“Beni çoban yapsınlar kızların sürüsüne”:
Türkülerde erkeklerin kadınlara bakışı
Halk türküleri dilden dile, telden tele aktarılan sözlü ezgilerdir. Türkü güfteleri sözlü tarihçiler için belgesel bir nitelik taşır. Cahit Öztelli 1976 yılında Milliyet yayınlarından çıkan Uyan Padişahım adlı kitabında Padişahlar ile Osmanlı tarihini kaydeden Vak’a Nüvislerin Anadolu halkının savaşlar ve diğer toplumsal sorunlar hakkında fazla bir şey bilmediklerini ileri sürer. Bedri Rahmi Eyüboğlu ise memleketin durumunu türkülerden öğrenilebileceğimizi söyler:
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil,
Türkülerde ara Yemen’i
Öleni kalanı, gidip te gelmeyeni.
Kadınların ahvalini de türkülerden öğrenebiliriz. Türküleri kimin yaktığı bilinmez ama türküyü yakan kişinin bir güzelin sevdasına yandığını, alıp kaçmaya karar verdiğini söylemesi onun bir erkek olduğunu belli eder. Yeni bir türkü gerek ezgi ve gerekse sözlerinin temel taşları değiştirilmeden söyleyenlerin ve dinleyenlerin beğenileri doğrultusunda değişir ve beğenilmeyen türküler tamamen unutulup gider.
“Peygamber Tavukları”
Unutulmayan türküler ise tarih arşivi gibidir ve geçmişteki insanların toplumsal ve kültürel deneyimlerinden süzülerek günümüze dek gelir. Bir çok türkü erkeklerin kadınlara bakışını açık ve yalın bir dille anlatır. Örneğin; kimi türkülerde kaz sürüsü gibi kız sürüsünden sözedilir: “Armudun iyisine/Göz koydum birisine/Beni çoban yapsınlar/ kızların sürüsüne” ya da “Sürü sürü o kızlar, sürmelidir o gözler.” Hayvanlara “çobanlık” yapılır. Ne yazık ki bu tür söylemlere halk kültüründe sıkça rastlanır. Erkekler hiçbir zaman “Peygamber horozları” olarak dillendirilmezler ama kadınlar “Peygamber tavukları” olarak pencereden bakarlar:
Ben başıma koyamam kadife kavukları
Pencereden bakıyor peygamber tavukları.
Genç kızlar ise tavuk bile olamazlar onlara “ferik” denir: “Bir emmim kızı var taze feriktir”; “Yar ben nasıl ayrıldım senin gibi ferikten?” Eğer kızlar ehil bir kuş değillerse yemek için avlanılması gereken kekliktirler: “Makarada ipliğim/As’ye benim kekliğim”; “Yumak yumak ipliğim/Nerde kaldın kekliğim?”
Keklik doğada yeteri kadar yiyecek bulup yaşamını sürdürebilir ama kümesteki ferik ya da tavukların sahipleri tarafından beslenmesi gerekir: “Seni bana verseler/Kölen olur beslerim”; “Kahve bulamazsam kenger (deve dikeni) içerim/Elbet ben de bir gülümü beslerim”; “Ana besler el gönenir/Kuşak bele dört dolanır.”
“Kümesten”ten çıkmak
Kadınların para kazanıp yaşamlarını özgür bireyler olarak sürdürebilmeleri için herkese açık kamusal alanlara, yani kümesten (evden) dışarı çıkmaları gerekir ama çıkamazlar: “Dama bulgur sererler/Çıkma boyun görerler.” Karacaoğlan yaklaşık üç yüz yıl önce (1606-1679): “Güzel ne güzel olmuşsun/Görülmeyi görülmeyi/ Zülüflerin tel tel olmuş/Örülmeyi örülmeyi” der. Bir zorunluluk yoksa kadınların evden çıkmaması beklenir. Bir Hadis: “Kadınların zaruret dışında sokağa çıkmaktan nasipleri yoktur” der (İbn-i Ömer, www.muminem.net/islamda-ve-dunyada-kadın. Başka bir Hadiste de “Kadınların cihadı evde oturmaktır” hükmü vardır. Kadınların bir “tutsak” gibi dört duvar arasında kalmaları istenir. Bir “zaruret” halinde dışarı çıkarlarsa, dört duvar arasındaki tutsaklık görülmez ama devam eder. Tarihsel süreç içinde ataerkil toplum yapısının kuralları türkülere yansımış ve günümüze dek gelmiştir. Bu nedenle yukarıdaki örnekte olduğu gibi kimi kırsal kesimlerde bugün bile dama bulgur sererken kadının görülmemesi istenir.
“Mal” olarak kadının değeri 500 TL civarında
Bazı türkü sözlerinin dili kadını insan değil de sanki başka bir yaratıkmış gibi tanımlar. Bilindiği gibi büyük ya da küçük baş hayvanlara “mal” denir: “İnceliğin unuyum/Ben kapının kuluyum/Eller ne derse desin/Ben bir yiğit malıyım.” Kadınlar “mal” gibi de alınıp satılabilirler. Pazardan bir koyun almak istiyorsanız parayı sayar, koyunu alabilirsiniz. Kimi erkekler de paraları varsa istedikleri kızı alırlar: “Kız ben seni alırım/Liralar saya saya.” Baba evinden koca evine gelince hiçbir gelir kaynağı olmadığı, ailesine işgücü kaybına neden olduğu için “liralar” sayılır ve ek bir işgücü satın alınır; buna “başlık parası” denir: “Sarı gız dediğin ince bir gızdır/Babası bezirgan geydiği bezdir/ Beşyüz lira verdim dediler azdır/Digel digel gadan alam Sarı Gız”; “Al aşağı vur dizi/Baban görmesin bizi/Babanın kesesine sayacağım beşyüzü.” Bu türkülerin yakıldığı günlerde kadının değeri 500 TL civarında görünmektedir.
“Başlık parası yürek yarası”
Evlenmek isteyen ama satın alma gücü olmayan erkekler “Başlık parası yürek yarası” diyerek yakınırlar, her ne kadar karakol ve hükümetten korksada sevdiklerini alıp kaçmaya çalışırlar: “Kavli karar ettim alıp kaçmaya”; “Seni alıp kaçarım/ Korkuyom Hökümetten”; “Karakola gidince/Kendim gaçtım der misin?” Bazı durumlarda iki aile arasındaki dostluğu pekiştirmek, toprağın bölünmemesini sağlamak için, ya da ailenin paraya olan ihtiyacı yüzünden henüz evlilik çağına gelmemiş olan kız çocukları kendilerine denk olmayan küçük ya da çok büyük yaştaki erkeklerle evlendirilirler: “Sakallıya (kocamana) varınca Baba mı diyeceğim?”; “Nahi çocuk gebereydin öleydin/Sen öleydin ben dengime varaydım”; “Eleyvana yatak serdim yumuşak/Emmim oğlu yanma geldi bir uşak”; ”Akşam oldu yatak serdim gül gibi/Sabah oldu altına sığmış göl gibi/Sarılıp ta yatam demez el gibi”; “Goynuma guydular miskin bir uşak/Ben isterim sabaha dek oynaşak.”
Ana beni everme
Bir “uşak” ile evlenmek istemeyen küçük kızlar annelerine: “Verme anne verme beni ellere/Yaşım küçük dayanamam dillere” diye yalvarırlar ama faydası etmez çünkü o anneler de küçük yaşta evlenmişlerdir, gelenek devam etmeli, böyle gelmiş böyle gitmelidir. Bazı türkülerde “ferik” diye tanımlananlar işte bu onüç-ondört yaşındaki kız çocuklarıdır:
Benim yârim girmiş onbeş yaşına
Verin benim cananımı gideyim
Düğün kurup sefalar da edeyim.
Bir başka türküde:
On beşinde yar sevdim
Cümle alam göz kaktı.
Erzurumlu Emrah’tan: “Dedim onbeş nedir dedi yaşımdır” ya da “Ben yeni bir yar sevdim/Onüç-ondört yaşında.” Bir Karcığar Köçekçede de “Güzeller var onüç-ondört yaşında” der.
Onüç-ondört yaşındaki çocukların sağlık durumları sorgulanmaz ama kimi erkekler sevdiklerini sarabilmek için hayvan pazarlarında satılan hayvanlar gibi yaşını ve sağlıklı olup olmadıklarını anlamak için ağızlarına bakmak isterler:
Hey Acem kızı! Buyur efendim
Boyların göreyim alayım seni
Aç ağzın göreyim sarayım seni.
Şarkışla, Karpınar’dan bir türküde ise ağzına bakmaktan daha da onur kırıcı bir söylemle evlenmek istediği kızın “kendini timar” etmesi istenir:
Kaşların hilal eyle
Bir öptüm helal eyle
Ben seni alacağım
Kendini timar eyle.
Erkekler karşısında güçsüz yaratıklar
Kadını insan olarak değil de sanki başka bir uydudan gelen değişik bir yaratıkmış gibi gören türkülerin Anadolu’da ne denli yaygın olduğu ilginç bir araştırma konusu olabilir. Bu türküler kadının erkek karşısında ne denli güçsüz bir yaratık olduğunu gösterir. Kadın ve erkekler arasındaki güç ilişkileri ve toplumda yerleşik erkek egemenliğini gösteren türkülerde erkekler hep daha güçlü, kadınlar ise hep erkeklerin elinden kaçıp kurtulamayacak ceylan ya da keklik gibi zavallı yaratıklardır: “Yarim ceylan ben de şahin/Düşeydim yar ensesine”; “Bu dağın ötesine/Mailem yar sesine/Yarim keklik ben doğan...”
“Üç kız bir Osman’ın yerin tutar mı?”
Kimi türküler ise bizlere Bakara Suresini anımsatır: “İçinizden iki erkek şahit tutun. İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.“ Varın bakın benim han’ım tüter mi?/ Bağımda bahçemde bülbül öter mi?/Üç kız bir Osman’ın yerin tutar mı?” ya da “Oğulsuz evlerde duman tüter mi?/Beş kız bir oğlanın yerin tutar mı?” Sözü edilen bu türkülere göre kadın, erkeğin üçte ya da beşte biri değerindedir ama eğer üretir de anne olursa “Cennet onun ayakları altında” olur, yani üretmek kadınlara kutsal bir görev olarak verilir.
Kadın ve erkeklerin dünyasını birbirine yakınlaştırmakta annelere çok büyük görevler düşer. Bugün doğan erkek bebekler yarın kendilerini kızkardeşlerinden, onları dünyaya getiren anneleri ve diğer kadınlardan daha üstün görmemeli, saygılı davranmalı, kadınlardan daha akıllı ve yetenekli olduğu yanılgısina kapılarak onlara “çobanlık” yapmaya kalkmamalıdır. Cennet, kendi elleriyle yetiştirdiği erkek çocuklarına kadın-erkek eşitliğini küçük yaşlarda anlatan annelerin ayakları altındadır.
Yıldıray Erdener
(Daha önce Bilim Teknik Eki'nde yayımlanmıştır)