmasa da  “Himaye” devam etmiş, ancak 12. Cumhurbaşkanı göreve başladıktan sonra Cumhurbaşkanlığı'ndan bu konudaki yazıya cevap dahî verilmemiştir.

Tüm bunlar, siyasetin, devlet kurumlarının desteğinden yararlanmak isteyen sivil bir girişimin nasıl olumsuz etkilendiğine örnek oluşturmaktadır.

Olumsuzluklar, Festivalin bütçesinde de giderek küçülmeye neden olmuştur. Ankara'da böyle bir etkinliğe parasal sponsor olabilecek şirket sayısının azlığı, paranın yön değiştirmesiyle mevcut sponsorların ayırdıkları ödeneklerin azalmasının da etkisiyle,  Vakfın öz kaynaklarından daha çok harcama yapması gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Bu nedenle de yıllık bütçe yarı yarıya azalmıştır.

Halen Cenap And'ın sürdürümcüsü olarak Mehmet Başman ailesinin yönetiminde bulunduğu SCAMV ve Festivalin kendine özgü değişik bir örgütlenme biçimi bulunmaktadır. Festivalle ilgili program ve kararlar, Vakıf Başkanı'nın başkanlık ettiği bir Festival Komitesi'nde alınmakta,  genel sekreter ve festival sorumlusu tarafından yürütülmektedir. 

Festival Komitesi şu isimlerden oluşmaktadır: Mehmet Başman (Başkan), Prof. Dr. Ömer Bozkurt ( Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi), Dr. Erdoğan Okyay (Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi), Prof. Erol Gömürgen ( Korno Sanatçısı, eski DOB Genel Müdürü), Işın Metin (Orkestra Şefi), Şefik Kahramankaptan ( Gazeteci ve Sanat Yazarı), Erdoğan Davran (Çello Sanatçısı, eski Ankara DOB Müdürü), Pınar Alpay (Genel Sekreter), İbrahim Barışık (Festival Yürütme Sorumlusu) ( Not: Festival Komitesi Mehmet Başman'ın vefatı sonrası, Festival Danışma Kurulu'na çevrilmiş, 2024'te de kaldırılmıştır. Bu konudaki kararları Vakıf Danışma Kurulu ile Yönetim Kurulu beraberce almaktadır.)

Uluslararası Ankara Müzik Festivali,  1993'den bu yana Avrupa Festivaller birliği üyesidir.

ULUSLARARASI  İZMİR FESTİVALİ 

Tıpkı İstanbul Festivali gibi, Eczacıbaşı ailesinin önderliğinde ancak çeşitli sanayici aileler, kuruluşlar ve bankaların da yer aldığı geniş bir katılımla kurulan İzmir Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) tarafından 1986'dan bu yana düzenleniyor. Festival, düzenlendiği mekânlar açısından tarihle de bağlantısını kurarak, bölgenin tanıtımına da katkı yapıyor. Bunlar arasında Efes Antik Tiyatrosu'ndan Çeşme Kalesi'ne kadar çok sayıda antik mekân bulunuyor.

Festival bu mekânların kullanımı konusunda ilgili Bakanlık ile Vakfın kurucuları arasında bulunan Valiliğin desteklerini alıyor. Festivalin en önemli destekçilerinden biri de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Belediye, pek çok gerekli hizmeti kendi olanaklarıyla üstlenerek öncelikle fiziksel bir destek sunuyor. Ege bölgesinin genel siyasal eğiliminin yansıması sonucu, yerel yönetimlerin desteği kuruluştan bu yana istikrarlı biçimde sürüyor.

Bazen bütün bir yaza yayarak, bazen Mayıs-Haziran aylarıyla sınırlanarak düzenlenen Festival, bugüne kadar yurtdışından çok sayıda önemli solist, orkestra ve benzeri toplulukları ağırladı. İKSEV, bu ilişkilerde, aynı ailenin bir üyesi olarak İKSV'nin yardımlarını da alıyor.

Festivalin afişe bir sanat yönetmeni ya da festival kurulu bulunmuyor. Vakıf ve Festivalin başkanlığını, İKSV'nin Başkanı Bülent Eczacıbaşı'nın kuzeni olan Filiz Eczacıbaşı Sarper yapıyor. Festivalle ilgili kararlar Vakıf yönetim kurulunda alınıyor. Vakıf 2016'da, etkinliklerinden biri olarak iki yılda bir düzenlediği Eczacıbaşı Beste Yarışması'nın final konserini de Festival programı içine aldı. Uluslararası  İzmir Festivali  Avrupa Festivaller Birliği 'nin üyesidir. 

 

ULUSLARARASI D-MARİN KLASİK MÜZİK FESTİVALİ:

Sanayi, ticaret ve finans alanlarında etkinlik gösteren bir büyük sermaye grubunun, çatısı altındaki çeşitli şirketlerin ortaklığıyla oluşturduğu özel bir festival olan D-Marin Festivali 2004'ten bu yana yapılıyor.

Doğuş Grubu’nun kurucu destekçisi olduğu Uluslararası D-Marin Klasik Müzik Festivali, bugüne kadar verilen irili-ufaklı 89 konsere ve 3 bin 800’ü aşkın sanatçıya evsahipliği yaptı. Festivalin merkez sahnesi, Turgutreis'te, grubun işlettiği marinanın 10 bin kişiye kadar alabilen büyük çekek yeri. Yaz aylarında yatlar denizde olduğu için bu alan büyük konserler için kullanılıyor. Ayrıca marina içinde yer alan küçük yapay bir anfitiyatroda günbatımı konserleri düzenleniyor. Geçen yıldan bu yana, sabah gündoğumu saatlerinde park konserleri de eklendi. Böylece günde üç konserle festivalde çok sayıda genç sanatçının katılımı da sağlanmış oluyor.

Başlangıçta sanat yönetmenleriyle çalışan Festival, geçen yıldan beri bu görevi, kendi grubu içine aldığı bir şirkete devretti. Bu şirket, etkinliğin sanatsal programlama ve planlamasını , değişik danışmanlar da kullanarak yapıyor veya yaptırıyor. Festival marinanın sınırları dışına taşıp, Bodrum yarımadasındaki başta Kale olmak üzere değişik mekânlara da yayılmaya başladı. 2016'dan itibaren çocuk ve yemek atölyelerinin, açık hava film gösterimlerinin, büyüklere masal dinletilerinin ve bir çağdaş sanat sergisinin de yer alacağı 8 gün sürecek Festival, böylece kapsama alanını da genişletiyor. 2009'dan bu yana Avrupa Festivaller Birliği üyesi olan Festival, Doğuş Grubu'nun bir sosyal sorumluluk projesi olarak sunuluyor ve bilet satış gelirleri Tohum Otizm Vakfı ile Bodrum Sağlık Vakfı'na bağışlanıyor. ( Bu Festival, Uluslararası Bodrum Festivali’ne dönüşmüştür.)

 

2- SİVİL TOPLUM, YEREL YÖNETİMLER, ÜNİVERSİTELER İLE YEREL SERMAYENİN KATILIM VE  DESTEĞİYLE OLUŞTURULMUŞ FESTİVALLER.

Mersin Uluslararası Müzik Festivali :

Mersin Uluslararası Müzik Festivali 2002 yılında Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin kuruluşunun 10. yıldönümünde başlatılan bir projenin kent tarafından benimsenmesi,  tabanının yaygınlaşmasıyla gelişerek devam etmiş ve 2016'da 15. kez yapılmıştır.

Merfest'i bir “imece festival” olarak nitelendirmek mümkündür. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği, Mersin Büyükşehir Belediyesi, bazı ilçe belediyeleri, Mersin Üniversitesi, Meslek Odaları ve dernekler Merfest'in ayakta durmasını sağlamaktadır. Bunun yanı sıra, Mersin'de irili ufaklı sanayi ve ticaret kuruluşları, olanakları ölçüsünde aynî ve nakdi katkı sağlamaktadır.

2007'de Avrupa Festivaller Birliği'ne kabul edilen Merfest, bilet satışlı konserlerin yanısıra izlemenin ücretsiz olduğu etkinlikler de yapmakta, Polifonik Korolar Şenliği'nin yanı sıra, altı yıldır Mersin ve çevresinden temalar saptayarak, dinleyicilerin oylarıyla sonucu belirlenen bir de beste yarışması düzenlemektedir.

Mersin'e dünyanın tanınmış sanatçılarının gelmesini sağlayan Merfest, son zamanlarda ülkedeki ekonomik ve siyasal gelişmelerden nasibini almaya başlamıştır. Özellikle bazı belediyelerin ayırdıkları kaynağı kısıtlaması, bazılarının da tümüyle kesmesi nedeniyle 2016 yılındaki 15. Festival, bütçesini yaklaşık yarı yarıya azaltmak durumunda kalmıştır.

Halen Merfest'in başkanlığını Sanat Etkinlikleri Derneği'nin  başkanı Selma Yağcı, sanat yönetmenliğini de Mersin DOB eski Müdürü Erdoğan Şanal yapmaktadır. Keman Sanatçısı Prof. Cihat Aşkın, şef İbrahim Yazıcı ve DOB eski Genel Müdürlerinden remzi Buharalı'dan oluşan bir de danışma kurulu mevcuttur.

ULUSLARARASI GÜMÜŞLÜK KLASİK MÜZİK FESTİVALİ:

Piyanist Eren Levendoğlu'nun yerleştiği Bodrum'un Gümüşlük beldesinde, yaz aylarını yörede geçiren devlet sanatçısı piyanist Gülsin Onay'ın danışmanlığında, kasabanın yerlilerinden Mesut Pekergin'in tahsis ettiği Eklisia adlı eski kilisede 2004 yılında küçük bir piyano festivali olarak yola çıkmıştır. 

Başlangıçtaki piyano ustalık sınıfı çalışmaları giderek diğer çalgılara genişletilmiş, festival artık Bodrum Yarımadası'nın değişik mekânlarında yılda ortalama 30 civarında etkinliğe evsahipliği yapar duruma gelmiştir. Yöredeki Antik Taşocağı'nı da konser mekanları arasına katarak binlerce kişiye hitap eder duruma gelen Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali, halen bünyesinde Gümüşlük Müzik Akademisi ve iki yılda bir düzenlenen Saygun piyano Yarışması'nı da barındırıyor.

Akademi'de ustalık sınıfı vermek üzere gelen yabancı müzisyenlerin bir kısmı, festivalin de sanatçıları olarak sahneye çıkıyor.

Festivalin çatı kuruluşu başlangıçta Gümüşlük Kültür ve Sanat Derneği iken, bu rolü artık Bodrum Klasik Müzik Derneği oynuyor.  Festival Bodrum Belediyesi, Bodrum Ticaret Odası, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Başbakanlık Tanıtma Fonu ve Bosch firması tarafından destekleniyor. THY ile  Bodrum'un bazı meslek kuruluşlarının da katkıları bulunuyor. Festival 2016'da  12. kez, Eren Levendoğlu'nun sanat yönetmenliği ve Gülsin Onay'ın sanat danışmanlığında düzenleniyor.

AFYON KLASİK MÜZİK FESTİVALİ 

Müzik öğretmeni Hüseyin Başkadem’in girişimleri sonucu,  küçük desteklerle başlattığı Festival, 2016'da  15. kez yapıldı. Günde üç kuşak halinde okul konserleri, söyleşiler ve akşam konserleri şeklinde, ilerdeki dinleyicisini de yetiştirme amaçlı bir program yapan Genel Sanat Yönetmeni Başkadem, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Valilik ve Belediye'nin yanısıra Afyon'daki bazı otel ve sanayi kuruluşlarının da destekleriyle bu etkinliği sürdürüyor. Festivale Türkiye'nin değişik kentlerindeki müzik okullarında öğretmenlik yapan yabancı müzisyenler de katılıyor. Son olarak Yıldız Teknik Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları bölümü de Festivali kendi kadrosuyla önemli katkı yaptı.

ULUSLARARASI MARSYAS KÜLTÜR SANAT VE MÜZİK FESTİVALİ 

Bu Festival, çok geniş yelpazeyi kapsamaya çalışarak, değişik bir model üzerine bina edilmiştir. Afyon Kocatepe Üniversitesi'nin Dinar Belediyesi işbirliğiyle düzenlediği Festivalde, klasik müzik, ögelerden sadece birini oluşturmaktadır.  AKÜ Devlet Konservatuvarı'nın geleneksel ve yerel müzikleri de içeren yapılanması, Festivale de yansımıştır. 

Afyon'da 15 yıldır Klasik Müzik ve Caz Festivallerinin düzenleniyor olması nedeniyle, tarihsel ve ekonomik anlamda gelişecek potansiyele sahip Dinar'ın bu Festival için merkez olarak seçilmesi akıllıca bir davranış olmuştur. Festival içinde pilot enstrüman olarak flütün seçilerek hem ulusal, hem uluslararası boyutta her yıl yarışma düzenlenmesi, Festivalin önemli özelliklerinden biri olarak gözükmektedir.

Üniversitenin ve Devlet kurumlarının desteği, Festivalin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, dengelerin iyi sağlanması, Festivalin giderek geleneksel ve yerel kültürün ağır bastığı bir konuma gelmesinin önlenmesidir.

 MARSYASS İÇİN ÖNERİLER:

Marsyass Festivali'nin kurumsallaşması ve uluslararası alanda tanınır hale gelebilmesi için  bazı öneriler şöyle sıralanabilir:

Ø Tarihin ilk müzik yarışmasının yapıldığı yer olan Dinar'da,  enstrümanlardan birinin flüt olmasının da yarattığı dayanaktan hareketle, flüt çalgısı, sadece yarışma bağlamında değil, ilçedeki müzik eğitimi alanında da başat hale getirilmelidir. 

Ø İlçedeki okullarda, yetenek taraması ve işitme testi uygulanarak, bu alanda gelişime açık çocuklar saptanarak, düzenlenecek özel kurslarla yetiştirilmelidir.

Ø Bu kurslarda yetişecek çocuklarla oluşturulacak flüt topluluklarıyla, festivalin sokakta-meydanda halkla kaynaşacağı renkli etkinlikler düzenlenebilir.

Ø Bu toplulukların seslendireceği zorluk derecesi yüksek olmayan, Türk folklorü esinli parçalar konuya gönül verecek bestecilerimizden katkı olarak istenebilir.

Ø Festivalin programı içinde de, yarışmanın yanısıra, flüt alanında ustalık sınıfları düzenlenmeli, böylece tıpkı Türkiye Gitar Buluşması örneğinde olduğu gibi, Dinar flüt alanında her yıl geniş katılımlı bir flüt buluşmasına ev sahipliği yapmalıdır.

Ø Flüt öğretimi verilen konservatuvar ve diğer eğitim kurumlarıyla daha yoğun ilişki ve iletişim kurularak, katılımın genişletilmesi sağlanmalıdır.

Ø Ustalık sınıfı ve festivalin flüt ağırlıklı klasik müzik bölümü belirli bir dönemi kapsasa da, genel etkinlikler yaz aylarına yayılarak, halkın açıkhava konserleriyle sanatla bir sezon boyu içiçe olması sağlanabilir. 

Ø Bu önerilerin hayata geçirilebilmesi için Dinar'da, konaklama anlamında yeni ve çağcıl koşulları taşıyan bir yatırıma gereksinim olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır. 

 

3- DEVLET SANAT KURUMLARI TARAFINDAN OLUŞTURULAN FESTİVALLER.

Bu başlık altında tümüyle Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği festivaller bulunuyor.

ULUSLARARASI ASPENDOS OPERA VE BALE FESTİVALİ :

Başlangıçta sadece ulusal olarak düzenlenen  festival daha sonra yurtdışından toplulukların da davet edilmesiyle uluslararası boyuta taşındı. Özellikle Antalya ve çevresindeki yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken festival, Türkiye'nin tanıtımı açısından da önemli işlev gördü. 

Bir süre parlak dönem yaşadıktan sonra, bütçe kesintileri, Kültür Bakanları'nın yeterli  ilgiyi göstermemesi, DOB'nde yönetim değişikliği gibi nedenlerle son üç yıldır sönükleşti. Yurtdışı katılım da yok derecek kadar azaldı. Uluslararası sıfatı , ancak birkaç yabancı sanatçının eserlerde rol alması ve bir yabancı topluluğun katılımı ile sürdürülmeye çalışılıyor. Festival 2016'da, 23. kez düzenleniyor.

ULUSLARARASI BODRUM BALE FESTİVALİ

Bodrum Kalesi'nde düzenlenen bu festival de, Aspendos'takiyle aynı nedenlerle sönükleştirildi. 2016'da 14. kez düzenlenecek festivalin “Uluslararası” sıfatı sadece adında kaldı. Sadece Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya DOB'lar tarafından bu yıl sahnelenmiş baleler Bodrum'a taşınıyor. Samsun DOB'dan ise katılım yok.

ULUSLARARASI İSTANBUL OPERA VE BALE FESTİVALİ 

Aynı devlet kurumu tarafından düzenleniyor olması sebebiyle, bu Festivalin de durumu farklı değil.

Parlak başlayıp Denizbank sponsorluğunda yurtdışından kaliteli katılımlarla sürdürülen bu Festival de diğerleriyle aynı akibete uğradı. DOB Genel Müdürlüğü'nde yönetim değiştikten sonra Denizbank sponsorluğunu geri çekti.

İstanbul'da ayrıca başlatılmış olan Uluslararası Bale Yarışması da bu yıldan itibaren Opera Festivali kapsamına alınarak etkinliğin adı değiştirildi. Planlama ve eşgüdüm eksikliği, açılışın DOB'un orkestralarından biriyle değil, GSGM'ne bağlı İDSO ile yapılmış  olmasından bile anlaşılabiliyor. Zamanlaması yapılırken Bayram tatili'nin dikkate alınmaması, açılıışta salonun boş kalmasına yol açtı. 

ESKİŞEHİR OPERA VE BALE GÜNLERİ

DOB Genel Müdürlüğü'nün Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile ortak çalışma sonucu başlattığı etkinlik, günümüze kadar 6 kez yapıldı. Bu festivalin giderleri Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ile DOB Genel Müdürlüğü arasında paylaşılıyor. Salonu da Eskişehir Büyükşehir Belediyesi tahsis ediyor. DOB Genel Müdürlüğü'ne bağlı Müdürlüklerin programlarından seçilen eserler Eskişehir'de sahneleniyor ve kapalı gişe oynuyor.

Bu dört Festivalden ilk üçü, yeterli ödenek ayrılmaması, tepeden kaynaklanan ilgisizlik, planlama yetersizliği gibi nedenlerle sürekli başaşağı gidiyor.

SONUÇ:

Sürdürülebilirlik açısından İstanbul, İzmir , D-Marin (Bodrum) ve Gümüşlük Festivalleri'nin yakın gelecekte bir sorun yaşaması olası görünmüyor. 

Ankara ve Mersin Festivalleri, ekonomik ve siyasal gelişmelerden etkilenmeme çabası içinde yeni tasarruf tedbirleri alarak devam edebiliyor. 

Devlet Sanat Kurumlarının giderek tahsis ettikleri kaynakları azaltması ve mental olarak çatıları altındaki  Festivallerine gerekli önemi vermemesi, bu alandaki Festivallerin geleceği hakkında kuşku yaratıyor.

Hükümetlerin, kültür-sanat politikaları konusundaki net duruşlarını tam olarak ortaya koyamamaları, Devlet Sanat Kurumları'nın geleceklerinin belirsizliği, yapılacak düzenlemelerin bakanların kişisel yaklaşımlarının ve bürokratların da etkisiyle netleşememesi, bu bakanlıkla yakından ilişkili olan Festivalleri de etkiliyor.

*Şefik Kahramankaptan

3 Haziran 2016, Dinar

*Gazeteci ve Sanat Yazarı, Librettist

Çağdaş Sanatlar Vakfı Başkanı (Bu görevi 2023’te sona ermiştir)

SCAMV Festival Kurulu Üyesi (Bu görevi 2024’te sona ermiştir)

 Not: Bildirideki bilgiler 2016 yılı Mayıs ayındaki duruma aittir.

 

***

 

Opera Solistleri Derneği (OPSOD) Çalıştay Bildirisi / 18-19 Mayıs 2011 /  Cermodern

  

TÜRK OPERASININ SORUNLARINA BAKIŞ (2011)

Şefik Kahramankaptan

Türkiye'de operanın 2011 yılındaki konumu, ülkenin genel durumundan soyutlanarak ele alınamaz. Bu nedenle sorunları, “Ülke yönetiminden kaynaklanan sorunlar” ve “ Operanın kendi sorunları” olmak üzere iki ana başlık altında incelemekte yarar var:

ÜLKE YÖNETİMİNDEN KAYNAKLANAN SORUNLAR:

Eğitim:

En büyük sorun, ilköğretimde ve lise öğretiminde sanat ve müzik konusuna önem verilmemesi, yeterli ders saati ayrılmaması, genç nüfusun küçük yaştan itibaren sanat dallarıyla ilgili kültür edinememesidir. Cumhuriyetin “uygar toplum” projesinden sapılmış olması, eğitim politikalarında konuların bütüncül ve yatay ilişkileriyle birlikte ele alınmaması, yapılan ve yapılacak sanatı izleyecek kitlelerin yetiştirilmiyor oluşuyla sonuçlanmaktadır.

Genç kitlenin, günümüzün en büyük vakit geçirme aracı olan Tv kanallarından bu alanda yararlanılabilmesi pek mümkün görülmemektedir. Çünkü manzara şudur:

“Sanat” kavramı yozlaştırılarak “eğlence”yle karıştırılmıştır. 

Yaygınlaşan özel TV ve radyoların büyük çoğunluğu eğitim-kültür görevlerini üstlerine almayarak reyting ve daha fazla reklam uğruna yoz ortama çanak tutmaktadır. 

Devlete ait TRT kurumu giderek “çağdaş” kavramını sadece “teknoloji” ile sınırlayıp, özde “geleneksel”e yönelmiştir. Klasik müzik yayınlarının yer aldığı devlet radyo kanalına bile arabesk reklamlar alınarak “rant” ve “gelir” ön plana çıkarılmaktadır.

Müzik ve opera eğitimi alanlar için eğlence sektörü dışında iş ve kadro olanakları yeterli değildir. Bu durum, gençlerin sanat eğitimine yönelmesini engellemekte, sanat dallarına girmek isteyen öğrenci sayısı azalmaktadır. 

“Nepotizm” uygulamaları sanat alanında bile, “akrabalık kan bağı”nın ötesinde “siyasal parti-cemaat” boyutuna taşınabilmektedir.

Müzik, opera ve balenin “günah” ve “ahlaksızlık” olduğu yolunda bir propaganda yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Sanat, müzik, opera-bale alanında dengelerin yeniden sağlanabilmesi, tıpkı yozlaşma sırasında yaşadığımız gibi, bir “süreç” gerektirmektedir. Böyle bir sürecin başlatılabilmesi ise, ülkedeki siyasal gelişmelere ve kurulacak hükümetlerin iknâ edilebilmesine bağlıdır.

Yapılması gerekenlerin başında, ilköğretim ve lise öğretiminde, yaş düzeylerine göre, anlaşılır bir “genel sanat dersi”nin konulması, müzik, sahne sanatları ve plastik sanatlarla ilgili temel bilgilerin verilmesi, yeterli müzik öğretmeninin yetiştirilip atanması, müzik derslerinin yeniden basit uygulamalı biçimde (mandolin) ilköğretime konulması yer almalıdır. İlköğretimde çocukların yeniden “şarkı” söylemesi, çocuk koroları kurularak toplumun tüm katmanlarından çocukların yararlanması ve öğrenmesi sağlanmalıdır. Bu alanda kurumların ve sivil kuruluşların çabasıyla var olan eldeki mevcut, 75 milyonluk Türkiye için “devede kulak” gibi kalmaktadır.

Yatırım:

Anadolu illerinde kültür merkezi adı altında inşa edilen binaların çoğu, kapsamlı sahne sanatlarının sergilenebilmesine olanak tanımamaktadır.

Gelip geçen değişik siyasal görüşlerdeki hükümetler, genellikle “ekonomik durum” ve “bütçe yetersizliği” gibi gerekçelerle opera-bale sanatlarının icra edileceği, yeterli teknolojik ve seyir olanaklarına sahip binaları inşa etmekten kaçınmaktadır.

En somut örnekler, temeli 9. Cumhurbaşkanı tarafından atılmış CSO binasının 11. Cumhurbaşkanı döneminde hâla bitirilmemiş olması, ulusal yarışmayla elde edilen projesi ayrıntılandırılıp Bayındırlık Bakanlığı'na teslim edilmiş olan Ankara Ulusal Operaevi için on yıldır ödenek ayrılmaması, temel atılmamış olmasıdır. İstanbul AKM'nin kaderine terkedilmiş bekleyişi, Türkiye'nin pek çok Avrupa ülkesinden daha büyük nüfusa sahip kentinde, operanın göçebe gibi sahneden sahneye dolaşmak, kapsamlı yapıtlardan uzaklaşmak zorunda bırakılışı, yıllar sonra tarih kitaplarında ilginç bir örnek olarak yer alabilir.

Sanat kurumları , erken Cumhuriyet dönemi ve sonrasında , çoğu başka amaçlarla yapılmış ve “tornistan” yöntemiyle elde edilmiş yetersiz binalarda etkinlik göstermekte ve temsil vermektedir. Avrupa Birliği'ne aday bir ülkenin Başkentinde, projeleri hazır olmasına karşın, yeterli bir operaevi ile devlet konser salonunun bulunmayışı, siyasal iktidarların uzun yıllardır bu konudaki “umursamazlığını” ya da “sessiz direnişini”, acı bir çelişki olarak ortaya koymaktadır.

Kahire'ye operaevi inşa etmiş “dede”lerimizin Osmanlı dönemindeki duyarlılıklarına karşın, günümüzde bu umursamazlığı aşmak için ne yapılması gerektiği, hükümetlerin nasıl “iknâ” edilebileceği herkes tarafından düşünülmelidir.

Kentine bir konser salonu kazandıran, operaevinin yapımına da başlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi gerçeği gözardı edilmemeli, aydınlık çizgideki yerel yönetimlerin, yanlış seçimler ve teknik hatalar yapmadan kurumların kullanabileceği sanat mekânları inşa etmesine ön ayak olunmalıdır.

OPERANIN KENDİ SORUNLARI:

Operamız son yıllarda, kendi olanakları çerçevesinde olumlu gelişmeler kaydetmiştir. Türkiye genelindeki mevcut örgütlenmesindeki başlıca birimler arasında eşgüdüm arttırılmış, yapıtların ve sanatçıların dönüşümü sağlanmıştır. Böylelikle daha az harcamayla daha çok iş yapılabilmesinin önü açılmıştır.

Türk bestecilerinin yıllardır birikmiş, oynanmadan, seslendirilmeden bekletilmiş yapıtlarının sahnelenmesi, niteliklerinin ortaya çıkması, en azından arşive belge olarak kazandırılması sağlanmıştır.

Aspendos'un yanısıra İstanbul'da opera festivali, uluslararası bale yarışması, Eskişehir opera festivali başlatılmıştır.

Bu olumlu gelişmelere karşın, dikkat edilmesi, önlem alınması gereken kimi gerçekleri de göz ardı etmemek lazımdır. Bir yapıtın beğenilip alkışlanmasını “tatmin edici” bulmakla yetinmemek, “şeytanın ayrıntılarda gizli olduğu” özdeyişini anımsamak gerekmektedir. Örnekleyelim:

Bazı ünvanlı kadrolar dolu olmakla birlikte, bu konularda yeterli hizmetin verilemediği görülmektedir. Bu konuların başında “Dramaturgi” gelmektedir. Başka görevlerde çalışanların sınıf değiştirerek ekonomik olanaklarının arttırılması ya da “rahat etmeleri” amacıyla, zaman içinde iyiniyetle yapılan uygulamalar, bu alanda hizmet yetersizliğine yol açmıştır. “Adama göre iş” yerine “işe göre adam” ilkesiyle hareket edilmelidir.

Yeni izleyiciyle birlikte, mevcut izleyicinin de eğitimi için yapılması gerekenler bulunmaktadır. İzleyici temsil öncesi bir kitapçık edinse bile okumaya vakti olmamaktadır. Günümüzde biletlerin çoğunun internet üzerinden satıldığı dikkate alınırsa, en azından bileti edinen izleyicinin elektronik posta adresine, önceden izleyeceği yapıtın konusu, kadrosu, ses renkleri gibi bilgiler gönderilebilir. Bu bilgiler web sitesine yüklenerek önceden ulaşılabilir hale getirilebilir.

Bastırılan kitapçıklara, eğitim açısından özen gösterilmeli, kadro listelerinde rollerin ses özellikleri belirtilmeli, sanatçı fotoğrafların altında da isimlerin yanısıra bu bilgiler verilmelidir. İzleyici böylelikle soprano ile mezzosoprano veya tenor ile bariton arasındaki farkı daha kolaylıkla öğrenip belleğine yerleştirecektir.

Kuruluş tarihleri eski olan müdürlükler başta olmak üzere, eldeki sanatçı kaynağının yeterince değerlendirilemediği, kast belirlemesinde geriye düşen, yaşları ilerlediği için tercih edilmeyen ya da fiziksel yetersizliğe düşenlerin “âtıl” kaldığı, ama fiilen ter dökenlerle aynı ücret ve özendirme ikramiyelerini aldıkları görülmektedir. Çözüm için yıllardır konuşulan, önerilen “temel maaş +verimlilik primi” sisteminin bir an önce uygulamaya konulabilmesi için gereken yapılmalıdır.

Hak kaybına yol açmayacak bir emeklilik yasası, kadroları boşaltacağı için geçici bir rahatlama yaratabilecektir. Ancak, her dönemde, eldeki insan kaynağından operanın sahnesi dışında eğitim çalışmalarında yararlanılması mümkündür. Pilot olarak seçilecek ilköğretim okullarında bu kaynağın sanat eğitimcisi olarak değerlendirilmesi için çaba gösterilmelidir. Böylece, iyi veya kötü niyetle zaman zaman ortaya atılan yıpratıcı iddialar için ortada bir dayanak da kalmayacaktır.

Ankara operasının kuruluş ve gelişim yıllarında çok önem verilen, iyi çalıştırıcıların davet edilerek, şancıların sürekli gelişiminin sağlanması uygulaması zaman içinde hız kesmiştir. Şancıların olgunluk döneminde bile iyi pedagolarla çalışmalarının nasıl düzey yükselttiği gerçeği dikkate alınarak, tüm müdürlüklerde bu konuya gereken önem verilmelidir.

Kıta Avrupasında, örneğin Almanya'da bir solistin haftada üç ayrı operanın temsilinde görev yaptığını görmekteyiz. Bizde ise bu sayı ayda bire kadar düşmektedir. Temsil sayılarının arttırılması için, repertuar saptaması, sahne kullanım olanaklarının arttırılması gibi önlemler üzerinde çalışılması gerekmektedir.

Altı müdürlüğün kadrolarında, yurtdışındaki operalarda konuk sanatçı olabilecek kapasitede çok sayıda solist bulunmaktadır. Hâlen davet alıp giden az sayıdaki solistimize yenilerinin eklenmesi, Türkiye'nin ve opera sanatında ulaşılan düzeyin tanıtılması açısından yararlı olacaktır. Bu alanda özendirici bir sistemin genel müdürlük bünyesinde oluşturulması yararlı olacaktır.

Opera Solistleri Derneği (OPSOD) Çalıştay Bildirisi / 18-19 Mayıs 2011 / Cermodern

  

Devamı BİLDİRİLER-2 'de...