Çoktandır bekleyen Türkçe kaptı köşeyi.
Sina Akyol hayattaydı. Köşeye yazacak pek çok konu vardı, aralarından seçemediğimi söylemiş, hepsini saymıştım. “Türkçe’yi yaz” demişti. Öteki konular güncelliğini yitirdi, Türkçe ise hep gündemde; dilimde, gönlümde... O günden bu yana birkaç kez başlayıp yarıda bıraktım. Bu kez bitireyim. Söylenecekler öyle çok ki, bir yazı dizisi olabilir.
Kulağımda Türk sanat müziğinden sesler, sözler birbirine karışıyor: Şevket Bey’in bestesi “Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz”ın ardından Hacı Arif Bey’den “Çare bulunmaz bilirim yâreme”… Bizim kuşak, eskilerin kullandığı dili de bilirdik; lisenin Fen bölümünde bile Divan Edebiyatı okumuştuk: Türkçe “gönül” sözcüğünün Farsça’daki karşılığının “dil” olduğunu öğrenmiştik. Türkçe’ye gönül vermiş bizler, dilimizin yaralanmış olmasından dolayı acı çekiyoruz.
TRT’de program yapımcılığına birlikte başladığımız arkadaşlarımdan Ramazan Bakkal “dil yâresine çare” arayanlardan biri: Dilimizi İngilizce’nin istilasına karşı savunmak için kolları sıvadı şu günlerde. Bana da çağrı yaptı.
Osmanlı “aydın”ları bilgilerini, okumuşluklarını göstermek için olsa gerek, Türkçe’ye bolca Farsça, Arapça sözcük katmışlardı. 19. yüzyılın sonunda Fransızca sözler kullanmak “aydın”lık ölçütü sayıldı. Fransızca sözcüklerle konuşma modası bütün dünyada olduğu gibi bizde de yayıldı. Ses uyumu Türkçe’ninkine benzediği için bazı sözcükler yerleşti: “pantalon” oldu “pantolon”; “pardon”, “kamyon”, “otobüs” değişime uğramadı; “şömendöfer”, “şimendifer”e dönüşse de benimsenemedi, çevirisi yapıldı: “demiryolu” oldu, vb.

İstanbul'da bir duvar yazısı
Günümüz “aydın”ları ise bilgilerini, okumuşluklarını göstermek için konuşmalarına, yazılarına İngilizce sözcük katarken bazan o sözcükleri Fransız sesine uydurup kullanıyorlar. Ortaya hiçbir dilde olmayan yeni sözcükler çıkmış oluyor. Sözgelimi, ürettiklerini sürekli alıcılarına duyurmak için uzun elektronik postalar gönderen bir hanım, bir mektubunda “geçen ‘mail’imdeki şu bölümü ignore edin” yazıyor. Dayanamayıp “bu yabancı sözcüğü kullanmak yerine ‘görmezden gelin’ diyebilirdiniz” tepkisini verenlere öfkeleniyor: “Artık bu sözcük Türkçe’ye girdi, herkes biliyor, küflenmiş sözleri kullanmaya gerek yok” karşılığı vererek müşterisini yazışma listesinden çıkarıyor! (“ignore”ye gelince, bilenlerden özür dileyerek söyleyelim: Fransızca’da “habersiz olmak, bilmemek” anlamına da gelen sözcük mastarlı biçimiyle “inyore”, mastarsız “inyor” olarak okunurken İngilizce “ignoor” olarak okunur; bizim çokbilmişler İngilizce yazıldığı gibi söyleyip İngilizce yazarak dilimize bir sözcük kattıklarını düşünüyorlar. Oysa, harf devriminin eşsiz dilimize kattığı güzelliklerden biri, okunduğu gibi yazılmasıdır.)

Amsterdam'ın en eski otelinin adı Fransızca
19. yüzyıl sonunun uluslararası iletişim dili Fransızca idi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra onun yerini İngilizce aldı. Uluslararası toplantılarda, genellikle, ortak dil olan İngilizce ile konuşulup anlaşılır. 21. yüzyılın başında, EBU (Avrupa Yayıncılar Birliği) toplantılarında, eski Doğu Bloku üyesi Avrupa ülkelerinden geldikleri için hepsi de ikinci dil olarak çok iyi Rusça öğrenmiş katılımcıların kendi aralarında bile İngilizce konuşmaları dikkatimi çekmişti. Geçmişteki Rus baskısına duydukları tepkinin belirtisi olmalıydı bu durum. Öte yandan, yine eski Doğu Bloku’nun farklı ülkelerinden gelip Türkiye’de çocuk bakıcılığı yapanlar çocuk parklarında birbirleriyle Rus dilinde anlaşıyorlardı. Belli ki, İngilizce oralarda da daha iyi eğitim görmüşlerin öğrendikleri dildi.
İnsanların birbirleriyle anlaşmak için ortak bir dil kullanmaları gerekir. Bu uluslararası iletişim dili günümüzde İngilizce... Bunda bir sorun yok. Çocukların küçük yaşta birkaç dil öğrenmelerinin daha kolay olduğunu da biliyoruz. Ana babaların çocuklarının erken yaşta uluslararası iletişim dilini öğrenmesini istemeleri de anlaşılabilir. Ama anadili Türkçe olan annelerin 2-3 yaşındaki çocuklarıyla Türkiye’de sokakta İngilizce konuşmasını anlayabildiğimi söyleyemem. Çocuğa anadil duygusunu vermek gerekir: Deyimleriyle sözcük oyunlarıyla dilini duyup öğrenen çocuk dilini sever. Annesiyle başka bir dilde iletişim kuran çocuk sizce hangi dili sever? Ayrıca, o anne her duyguyu aktaracak incelikte biliyor mudur İngilizce’yi? Onun yerine çocukla Türkçe konuşup ona İngilizce kitap okunabilir belki… Çocuğunun erken yaşta İngilizce öğrenmesini isteyenlere önerilecek doğru bir yöntem vardır kesinlikle. Bu konu başlı başına ele alınması gereken bir konu…
Haberleşmenin hızlanması, Doğu- Batı bloklarının yıkılmasından sonra küreselleşme hızlandı; ABD’de ya da Avrupa’da tasarlanan ürünler Asya’da üretildikten sonra tüm dünyada satılır oldu. Dünyanın apayrı noktalarında aynı marka ayakkabıyı giyenler aynı anda aynı marka cep telefonunda aynı olayı izlemeye başladılar. Bu küreselleşme çağında İngilizce ortak iletişim aracı olarak belirince işyerlerinde bolca İngilizce kullanma modası da ortaya çıktı. Böylece, kişinin ve kurumun -saygınlığına ayrıca bir “şıklık” ekleyerek- uluslararası toplumda kendine yer bulduğu, en son gelişmeleri izlediği, tüm yeniliklerden haberli olduğu izlenimi veriyor sayıldı. (1)
Yine 1990’larda “dil manzarası” kavramı ortaya çıktı. (2) Bir yerin dil manzarasını ya da bir yerdeki dilsel manzarayı oradaki kamusal alanda yer alan tabelalar, işaret levhaları, afişler, vitrinler vb’de yer alan diller belirliyor. Bunlar o yerin toplumsal-dilsel yapısını belirtiyor, kimliğini gösteriyor. Hem küreselleşme, hem de göçler sonucunda orta ölçekli kentlerin bile çok dilli olması pek çok araştırmacının konuya ilgi duymasına yol açtı. (Bu arada, büyükşehir –metropol- kavramının çok kültürlülüğü içerdiğine dikkat çekelim; bizim topraklarımızın -özellikle dünyanın en eski büyükşehirlerinden İstanbul’umuzun- yüzlerce yıldır çok dilli olduğuna değinmeden geçmeyelim.)
30 yıldır bütün dünyada – İtalya’dan Bulgaristan’a, Irak’tan Meksika’ya, İsveç’ten Tunus’a- dil manzarası konusunda araştırmalar yapılıyor.

ABD'den bir görüntü:
Dil manzarası araştırmaları gösteriyor ki, sözgelimi bir Irak kentinin sokaklarında İngilizce epeyce görünür bir dil olsa da New York’un bazı semtlerinde Çince, Korece yazıların arasında zor seçilir duruma gelmiş. Öte yandan, 24 resmî dilin kullanıldığı Avrupa Birliği’nde bunların dışında 60 kadar yerel dil ile azınlık dili konuşuluyor. Bu nedenle, AB ülkelerinde, yollardaki levhalardan vitrinlerdeki yazılara dek çok farklı dillere rastlanabiliyor.

Berlin duvarlarından görüntü
Yabancı dillerin yerel dili işgali konusuna gelince, Almanca’nın bu işgalden korunma çabası başlı başına incelenecek bir konu ama burada da kısaca değinilmeli… 1885’te kurulan Alman dil derneği Algemeiner Deutsche Sprachverein’a Immanuel Kant’ın 18. yüzyılda söylediği şu söz yol gösteriyor: “Bir topluma yapılabilecek en büyük kötülük, ulusal kimliğini ve dilinin özelliklerini elinden almaktır.” Dernek, Almanca’yı Fransızca sözcüklerden arındırmayı amaç edinir: Bizim de kullanageldiğimiz ‘bilet’, ‘peron’ vb sözcüklerin yerine türetilen Almanca sözcüklerin yerleşmesi sağlanır. Ancak, ilginçtir, “milliyetçi” Hitler yönetiminde, Dernek çalışmalarına son verilir. 1940’da Nazi yönetimi, “uzun zamandır Almanca’nın bir parçası olan sözcüklerin değiştirilmesini” onaylamadığını açıklar! Yıllar sonra, küreselleşmenin hız kazandığı 1997’de Alman dilini yine yabancı dillerin –bu kez İngilizce’nin- etkisinden korumak için bir dernek kurulur: Alman Dilini Koruma Derneği… Dernek, 2000 yılında adını Alman Dil Derneği (VDS) olarak değiştirir. Bu Dernek, Almanca’nın İngilizce’yle karışık bir tuhaf dile (Denglisch) dönüşmesinin (3), ses ve yazımının bozulmasının önüne geçmeye çalışırken yabancı sözcüklerin kullanımını tümüyle yadsımıyor: Bir boşluğu doldurdukları sürece yabancı sözcüklerin benimsenebileceği görüşünü taşıyor.
ABD’de yaşayan Kongo doğumlu dilci Profesör Salikoko Mufwene’in dediği gibi, aslında, diller birbirini öldürmüyor, insanlar dilleri konuşarak, yazarak öldürüyorlar.
Dil uzmanları Türkçe’mize hayranlık duyuyorlar; ama anadili Türkçe olanlar, bu güzelim dile hoyrat davranıyorlar: Anadiline sevgi duymayıp sevginin gereği olan saygıyı göstermeyenlerce yıpratılıyor Türkçe – hem yalnızca yalan yanlış İngilizce sözcük kullanarak değil; yalan yanlış Arapça, Farsça, Türkçe sözcükler kullanarak da… Bununla ilgili bitmez tükenmez örnekleri vermeye kalksak her gün bir yazı yazmak bile yetmez.
“Dil yâresine çare” ana kucağında başlıyor, sanırım.
Ziya Gökalp’in dediği gibi,
“Başka dile uymaz annenin sesi,
Her sözün ararsan vardır Türkçesi”
MİNA TANSEL
6 Temmuz 2025, Ankara
- Ali Fuad Selvi’nin ODTÜ’de hazırladığı 2007 tarihli Türkiye’de İşyerlerine İsim Vermenin Çok Yönlü Toplumsal Dilsel İncelemesi başlıklı Yüksek Lisans Tezi
- Bilmek isteyenler için bu terimin İngilizce’si Linguistic Landscape (LL), Fransızcası Paysage Linguistique)
- “Denglisch” akla “Türkilizce”yi getiriyor. Bkz. Cemal Özgüven, Osmanlı Türkçesinden Türkilizce’ye (Dilimizin Karman Çorman Serüveni) (Cinius Yayınları, 2023)




























