Özgür düşünce, her tür dış baskıdan uzak, bağımsız bir beynin düşündükleridir. Düşünmek; sorgulamak, korkusuzca soru sorabilmektir. Yetişkinlerin bilincine sahip olmamakla birlikte çocuklar insanı şaşırtan sorular sorarlar:
''Madem ki iki gözümüz var, neden iki şey görmüyoruz?" "Eğer ben gökyüzüne gitseydim, Tanrı benim oraya çıkmama engel olabilir miydi?" "Tanrı neden acaba şeytanı öldürmüyor? O zaman yeryüzünde kötülükten eser kalmazdı."*
Anlayıp kavrama ve derin düşünebilme filizlerinin tohumları niteliğindeki benzer sorular soran çocukların, ergenlik çağına doğru doğallıklarını yitirmeye başlamaları; inançların, geleneklerin, yasaların, “mahalle baskısı”nın etkisinden kendilerini kurtaramayan “büyüklerin”, onların da kendileri gibi düşünüp davranmalarını beklemelerindendir. Oysa “doğa, akıl, duygu ve oyun varlığı” olan çocuk, yetişkinin küçültülmüşü değil, kendine özgü masalsı imgelem dünyasında doludizgin at koşturan başka bir varlıktır ve yaşamla ilgili deneyimlerinin çoğunu da beslenme kadar önemli olan oyun yoluyla kazanır. İçine gömüldüğü coşku dolu dünyasında özgürlüğünü yaşayarak kendi iç evrenini ve yaratıcı güçlerini keşfederken, dış evreni de keşfetme olanağı da bulur. Bunun da en ekonomik ve kestirme yolu insanın sanat yoluyla eğitimidir. Ancak ölümü kutsal, dünya yaşamını boş sayan dinsel eğitimin okul öncesine dek indirilmesiyle, yaşama sevincinden koparılan ve soyut Cennet-Cehennem kavramlarıyla suçluluk ve korku dünyasına itilen çocuklar, düşünmeden inanmaya, boyun eğmeye koşullandırılmaktalar. “Her okula mescit, annemle dinimi öğreniyorum, umre turları, armağanlı cami ziyaretleri, örtünme özgürlüğü” adı altındaki girişimler, din ve ahlak bilgisi amaçlı değil, dinsel yaşam kurallarını erken yaşlarda bilinçaltına yerleştirme uygulamalardır. Biliyorlar ki: “Çocuklar, yeni dökülmüş beton gibidir; üzerine ne düşerse iz bırakır.”
“Çocuğun doğasını göz ardı ederek onu skolastik eğitime zorlamak, onu topluma zararlı kılmaktır.” Yalan dünya dedikleri gerçek yaşamla “ahiret” arasında şaşkına dönen sarsaklardan, ne bilim insanı ne düşünür ne de uygar insan çıkar! Çocukluğunu yaşamayanların; uyum sağlama, paylaşma, bağımsız kişilik geliştirebilme ve istenç (irade) varlığı olarak karar verebilme; ahlâk, vicdan, hak-hukuk gibi değer yargılarını tanıyabilme, sorun çözebilme gibi konularda sıkıntı yaşadıkları bilinmektedir.
Özellikle 5-8 yaş çocuklarının, duygusal gelişimlerini tamamlayabilmeleri için resim, müzik, hareket (dans) yoluyla kendini gerçekleştirme ve dilsel anlatım gelişimini de kapsayan; dış etkilere en açık oldukları bu evre; sanat eğitimi yoluyla estetik duyarlık, yaratıcılık, düşünme ve ahlaksal davranış kazandırma eğitimi açısından savsaklanmaması gereken en önemli dönemdir.
İlişkileri sezme gücü ve özgün kişilik kazandıran sanat eğitiminin önemli amaçlarından biri de özgürleştirmektir. İnsana, kendi aklıyla düşünebilme yetisi ve özgüven kazandıramayan eğitim aptallaştırır. Unutulmaması gerekense, geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitimi, hurilerle dolu bir Cennet ve günahkârlar için Cehennem ateşinden oluşan bir “Ahiret” inancıyla diz çöküp dua edenlerin değil, bilimin ışığıyla aydınlanmış "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmekle yükümlü eğitimcilerin işidir.
ZAFER GENÇAYDIN
8 Mayıs 2023, Ankara
*Jean Guitton, Düşünme Sanatı, s. 33. Çev. Cevdet Perin, Remzi K. 1968, İstanbul.