Ortaçağ Din adamlarıyla Modern Türkiye ilahiyatçılarının
“Müzik” hakkındaki Görüşleri Neden Örtüşüyor?
Yazıya başlarken Ortaçağ hakkında bilinenleri çok kısada olsa özetlemek isterim. Batı Roma İmparatorluğu 400’lü yıllarda çökünce Avrupa’da Antik Yunan ve Roma dönemlerindeki bilim, sanat, hukuk, yönetim ve felsefedeki gelişimler kesintiye uğramış hatta gerilemeye başlamıştı. Antik Yunan’ın ayırt edici özellikleri ve çağdaş dünyayı oluşturan demokratik değerlerinin bir çoğu M.Ö. 1000-1200 yıllarında Batı Anadolu’nun oniki kentinde kurulan İyonyalılar tarafından geliştirilmişti. “Anadolu Medeniyeti” diye anılan uygarlıklardan biri olan İyonya’da hükmeden ya da hükmedilen yoktu (izonomi). Özgür düşüncenin sonucu Anadolulu hemşehrilerimizden Heredot tarihte, Diojen felsefede, Tales ve Pisagor matematikte, Hipokrat ise tıpta bilimsel düşüncenin temellerini atmıştı. Karatani, İyonya uygarlığı olmasaydı 'Atina’daki bilim, sanat ve felsefe belki de bu ölçüde gelişemeyecekti' der (Karatani 2017: 28).
Logos ve Mitos
Batı Roma İmparatorluğu çöktükten sonra Avrupa’da Hıristiyanlık dini, akıl dışı öğretilerini felsefe aracılığıyla temellendirmek istiyordu. Felsefenin görevi kilisenin bu tür bağnaz ideolojilerini akılcı bir yolla açıklamaya çalışmaktı. Böylece Avrupa bilimden, akılcı düşünceden giderek uzaklaşmış, sıkı sıkıya dine bağlı bir kültür oluşmuştu. Antik Yunan’da özellikle Sokrates’in (M.Ö. 469-399) çok önemsediği logos (akıl yürütmek) yerini mitos’a (söylence) bırakınca Ortaçağ dogmalarının toplum üzerindeki baskısı giderek arttı. İnsanlar din uğruna Sivas’ta olduğu gibi diri diri yakıldı.
Böylesine bağnaz bir ortamda yine Anadolu topraklarında doğan Antakyalı John Chrysostom (347-407) önemli bir Hıristiyan piskoposu ve vaizi olarak dikkat çekiyordu. Ortodoks kilisesi daha sonra onu bir ‘aziz’ olarak onurlandırmıştı. Bu dönemdeki piskopos ve yazarların çoğu dönemin ideolojisi gereği müzik aletlerinin kullanılmasına karşıydı. Özellikle kilisenin ileri gelenleri çalgıcıların şölenler ve tiyatrolar gibi ‘ahlak dışı ortamlarda’ çalmalarını hiç hoş karşılamıyorlardı. Antakyalı John Chrysostom’un çalgı müziğini “şeytanın çöp yığını” olarak tanımlaması; Sicca’lı Arnobius’un da (ölümü yaklaşık 330) çalgı müziğinin erkekleri ‘erkek fahişe’ kadınları ise ‘sürtük’ haline getirdiğini ileri sürmesi Ortaçağ’da kilisenin müziğe karşı ne denli tepkili ve bağnaz bir tavır takındığını gösterir (Lord ve Snelson 2018: 17).
“Esir ve alçak” olmamak için şiarımız “akıl, mantık, zeka ile hareket etmek”
Binlerce yıl önce Antik Yunan Felsefesinin kurucusu sayılan Sokrates’in önemsediği logos’un Batı uygarlığının temelini oluşturduğunu yinelemek isterim. Logos bilimsel düşünce ve gelişmeye imkan veren ‘rasyonel’ düşüncedir. Bilimsel düşüncenin günlük yaşama uygulanması ise ‘teknoloji’ ve ekonomik refah getirir. ‘Rasyonel Devlet’ yönetimi de rasyonel düşüncenin bir sonucudur. ‘Aydınlanma Devrimini’ başlatan Mustafa Kemal Atatürk 30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da bakın neler söylüyor:
Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen ufak parçalardan yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen medeniyetin güç ve yüceliğinde yüzleşmesi ortaçağ anlayışlarıyla, ilkel uydurmalarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir ve alçak olmaya mahkûmdurlar... (Bozkır 2010: 118).
“…akıl, mantık, zeka ile hareket etmek şiarımızdır” sözlerini her fırsatta yineleyen Atatürk ‘pozitif bilim’ ve araştırmanın önemini vurgulamıştır (Karal 1946: 54). Türk Tarih Kurumu Başkanlığına atadığı (1935) Cemil C. Çambel de aydınlanmanın Ortaçağ’a özgü olan yaşam sisteminin yıkılması anlamına geldiğini söyler:
“…Ortaçağa has hayat sistemini yıkmak, ilimde ve sanatta bütün eski ve yeni her türlü fikir ve ruh esirliğinden kurtulmak…demektir” (Çambel 1987: 30).
1925 Kastamonu nutkunda Atatürk: Efendiler ...iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir (Bozkır 2010: 122).
“FİLAN VEYA FALAN ŞEYHİN UYARMASI” MADDİ VE MANEVİ MUTLULUK GETİRMİYOR-
1789 Fransız, 1917 Bolşevik ve 1953’teki Küba ve diğer devrim liderlerinin hiç biri yaptıkları değişiklikleri toplumlarının müzikteki değişiklikleri alabilmesi ile ölçmeyi düşünmediler. Atatürk ise: Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü müzikte değişikliği alabilmesi kavrayabilmesidir der. Atatürk, müziği uygarlığın en yüksek ölçütü olarak almıştır. Bir başka konuşmasında:
Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum...
http://ankaenstitusu.com/wp-content/uploads/2016/06/soylev_ve_demecleri.pdf
Atatürk şeyh ve tarikatların uygar bir toplumda yerlerinin olmadığını söyler. Oysa ki, eğitim politikası uzmanı Prof. Dr. Esergül Balcı’nın 2018’de hazırladığı rapor Türkiye’de belli başlı 30 tarikat ve onlara bağlı 400 kolun varlığını; yalnız İstanbul’da açıktan faaliyet yürüten tekke sayısının 445 olduğunu, Türkiye’de 2,6 milyondan fazla kişinin bir tarikat ya da cemaat ile organik bağlarının bulunduğunu ortaya koyar*.
26 Ocak 2014’de TBMM Başkanı iken Bursa’da cemaatlere yönelik bir konuşma yapan Bülent Arınç, “Biz varsak, siz varsınız, biz yoksak siz de yoksunuz**” diyerek hükümetin ideolojisini açıklar. Günümüzde din ve dünya işlerini birbirinden ayırmak istemeyen iktidar sahipleri, İmam-Hatip öğrencilerinin sayısını 5 yılda 5 kat , İlahiyat Fakültelerinin sayısını ise 8 yılda 5 kat arttırdı *** Cami sayışı hızı ise nüfus artış hızının üzerinde artarak 90,000 oldu (Birgün, 03.01.2018). Kur’an Kurslarına da 2017-2018 eğitim öğretim yılında 4 milyona yakın öğrenci katıldı.
Yukarıdaki veriler rasyonel düşüncenin yerini “dinsel öğretilere” bıraktığını açık seçik gösteriyor. Bu olguyu diğer alanlarda olduğu gibi müzikte de görüyoruz. İlahiyat Fakültelerinde İslam Hukuku Öğretim üyeleri, Müftü yardımcıları, gazete ve kitap yazarları hükümet ideolojisini Ortaçağ’ın yobaz piskoposları ile yarışırcasına dile getirmektedirler. Örneğin, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Orhan Çeker: ”Müzik için haram diyemeyiz ama helâl de diyemeyiz. İçeriği İslâm’a uygun olmalıdır, ama kadın sesi içeren müzik kesinlikle caiz değildir”
*https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-%C5%9Firketle%C5%9Fen-tarikat-ve-cemaatler/a-49885320 **
https://www.haberler.com/
***https://www.sehirmedya.com; https://www.evrensel.net/haber/372521/
****https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2018/09/08/kuran-kurslarinda-1-yilda-4-milyon-kisiye-egitim/.
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Döndüren: “Çalgı aletleri, bunları çalmak, satmak ya da şarkı söylemekten para kazanmak, nefsi azdıran, örneğin diri bir kadının ya da şarabın heyecan verici niteliklerini anlatan şarkılar, çalgısız dahi olsa caiz değildir.”
Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ekrem Buğra Ekinci:”Şarkı, ancak çalgı ve kadın sesi içermiyor, sözleri de dinen sakıncalı değilse dinlenebilir.”
Türkiye Gazetesi “ilim” (?) yazarı Mehmet Ali Demirbaş: “Müzik ne kelime, ilâhi bile haramdır.”
İstanbul Müftü yardımcısı, Yeni Cami ve Şehzadebaşı Camii vaizi Timurtaş Hoca: “Okullara müzik dersi koyanlar inşaallah Cenab-ı Hak’kın gazabına uğrayacaklar!”
Eski Beyoğlu Belediye Başkanı’nın babası ve “İslâm’da Seks” kitabının yazarı Ali Rıza Demircan: “İş yerlerinin telefonlarında arayanı bekletme süresi içinde İslâm zaviyesinden sakıncalı olabilecek türden müzik çalınmamalı.”.
İslâm Hukuku profesörü Hayrettin Karaman: “Hanefî mezhebine göre müziğin icrası da, dinlenmesi de haramdır. Bir değneğin, bir çubuğun bir yere ahenkli bir şekilde vurulması bile bu hükme dahildir ve haramdır.” (https:/odatv.com/iste-muzik-dusmani-ilahiyatcilar-1212171200.html)
Sözün özü: Avrupa’nın yobaz tutumu ‘Yeniden Doğuş’ ya da ‘Aydınlanma Devrimi’ anlamına gelen Rönesans ile son buldu. Türkiye’de ise 1925’te başlayan Aydınlanma Devrimi son bulmak üzeredir. Dinci kadroların devlet kurumlarını ele geçirmesi ile Türkiye laiklikten giderek uzaklaşmaktadır. Bu süreçte dini değerlerin alabildiğine yüceltilmesi ile kadın cinayetleri arasında sıkı ilişkilerin olduğunu düşünüyorum. Oysa Rönesans ile birlikte Avrupa ve daha sonra Cumhuriyet Türkiyesi’nde din ve dünya işleri birbirinden ayrılmış, insanlar dinin akıl almaz baskısından kurtularak ‘dinsel öğretilerden’ eleştirisel düşünceye geçmeye çalışmışlardır. Avrupa’da bilimsel sorgulamaya olanak sağlayan eleştirisel düşünce 1770’lerde İngiltere’de başlayan ve daha sonra tüm kıtaya yayılan Endüstri Devrimini hazırlamıştır. Modern Türkiye İlahiyatçıları ise Antakyalı John Chrysostom (347-407) ile yarışırcasına bir değneğin bir yere ahenkli bir şekilde vurulması haramdır gibi akıl dışı, bağnaz yorumlar yapmakta ve Türkiye giderek endüstri devriminden uzaklaşmaktadır.
YILDIRAY ERDENER
21 Ekim 2019, İstanbul
Kaynakça
Bozkır Gürcan. ÇTTAD, (Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi), Cilt: IX, Sayı: 20-21, (2010/Bahar-Güz), Sayfalar: 109-126.
Çambel, Hasan Cemil, Makaleler, Hatıralar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1987.
Karal, Enver Ziya-Afet İnan. Atatürk’ün Siyaset Üzerine Düşünceleri. Ankara: 1946.
Karatani Kojin, İzonomi ve Felsefenin Kökenleri. Çeviri ahmet Nüvit Bingöl, İstanbul: Metis, 2017.
Lord Maria ve John Snelson, Müziğin Öyküsü. Çeviri Deniz Öztürk.
İstanbul: Hep kitap, 2018.