Şamanlar ve Aşıklar :
Aşık Çobanoğlu ve geçmişteki kimi usta Aşıkların
Şamanlarla olan Benzerlikleri
Dr. Yıldıray Erdener
1982 yılında “Aşık Karşılaşmaları” üzerine araştırma yapmak için Kars ve Erzurum civarında oniki ay geçirmiştim. Bu süre içinde toplam altıyüze yakın aşık karşılaşması izledim, kırka yakın aşıktan nasıl aşık olduklarını dinledim. Murat Çobanoğlu dışında hiçbiri açık havada, bir su kenarı ya da bir pınar başında derin bir uykuya daldığını, düşlerinde pir elinden bir şey içtiğini söylemedi. Murat ise özünden (doğaçlama) deyişler (şiir) söyleme yeteneğini düşünde kazandığını ve “ilhamlı aşık” olduğunu yaptığımız söyleşilerde etraflıca anlattı (Kars, 4.7.1982 ve 27.10. 1982). Doğaçlama söyleme yeteneğini düşünde kazandığını anlatan kimi aşık daha sonra toplumun beklenti ve baskısı nedeni ile bu tür şeyler söylediklerini itiraf ettiler. Genç bir aşık ise düşünde ulular elinden bir şeyler yiyip içmek ve “ilhamlı aşık” olabilmek için her gece uykuya dalmadan önce bir bardak çok tuzlu su içtiği söylentileri dolaşırdı.
Çobanoğlu, Aşık Şenlik (1850-1913), Sümmani (1861-1915) ve diğer usta aşıkların aşık olma sürecinde açık seçik şamanizm izleri görülmektedir.
AŞIK ŞENLİK
Asıl adı Hasan olan Aşık Şenlik ondört yaşında Karasu kenarında pusuya yatmış yaban ördeklerini beklerken derin bir uykuya dalar ve kendini düşler dünyasına bulur. Şenlik’in babası oğlunun nerede olduğunu merak eder ve köyün imamı ile birlikte Hasan’ı ararlar. Hasan, Karasu kenarında yarı baygın yatmaktadır. Neler olduğu sorulunca uyandığına pişman olduğunu (Kör oluban açmayaydım gözümü) der. Düşünde “Şenlik” mahlasını (takma ad) aldığını, “bir sağalmaz derde” düştüğünü, Pirlerin yardımıyla “Kevser Bulağından [pınar]” bade içtiğini ve sevgilisi Salatın’ı gördüğünü Terekeme-Karapapak ağzı fonetik kalıpları içinde kalarak dörtlüklere döker:
Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar
Bir sağalmaz derde tüştüm bu gece
Hikmet-i Pir ile ab-ı züladen
Kevser bulağından içtim bu gece
Rüya-yı alemde yattığım yerde
Neçe yüzmin hayal güşuma [kulak] geldi
Üğbe üğ [baştan başa] cismime saldı bir ateş
Sevdiğim Salatın düşuma geldi.
Ne bir medrese görmüş ne de bir hocanın önünde diz çökmüş olan Şenlik, Kelam-ı Kadim içinde harfi harften seçerim der ve düşünde kudret mektebinde verdikleri ders ile Farsça, Arapça ve İmran’ı [İbranice] öğrendiğini söyler:
Kudret mektebinde verdiler dersi
Zahirde göründü arş ile kürşü
Hıfzımda zapt oldu Arab-i, Fars-i
Lügat-ı İmran-i seçtim bu gece (Aslan 1975:10-12).
Halk arasında Şenlik’in ermiş bir kişi olduğu söylentileri dolaşır: düşünde ‘kevser bulağından’ içtiğini söylediği bade ise ‘hegiget badası’dır. Hakikat badesinin ne olduğunu, Salman Bey adlı hikayesinde şöyle anlatır: bir derviş Salman Bey’e bade sununca Salman Bey ehl-i İslam evladı olduğunu, bu badenin bir damlasının bile haram olduğunu söyleyince derviş: “Bu bade senin bildiğin badelerden değildir…Bu badıya hegiget badası deyeller, bu badayı nuş elliyen elmi hekmetden ders alıb, on iki terigete yol gösdedir” (Aslan, 1975: 354).
AŞIK SÜMMANI
Şenlik ile aynı zamanda yaşayan ve bir dana çobanı olduğu söylenen Narman’lı Aşık Sümmani’nin asıl adı Hüseyin’dir. O da bir çeşme başında uykuyakalır ve düşünde üç-beş derviş belirir:
Selam verdi geldi üç-beş dervişan
Lisanları bir hoş sedası tek tek
Dervişler Sümmani’ye abdest aldırır ve birlikte namaza dururlar:
Dediler vaktidir kılak namazı
Aldılar abdestin edasın tek tek
Sümmani de ümmi’dir ama düşünde Kur’an’ı okumayı öğrendiğini söyler:
Okudular üç had yeşil yapraktan
Okudum harfini, noktasın tek tek.
Dervişler düşünde Sümmani’ye Bedeşhan’da Şah Abbas’ın kızı Gülperi’yi gösterirler ve kızın elinden ona bade içirirler.
Efsanevi eski ustalardan Aşık Şenlik ve Sümmani’nin dışında daha birçok aşık düşlerinde Pir elinden ya da İslam dinindeki kutsal kişiler elinden bade içerek “badeli aşık” olmuşlardır. Aşıkların yaşam öyküsünü konu alan hikayelerde de düşte bade içme motifi hemen hemen aynıdır. Örneğin, Aşık Garip (Resul) düşünde üç derviş görünür ve aşk badesi sunarlar. Sonra Tiflis’te Hoca Sinan’ın kızı Şah Senem’i gösterirler. Şah Senem ve Aşık Garip birbirlerine aşk badesi sunar ve anında birbirlerine delicesine aşık olurlar. Dervişler Aşık Garip’e Şah Senem’e ulaşmanın kolay olmayacağını, bir çok engellerle karşılacağını ama bu engelleri aşarken onun yanında olacaklarına söz verirler (Türkmen 1974).
“DERİN UYKUYA DALMAK ŞAMANİZMİN ESASINI OLUŞTURUR”
Şenlik, Sümmani ve diğer badeli aşıkların hepsi özünden deyişler söyleyebilme yeteneğini derin uykuya daldıkları zaman kazanmışlardır. Ronald Grambo “derin uykuya dalmak şamanizmin esasını oluşturur” der. Şaman derin uykuya daldığı zaman ruhu bedeninden ayrılır ve bedeni cansız bir hal alır (Gambo, 1973: 418). Türkçede buna kendinden geçmek, esrimek, veya vecd hali denir. Sufiler kendinden geçmeye fana, Budistler ise şunyata der. Kimi kültürlerde insan uyuyunca ruhunun bedenden ayrıldığına inanılır. Türkiye’de de bu tür inanışlara rastlanır. Örneğin; Kandıra’da insan uyurken ruhu bedenden çıkıp gezdiği için rüya görüldüğüne inanılır (Uyguner 1972: 6341).
Aşıklar da derin uykuya dalınca sanki ruhları bedenlerinden ayrılmışcasına uzun süre kendilerine gelemezler. Adil Özer derin uykudan uyanan aşık adayı için “bihuş” yani sarhoş der (Özder 1947:17). Aşık Garip’in kendine gelmesi normal bir uykudan uyanma hali değildir. Kendine geldiğinde yerde yatmakta ve ağzından burnundan kanlar gelmektedir. Aşık Şenlik’i bulduklarında yarı baygın bir haldedir ve yaşadığı alemden uyandığına da pişmandır (Aslan: 10). Artvinli Aşık Mahiri (1850-1914) kendine geldiğinde ağzının etrafında beyaz lekeler (köpükler) vardır. Çobanoğlu ise çeşme başında uyandığında yüzünün rengi “kaçgındır.” Aşıkların kendilerini kontrol edemeyipte bir çeşme başı ya da mezarlıkta aniden uyuyakalmaları normal bir uykuya dalma hali değil ama bir tür kendinden geçme halidir.
Aşık Şenlik ve Aşık Sümmani’nin düşlerindeki ortak yönler şöyle özetlenebilir. Her ikiside ergenlik çağındayken bir su kenarında uyuyakalırlar. Düşlerinde İslam dinindeki kutsal kişilerin yardımıyla bir şey içer ve anında deyişler söyleme yeteneğini kazanırlar. Bu yetenek Tanrı tarafından verilen bir armağandır. Şenlik ve Sümmani mektep-medrese görmedikleri halde “kudret mektebinden” ders alırlar, Kur’an’ı okurlar. Eski dilde buna “vahiy” denir. Peygamberimiz de “vahiy” yoluyla Tanrı tarafından bilgilendirilmiştir. Hasan ve Hüseyin düşlerinde yeni bir ad ve kimlik kazanırlar; biri Şenlik, diğeri ise Sümmani olur, biri Salatin’e diğeri ise Gülperi’ye aşık olur. Şenlik ve Sümmani’nin düşlerinden sonra gözlerini açıp kendilerine gelmeleri normal bir uykudan uyanma hali gibi değildir.
AŞIK MURAT ÇOBANOĞLU
1940 yılında Kars’ın İstasyon Mahallesinde doğar, babası Gülistan Çobanlar aşık Şenlik’in en son çırağıdır. İran’da ki Ravan kentinden gelip Arpaçay’ın Koçköyü’ne yerleşen Gülistan daha sonra Kars’ta Murat’ın annesiyle evlenir. Bir yaşındayken annesini kaybeden ve üvey ananın elinde ezilen Murat altı kardeşin en küçüğüdür. İlkokulun üçüncü ya da dördüncü sınıfındayken bir düş görür ve okuldan ayrılır. Çobanoğlu her yıl olduğu gibi ilkbaharda Kars yaylasına göçülürken yol kenarındaki çeşmeden su içmek için arabadan iner. Orada biraz oyalanınca yaylaya giden göç arabası dağı aşar. Çeşme başında uyuyakalan Murat düşünde Peygamber efendimiz zamanında yaşamış bir veli olan Veysel Karani’yi görür:
Yaşlı da değildi çok fakirane bir çölde yeşil bir örtü arkasında yüzünü görmek istedim ama ancak bardaktaki suyu içtikten sonra yüzünü gördüm. Rüyada bana Kur’an’ı okutmaya çalıştı (söyleşi Kars, 4.7.1982 ve 27.10. 1982).
Düşündeyken Kur’an’ı okuduğunu ama uyandıktan sonra okuyamadığını söyleyen oniki-onüç yaşındaki Murat’ı çeşme taşının kenarında bulduklarında yüzünün rengi kaçgındı.
İLHAMLI AŞIK YA SAZ SESINE UYANIR, YA EZAN SESINE UYANIR
Murat “ilhamlı aşık ya saz sesine uyanır, ya ezan sesine uyanır” demişti. O gün günlerden Cuma olduğu için yaylada ezan okunmaktadır. Murat derin uykusundan ezan sesiyle uyanır ve sonra:
…beni pedere götürdüler. Peder dedi ki: “Ben Aşık Şenlik’in yanında kaldığım için ilhamlı aşığın ne olduğunu anlarım…
“Haramlanırsa ilhamını kayber” korkusuyla Gülistan Usta oğlunu kırk gün yanından ayırmaz. Düşten sonra Murat “her gördüğü şeye kendinden” söyler; onbeş gün ya da bir ay hiç dışarı çıkmadan babasıyla karşılıklı oturup bütün makamları öğrenir. Öğrendiği ilk divaniler arasında “Mereke Divanisi”, “Çıldır Divanisi” ve “Yerli Divani” olduğunu anımsamıştı. Eski aşıklar gibi düşünde bir kıza aşık olup olmadığını sorduğumda:
Bir kız siması gösterdiler bana. Aldığım cevapta İran tarafını gösterdiler ama isminin ne olduğunu bilemiyorum…Ondan sonra sevgilimi [eşini] yani bu hanımı ona benzettim…(söyleşi 1982)
Düşlerinde bade içerek bir güzele vurulan aşıkların çoğu o güzelin bir benzerini kendi çevrelerinde bularak onlarla evlenirler. Çobanoğlu da yakın arkadaşı olan Asım’a evlendiği eşinin düşünde gördüğü kızın “simasına” çok benzediğini söylemiş.
Ben İstasyon’da O, Kaleiçi’nde oturuyordu. O zaman ismim yayılmıştı…Mahalleden geçerken bunlarda çarşıdan geliyorlarmış, kızı görer görmez buna aşık oldum…[rüyamdakinin] aynısını gördüm orda, ona aşık oldum. Ondan sonra kızı istedik…
Ama nişanlandıktan sonra nişanlısını başkaları da istediği için Murat’ı zehirlerler. Bir gün İstasyon mahallesinde arkadaşları ile kahvede oyun oynarken vücudunu müthiş bir ateş basar. ”En az altmış-yetmiş bardak çay içtim. Kalkacağım kalkamadım.” Bir akrabasına onu eve götürmesi için seslenir. Herkes harman döverken Murat zehirlenip ölüm döşeğine düşer ve üç ay sonra ancak yılbaşında kalkabilir. “Ciğerlerim kapandı, nefesi omuzdan alıyordum” dedi. Doktorlar bir çare bulamazlar. Yüksek ateşi (40.5) olduğu için kendisi anımsamaz ama babası Allah’a ve Veysel Karani’ye yalvarıp durduğunu söyler. Komşuların “Çobanoğlu yaşamaz” dediklerini duyar ama bir türlü gözlerini açamaz. Böyle ateş içinde kendinden geçmiş bir halde yatarken elinde bastonlu yaşlı bir ihtiyar görünür ve “inşallah iyi olacaksın” der. Murat bunun Veysel Karani olup olmadığından emin değildi. Hemen ertesi günü Orhan Üstteğmen adında askeri bir doktor Murat’ın yattığı odaya girer girmez “zehir vermişler” deyip bir Avrupa iğnesi vurur.
Akşam 8-9 arası bir araba sesi duydum, gelen Dr. Üstteğmen ateşimin otuzdokuza düştüğünü söyledi. “Biraz yemen lazım” dedi ama fakir zamanımız…Yetmiş kilodan otuzbeş kiloya düştüm, bir deri bir kemik kaldım.
Doktorun verdiği ilaçları kullanıp çorba v.s. içerek kendine gelmeye çalışır. Üç ay yemek kokusu kötü geldiği için sadece soğuk su içebilir.
DESTAN SÖYLEMEK ŞAMANLARIN GÖREVLERİNDENDİ
Bazı kaynaklar aşıkların atalarının şamanlar olduğunu ileri sürer. Chadwick ve Zhirmunsky, İslam dini kabul edilmeden önce güney Sibirya’daki Türk boyları arasında yaşayan şamanlar avın başarılı olması için destanlar (epic) söylerlerdi (Chadwick ve Zhirmunsky 1969: 334).
…şamanlık ile destancılık birbiriyle sıkı sıkıya bağlıydı…[Sonradan] Orta Asya’da kullanılan “Bakşı” sözcüğü bu iki mesleği de içine alır…
.J. Castagne`de Orta Asya’daki Türk şamanlarının önemli görevlerinden birinin destan söylemek olduğunu yazmaktadır. Destan söylemenin dışında şaman, gelecekten haber veren, hekimlik yapan dini bir liderdir (1930: 99).
Güçlü bir destan geleneği olan Vogul, Ostyak ve Tunguz’larda da destanlar şamanlar tarafından söylenirdi. Yakutlar’da kahramanlık şarkılarının sözleri ile şamanlar hakkında anlatılan hikayeler birbirine benzer. A.T. Hatto’ya göre Orta Asya’da Dede Korkut’un da bir şaman olduğu görüşü yaygındır. (Hatto, 1970: 7, 11, 16-17)
Orta Asya ve Kuzey Doğu Asya’da yaşayan Türk boyları arasında bir kişinin şaman olabilmesi için düş görmesi şarttır. Şaman yardımcı ruhlardan ve yöresindeki usta şamanlardan çok şeyler öğrenmiş olan kişidir. Tunguz’larda şaman olmak isteyen aday düşünde usta bir şamanın ruhuyla iletişim kurar ve ondan izin isterdi. Altay Türkleri arasında şamanlık ya babadan oğula geçer ya da atalarının ruhları ona düşünde şamanlığı öğretirdi. Orta Asya’daki Türk halkları arasında da şamanlık Tanrılar ve ruhlar tarafından ihsan edilen bir armağandır (Eliade, 1974: 13, 16, 18, 19). Bazı Türk halkları arasında düşünde atalarını görmek şamanlığa bir çağrı olarak kabul edilir.
BAKSILAR ŞAMANLARIN MODERN TEMSİLCİLERİDİR
Wilhelm Radloff baksılar şamanların günümüzdeki modern temsilcileridir der. A.T. Hatto, İslam dininin kabulünden sonra şamanların elinden önemli görevler alınınca baksılar ortaya çıkar. Orta Asya’daki Türkler’de özünden (doğaçlama) deyişler söyleyebilme ilhamının asıl kaynağı düşlerdir. Kırgız bir baksı bu yeteneğinin kendisine düşünde Tanrı tarafından verildiğine söyler (Radloff, 1885: xvii):
Ben istediğim deyişi söyleyebilirim çünkü bu yeteneği benim kalbime Tanrı koymuştur. Ben sözcükleri hiç aramam Tanrı onları benim dilime koyar.
Özbekler’de de baksı olmak isteyen genç Anadolu’daki aşıklar gibi açık havada uyuyakalır ve düşünde bir evliya ona bir dombra verip çalmasını ve türkü söylemesini ister. Derin uykudan uyanan genç hiç zorlanmadan doğaçlama deyişler söyer. Türkmen baksı da bizim aşıklar gibi düşünde dolu içerek deyişler söyleme yeteneğini kazanır. Örneğin; ünlü Türkmen baksı Mahdum Kulu düşünde Peygamber ve dört halifenin elinden bade içmiştir (Zhirmunsky: 524).
A.T. Hatto, İslam dininin kabulünden sonra şamanların elinden önemli görevler alınınca baksılar ortaya çıkar. Şamanın dini görevleri hocalara devredilir (Centlivres, Slobin, 1971: 162). Mollalar baksıların kendilerinden geçerek bazı hastalıkları sağaltmalarının İslam dininde günah olduğunu, baksının şeytanla iş birliği yaptığını ve bu tür şeylere inanmanın İslam dininde kesinlikle yasak edildiğini (İnan, 1972: 86) ve baksının çaldığı çalgının da ahlakı zayıflatan bir alet olduğunu ileri sürerler (Slobin, 1976: 50).
İslami otoriteler yüzyıllar boyunca bu suçlamaları sürdürür. Anadolu’daki aşıklar, özellikle de sufi tekkelerinde yatıp kalkanlar bu suçlamalara karşı çıkarlar. Örneğin; Aşık Dertli (1772-1848) şeytanın sazın neresinde olduğunu sorar ve bunu her dördüncü dizede yineleyerek mollalara ve kadılara başkaldırır:
İçinde mi dışında mı?
Burgusunun başında mı?
Göğsünün nakışında mı?
Şeytan bunun neresinde?
Orta Asya’daki baksı ve Anadolu’daki aşıklar, özellikle de kentlerde yaşayanlar saz çalıp deyişler söylemenin İslam dinindeki ulular aracılığı ile (peygamberler, evliyalar, Pir, Hızır, Kırklar v.s) kendilerine Tanrı tarafından ihsan edilen bir “vergi” olduğunu (vergili aşık), bu nedenle aşıklık mesleğinin peygamber ve İslam uluları ile sıkı bir bağının olduğunu ileri sürerler (Erdener, 1978: 8399-8402, 8427-8429).
PINARBAŞI, ÇEŞMEBAŞI VE MEZARLIKLAR
ŞAMAN VE AŞIKLAR IÇIN ÖNEMLI YERLERDIR
Dünyanın değişik coğrafi bölgelerinde yaşayan şamanlar pınar ve çeşmeleri yeraltı tanrısına ulaşmak için kullanırlar. Bir çok kültürlerin mitolojilerinde evren yeryüzü, gökyüzü ve yer altı olmak üzere üç bölümden oluşur. Ortadaki bir delikten geçen bir eksen bu üç bölümü birbirine bağlar (Eliade, 259).
…Tanrılar bu delikten yeryüzüne inerler. Kendinden geçmiş bir durumda olan şamanın ruhu da aynı delikten geçerek gökyüzü, ya da yeraltı Tanrısına ulaşır.
Trans halindeki bir şamanın ruhu da yeraltı Tanrısına ulaşmak istiyorsa mağara deliklerinden veya yeraltını kazıp tüneller açan hayvanların deliklerinden yararlanır. Kaliforniya’daki bazı Kızılderili şamanların ruhu suların geldiği pınarlardan yer altına girer. Kalahari çölünde yaşayan şamanlar da insanların içtiği suların geldiği delikten yararlanarak yeraltına inerler (Harner, 1990: 25-27).
PINARBAŞI, ÇEŞMEBAŞI VE MEZARLIKLARIN KUTSALLIĞI
Dünyanın her yerinde pınar başı ve çeşme başlarının yanısıra mezarlık ve türbeler de şamanlığa ait bilgilerin elde edildiği kutsal yerlerdir. Örneğin; Ammasalik Eskimo’larında yaşlı şaman, genç adayın kendisini toplumdan ayırıp ıssız bir mezarlık veya göl kenarına gitmesini önerir. Burada beklemekte olan aday düşünde gölden bir ayının çıktığını ve etlerini kemiklerinden ayırarak yediğini görür. Sadece bir iskelet olarak kalan şaman adayı ölmek üzereyken uyanır ve kendine gelir (Eliade 58-59). Avusturalya’daki Euahlayi kabilesinde şaman olmak isteyen adayı gece mezarlığa götürüp bir yere bağlarlar ve bir kaç gece mezarlıkta bırakırlar (Parker, 1905: 25).
Bardızlı Aşık Nihani (1885-1967) bir yaz günü iki arkadaşı ile babasının ‘davarlarını’ otlatırken aniden bir uyku basar. Başını dayayacak bir taş arar ve bulur ama taşı yoklayınca bunun bir şehit mezar taşı olduğunu anlar. Genç Mustafa’nın (Nihani) içi ürperir ama diğer arkadaşlarına seslenmek istemez. İki rekat namaz kılarken kendinden geçer ve mezar taşının üstüne yığılıp kalır (Kazmaz, 1946: 5). Çıldırlı Aşık İlyas (Kaya) da bir Cuma günü babasıyla koyun güderken babası: “git köyden ekmek getir de yiyek” der. Köyden dönerken Rus harbinden kalan bir şehit mezarının yanına gelince İlyas’ı dayanılmaz bir uyku basar ve ertesi günün akşamına kadar orada uyur. “…eski hocaların karşısında diz çöküp elifba dediğim yoktur” diyen İlyas diğer aşıklar gibi derin uykusunda Kur’an’ı okumayı öğrenir (söyleşi Sarıkamış, Hamamlı köyü 14 Ağustos, 1982) ve kendine geldiğinde Sümmani’nin uyaklarını kullanarak:
Bir elif okudum yeşil yapraktan
Noktası üstüne verdiler tek tek.
Okudum dersimi, Kurandan verdi (Peygamber)
Örgettiler yolu erkanı tek tek (Kazmaz: 11-12).
Ondokuz yaşındayken çok hasta olan Ardanuçlu Aşık Efkari’yi (1900-1980) iyileşmesi için Anza mevkiindeki bir ziyarete götürürler. Orada yatıp uyuyan Efkari (Adem) rüyada bir ihtiyarın elinin içini öper ve sevgilisi Belkiye’nin elinden üç nar tanesi yiyerek kendinden deyişler söyleme yeteğini kazanır (Özder: 9-10). Ardanuçlu Aşık Efkari de (1900-1980) Murat Çobanoğlu gibi bir pınar başında uykuya daldığını ve dolu içtiğini söyler (Hınçer 1968 30=32):
Bilmez idim uyumuşum
Kasımoğlu Pınarında
Bir dolu verdiler içtim
Kasımoğlu Pınarında.
Erzurumlu Aşık Yaşar Reyhani “insan bir mezarlıkta veya bir su kenarında uyursa o insana Hızır görünebilir ve isteklerini yerine getirir” demişti (söyleşi, Erzurum 10 Şubat, 1982). Mezarlıklıklar, türbe ve ziyaretler, pınar ve çeşmebaşları aşıkların derin uykuya daldıkları “kutsal” diyebileceğimiz yerlerdir.
ŞAMAN KORUYUCU RUHLARDAN AŞIK İSE PİR VEYA HIZIR’DAN YARDIM ALIR
Şamanın yardımcı ve koruyucu ruhlarının olması çok önemlidir. Koruyucu ruhlardan yardım alamayan birinin şamanlık yapması zaten olası değildir. Yeraltı Tanrısı Erlik Han’a ya da ay ve yıldızların ötesindeki Işık Tanrısı Bay Ülgen’e ulaşmak isteyen şaman transa girince yardımcı ve koruyucu ruhlarla konuşur ve onlardan yardım ister. Örneğin; Altay’lı bir şaman böyle bir yolculuğa çıkmadan önce tüm yardımcı ruhlarını yanına çağırır (Eliade, 275-276). Kazak-Kırgız baksılarının da cennetten gelen beş yardımcı ruhu vardır (Radloff, 1872: 60). Anadolu’daki badeli aşıklar gibi Goldi şamanın da düşünde güzel bir kadın (ayami) belirir. Ayami, şamana yardımcı ruhlar vereceğine ve ona şamanlığı öğreteceğine söz verir:
Bir defasında hasta yatağımda yatarken bir ruh bana yaklaştı. Bu çok güzel bir kadındı. “Ben senin atalarının ayami’siyim, onlara şamanlığı öğrettim şimdi de sana öğreteceğim. Sen şaman olacaksın çünkü hastaları sağaltacak şaman kalmadı. Seni seviyorum. Şu anda benim kocam yok, sen benim kocam, ben de senin karın olacağım (Eliade: 72).
Şaman adayı derin uykuya daldığında Anadolu’daki bazı hikayelerde olduğu gibi düşünde beliren güzel kadınla cinsel ilişkiye girer. Örneğin; Buryat ve Teleut’larda yaşlı şaman, genç şaman adayının ruhunu göklere çıkarıp ona şamanlığı öğrettikten sonra doğurganlık ve bolluk tanrısı Tekha Şara Matzkala’yı ziyaret ederler. Genç adayın ruhu Tekha’nın dokuz karısıyla romantik ilişkiler kurar. Daha sonra adayın ruhu göksel bir varlık olan karısıyla tanışır ve onunla da cinsel bir ilişki yaşar (Eliade: 75). Leo Sternberg’e göre her Teleut şamanın göğün yedinci katında oturan kutsal bir karısı vardır (Eliade: 76).
Anadolu aşıklarının başlıca yardımcıları ise Pir veya Hızır’dır. Özellikle karşılaşmalarda eski usta aşıklar sık sık pirine yalvarır, ondan yardım bekler. Ermeni asıllı Aşık İzani hazırladığı muammayı çözmesi için Şenlik’e üç gün süre verir. Çok zorlanan Şenlik muammayı çözebilmek için Pirine yalvarır:
Men Şenlik’em yalvarıram Pirime
akkın ismi ezber oluf dilime.
Eğer Yaradan’ım bir fırsat verse
Nurani Pir’lerim imdada gelse (Aslan: 95-96).
Aşık Kasım ile yaptığı karşılaşmada Şenlik:
Birinci aşıkam hıfzımda Kur’an
Bana bade verdi Pirlerle eren (Aslan: 83).
Yusufeli’li Aşık Muhibbi de (1823-1868) rüyada Pirlerin onun için dua edip ona yardım ettiğini söyler (Özder: 11)
Esma Han getirdi badeyi verdi
Pirler dua kılıp bana el verdi.
Hızır bazan da aşıkların düşüne girer ve onlara bade sunar. Aşık Yaşar Reyhani ergenlik çağındayken gece gündüz aşık olmayı düşündüğü için Hızır’ın kendisine görünmesi için Tanrı’ya dua edermiş (söyleşi, Erzurum 10. 2.1982). Halk hikayelerinde Hızır darda kalan aşığa yardım eder. Örneğin; Aşık Garip ve Şah Senem hikayesinde Aşık Garip çok zor durumda olduğu için ağlamaya başlar ama Hızır hemen imdadına yetişir ve birkaç saniye içinde onu Şah Senem’in oturduğu Tiflis’e götürür. Karşılaşmalarda da aşıklar Hızır’dan sıkça söz ederler. Aşık İzani ile Şenlik karşılaşmasında İzani:
Bugün dünya yarın ahret yohu varı neylerem
Hocam Hızır, Pirim Adem işte vasfım eylerem
Şenlik:
Şenlik aşkın abdalıdır hu çeker gündüz gece
Hızır’a delil İskender, Cebrail oldu hoca (Aslan: 93, 94).
Çobanoğlu Pirinin Veysel Karani olduğunu söylemişti:
Beni aşık yapan Pirim Veysel Karani’dir…”Hak Aşığı” ilhamlı aşığa denir. Pir rüyada aşığa ilham verir ve yardım eder. İlham alan aşık uyanınca kendinden söyler... (söyleşi, Kars 8. Ağustos, 1982).
Rüyasında Pirlerin elinden bade içen aşık adayı derin bir uykudan uyanır uyanmaz ardı arası kesilmeyen deyişler söylemeğe başlar. Buna “vergili aşık”,”Hak aşığı” ya da Çobanoğlu’nun tabiri ile “İlhamlı Aşık” denir. Kendinden söyleyebilme yeteneği Tanrı tarafından gönderilen ulu kişilerin verdiği bir parça ekmek, bir nar tanesi veya bir bardak su (bade) aracılığıyla aşık adayına ihsan edilir.
Çobanoğlu’nun dışında konuştuğum kırka yakın aşığın hiçbiri Pirlerden veya Hızır’dan yardım aldığını söylememişti. 1982 yılının Mart ayında Kars’tan Çobanoğlu, Taşlıova, İlhami Demir, Mevlüt İhsani ve ben Sivas’ın İmralı kazasına gittik. Konser sırasında Çobanoğlu salonun ön sırasında oturan İmralı’nın genç kaymakamını görünce 1956 yılında başından geçen bir olayı anımsadı. Murat arkadaşı Aşık Mecit ile ilk kez Kars’ın dışına çıkıp Ağrı, Eleşkirt derken Taşlıçay’a gelir. Yaz mevsimidir ve kahvede 30-40 kişi vardır. Murat çalıp söylerken gözlerini yumunca onu dinleyen kaymakam Mecit’i yanına çağırıp “bu niye böyle gözünü yumuyor?” diye sorar. Mecit “efendim bu gözünü yumduğu zaman Pirler ona haber veriyor…istediği zaman herkesin kalbini de söyler” der. Ertesi günü kaymakam Murat için bir askı hazırlar; çiftini harmanınını bırakan onu dinlemeye kahveye gelir. Kaymakam Çobanoğlu’na “arkadaşının dediğine göre sen askı açıyormuşsun. Bu mendilin içinde ne varsa bulacaksın” der. Ne yapacağını bilmeyen ve çok zor durumda kaldığını söyleyen Murat kahvede saz çalarak dolaşırken dinleyiciler arasında yaşlı bir adam onu yanına çağırır ve “oğlum dün kaymakamın kolunda bir saat vardı, ama sazı çal ki kimse duymasın” der.
Murat:
Hazreti Yusuf’tan kaldı yadigar
Takılır kollara insan içinde.
deyince kaymakam “peki oğlum sen ne biliyorsun? Başka bir şey var mı içinde?” Murat İmralı’daki dinleyicilere “ Ben ne bileyim, evel Allah bilen ihtiyar” dedi. Murat yine yaşlı adamın yanına gelir. Yaşlı adam “kaymakamın yanında oturan da yüzüğünü koymuştur, korkma oğlum söyle.”
Murat:
Garip bir dünyada bülbül öter mi?
Çalışmayan muradına erer mi?
Ol Habib Ali’ye verdi hatemi (yüzük)
Yadigar bıraktı divan içinde
“Bravo be oğlum, maşallah ne biliyorsun?” Mecit, “Kaymakam Bey hele gör ki Pirinin biri gelmiş.” Kaymakam, “Peki oğlum yine var mı içinde?” İhtiyar adam, “oğlum yanında oturan muhtardır. O da mührünü koymuş. korkma git söyle.” Mühürü de bildikten sonra Kaymakam mendilin içinde başka bir şey olup olmadığını sorunca yaşlı adam Murat’a “yanında oturan ‘Bismillah’ yazmıştır, git söyle.” Murat mendilin içinde olanları bir bir bilince kaymakam mendili açar ve saati Murat’ın koluna takar, sazın başına da elli lira asar.
Ondan sonra Çobanoğlu kaymakamın Adapazar’ındaki hasta babası ile ilgili soruları da yine ihtiyarın yardımıyla bir bir cevaplar. Murat bir ara ihtiyara “Allahını seversen gitme bir çay içelim öyle git” deyince ihtiyar “olur” der. Mecit ile dinleyicilerden topladıkları paraları saydıktan sonra terli terli hemen dışarı koşan Çobanoğlu ihtiyarı bulamaz. Nasıl olduysa ihtiyar adam gizemli bir biçimde ortadan kaybolmuştur (Sivas, İmranlı 24.Mart.1982 de kayıt edildi).
Çobanoğlu dinleyicilere bir defa bile olsun kendisine yardım eden ihtiyarın Hızır olabileceğini söylemedi ama onu dinleyenler mendilin içindeki herşeyi bilen bu yaşlı adamın Hızır olduğunu anlamıştı. Hızır kültü yalnız Anadolu’da değil Orta Doğu halkları arasında da yaygın bir inanıştır. Kur’an’da Hızır’dan hiç söz edilmemesine karşın tüm tasavvuf ve tarikat çevrelerinde, Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Yahudilik ve Şamanizm gibi inançlarda Hızır’dan sözedilir. Değişik kalıplarda görünebilen Hızır kahvede olduğu gibi ihtiyar bir adam ya da genç bir çocuk olabilir. Murat gibi darda kalanlara yardım eder ve işini bitirince aniden gözden kaybolup gider.
Çobanoğlu acemi er eğitimini Denizli’de yaparken İlhamlı bir aşık olduğu duyulmuştur. Bu nedenle asker ve çavuşlar beddua eder korkusuyla ondan çekinirler.
Bir gün depo astsubayı İlhan bir terzihanede bir başkası ile oturuyordu [O da astsubay ama o gün sivil giyinmiş]. Sivil astsubaya bir hafta hapis vermişler…Terzi [sivil astsubayı göstererek] “bu adama da birşeyler söyle, sen ilhamlısın” deyince:
Çobanoğlu derki kalmamış vefa
Sağlık olursa sürersin sefa
Anladım kumandan çekmişsin cefa
İnşallah kurtulursun yarın efendim.
Sivil astsubayın cezası resmen ertesi günü bitiyormuş. Çobanoğlu’nun söylediği son dörtlüğü duyunca arkadaşı depo astsubayına: ”Sen bunun elinden silahını al, yazık değil mi böyle bir adama” der. Sonra Murat’a dönerek “sen nasıl bildin yarın çıkacağımı?” diye sorar. Çobanoğlu bana “Ben ne bileyim, söyleten Allah.” dedi. Acemi Birliğindeki çavuşlar her gece onun hikaye anlatmasını isterler.
Hikayeyi en can alıcı yerinde bırakmama rağmen çavuşlar ‘Bu adam beddua eder diye bir şey söyleyemiyorlardı…Öyle bir hikaye söyledim ki tam otuzbeş günde zor bitirdim (söyleşi 8. 8.1982).
Halk eski zamanlarda şamanlardan, sonrada baksılardan beklediklerini Anadolu’daki badeli aşıklardan bekler. Ardanuçlu Aşık Efkari’nin (1900-1980) düşünde bade içtiği duyulunca civar köylerden hastalar akın etmeğe başlar. Köylüler daha iyi ürün alabilmek için Aşık Efkari’nin ilk tohumu ekmesini ve ilk buğday başağını kesmesini isterler (Koşay, 1966: 16). Asıl adı Aziz Göktekin olan Karslı Aşık Üzeyir Pünhani (1917-1998) bir konuşmamızda badeli aşıklardan Posoflu Aşık Müdami’nin (1914-1968) üç cilt Şemsil Maarif kitabını kullanarak güçlü büyüler yaptığını hatta arpayı bile duvarda yürüttüğünü gözleriyle gördüğünü; Aşık Şeref Taşlıova ise Kars yakınındaki bir köye çalıp söylemek için gittiğinde yaşlı bir kadının ondan kaybolan kazını bulmasını istediğini söylemişti.
DÜŞLERDE TANRI TARAFINDAN İHSAN EDILEN BİLGILER
Şamanlık hakkındaki bilgiler genç adaya usta şamanlar tarafından öğretilmesine karşın en önemli bilgiler derin uykuda iken bir ruh tarafından öğretilir. Bu ruh ayami gibi bir kadın, daha önce ölen usta bir şaman ya da “ak saçlı yaşlı bir ihtiyar” olabilir (Mikhailovskii, 1895: 153). Anadolu’daki badeli aşıkların çoğu “ümmi” olmalarına karşın uykudayken Kur’an’ı okumayı öğrenir ve birçok kutsal bilgiler edinirler. Çobanoğlu da düşünde Kur’an’ı okur ama kimileri uyanınca okuyamaz. Düşlerde kutsal veya yarı kutsal kişiler tarafından bahşedilen bu bilgilerin Tanrı tarafından gönderildiğini kabul etmezsek o zaman hiç okuma-yazma bilmeyen bir kişinin düşünde Kur’an’ı okumaya başlamasını; Türkçeden başka bir dil konuşamayan birinin düşünde iki-üç dili birden öğrenivermesini; ya da daha önce hiç saza dokunmamış olan Aşık Garip veya Emrah’ın usta bir aşık gibi saz çalabilmesini açıklamak zordur. Emrah Pir elinden bade içtikten sonra 366 damarının yanmağa başladığını söyler. Daha önce kendinden deyişler söyleyemeyen Emrah derin uykusundan uyanıp ta kendine gelince babasını karşılaşma yapmaya davet eder ve onu zor durumda bırakır. Karşılaşma sırasında herkes Emrah’ın düşündeyken kutsal bilgiler edindiğini anlar çünkü daha önce bu bilgilerden tamamen yoksun olduğu herkesçe bilinir (Emrah ile Selvi, 1971:13-19).
ŞAMAN DA, AŞIK DA DÜŞLERINDE YENİ BİR AD VE KİMLİK KAZANIR
Şamanizm konusunda birçok kitaplar yayınlayan Mircae Eliade, şaman olmak isteyen bir adayın derin uykuya dalıpta kendinden geçtiğinde yeni bir dil öğrendiğini ve yeni bir isim aldığını, böylece yeni bir kimlik kazandığını yazar (Eliade: 65, 93). Tanrılara ulaşmak için yola çıkan şamanın ruhu çeşitli kuşlardan yardım alır. Örneğin; Çelkanlı’larda ay ganatlı garaguş herzaman şamanın önünde uçar, olup bitenleri haber verir ve şamanın gelmekte olduğunu Bay Ülgen’e bildirir. Diğer Türk boylarında karakuş, cennet kuşu merkut, karlık, kaz, kartal, turna gibi kuşlardan da söz edilir (Potapov, 1996: 107-117).
Yakut şamanizminde ise kuş değil ama atın çok önemli bir yeri vardır. Yakutlarda at ve şaman birbirinden ayrı düşünülemez. Yolculuğa çıkmağa hazırlanan bir şaman at derisinden uzun bir cübbe giyince kendisinin bir at olduğunu düşünür, başını sağa sola sallayarak kişnemeye başlar (Diachenko, 1994: 265-271). Castagne` de Kırgız-Tatar baksının yolculuğa çıkmağa hazırlanırken çadırda bir köpek veya öküz gibi sesler çıkardığıni, bir kuzu gibi melediğini yazar. (Castagne`: 93). Tanrılara ulaşmak için uzun yolculuğa çıkacağı zaman çeşitli hayvanların kimliğine bürünen veya onların yardımıyla gökte bir kuş gibi uçan, bir at ya da bir geyik gibi yol alan şaman bu hayvanların dilinde konuşur. Adayın öğrendiği bu dil kuşkusuz Arapça veya Farsça değil ama doğanın dilidir. Örneğin; Tunguz şaman da kendinden geçtiğinde doğanın dilini anladığını ileri sürer (Lehtisalo: 1-34).
Hastalık ve simgesel ölümden sonra şaman adayı yeni bir kişilik ve yeni bir ad kazanır (Eliade: 64, 65). Avam Samoyed adlı bir şaman çiçek hastalığından üç gün ölü gibi yatar ve bu süre içinde bir denizin ortasına götürülür. Denizin ortasında çiçek hastalığı birden konuşmağa başlar ve “su tanrılarından sana şaman olma armağanı verildi, senin şaman adın [mahlas] bundan böyle “Huottarie” yani “Dalgıç” olacak” der. Hasan’ın Şenlik, Hüseyin’in Sümmani olması gibi Avam Samoyed te Dalgıç mahlasını alır. Anadolu aşıklarının düşlerinde bir güzele tutulmaları gibi Avam Samoyed de sudan çıktıktan sonra bir dağa tırmanır, orada çıplak bir kadınla karşılaşır ve memesini emmeye başlar, ama bu kadın bir sevgili değil Su Tanrıçasıdır. Dalgıç’a “sen benim çocuğumsun onun için seni emzirdim, sen birçok zorluklarla karşılacaksın ve çok yorulacaksın” der (Eliade, 1974: 39).
Şenlik ve Sümmani gibi diğer aşıklar da düşlerinde yeni bir kimlik ve yeni bir isim alırlar. Artvin’in İphan köyünden Osman, düşünden Aşık Mahiri olarak uyanır:
Binikiyüz seksen iki tarihte
Mahir ismin aşikare dediler
Aşık Kul Muhibbi’nin adı da Pirler tarafından verilen bir armağandır:
Kul Muhibbi adın bahşiştir bizden
Sıyırdık perdeyi kaldırdık yüzden (Özder: 11).
Sözlü gelenekte mahlas bir imza işlevini yüklenir. Yunus gibi her aşık kendinden söylediği deyişin en son dörtlüğünde mahlasını söyleyerek o deyişin kendisine ait olduğunu belirtir ve bir tür imza atmış olur. Badeli olmayan aşıkların büyük bir çoğunluğu da sonu “i” ile biten mahlaslar alırlar: Efkari, İlhami, Selmani, İhsani, Feymani gibi. İlhamlı aşık olduğunu söyleyen Murat ta önceleri Yamani mahlasını kullanırken daha sonra nedense soyadını mahlas olarak kullanmağa başlamıştır.
ŞAMANLAR DAVUL SESİ, AŞIKLAR İSE SAZ SESİYLE KENDİLERINE GELİRLER
Altaylı şaman, hastasının kaybolan ruhunu bulup yeryüzüne getirmek için yeraltı dünyasına iner ve Erlik Han’ı ziyaret eder. Yeryüzüne dönüp oturunca, “biri şamanın elinden davulunu alır ve üç defa vurur. Davul sesini duyan şaman uykudan uyanıyormuş gibi gözlerini oğuşturur” (Eliade, 1974: 203). Böylece davul sesi şamanı başka bir dünyadan geri getirir.
Saz sesi de aşıkları derin uykusundan uyandırır ve başka bir dünyadan geri getirir. Örneğin, sabah olmuş, güneş yükselmiştir ama Artvin’li Osman (Aşık Mahiri 1850-1914) derin uykusundan ayılamamıştır. Kızkardeşi Mihriban erkek kardeşinin öldüğünü sanır ve kefen aldırmak için köyünden (İphan) bir tanıdığını Erkinis nahiyesine gönderir. Orada meşhur usta Aşık Muhibbi Baba ile karşılaşan köylü olup bitenleri anlatınca Aşık Muhibbi adamın aldığı kefeni hemen geri vermesini söyler. İkisi birlikte köye geldiklerinde Osman hala derin uykudadır. Düşünde üç Pirin elinden bade içmiş ve diğer badeli aşıklar gibi o da Kur’an okumayı öğrenmiştir. Aşık Muhibbi sazına düzen verdikten sonra:
Ne düşmüşsün çocuk hab-ı gaflete
Uyan yavru uyan göreyim n’olmuş
Çok mu daldın erenlerle sohbete?
Aç gözün uykudan sorayım n’olmuş.
Ağzının etrafında beyaz lekeler olan Osman (Aşık Mahiri) saz sesini duyunca ağır ağır gözlerini açar. Köy halkı hayret içinde olup bitenleri izlemektedir. Bir yaşlı kadın “Gu, herif hortladı m’ola” diyerek hayretini gizleyemez (Gökalp,1960: 2250-2252). Adil Özder, “rüyasından sıyrılan aşık kendinden geçmiş ve şaşkına dönmüştür” der. Öldü sanılan aşığı badeli bir aşığın gelip sazı ile uyandırması gerekir. Eğer kendi haline bırakılırsa “uzun süre kendine gelemez” (Özder: 7-8). Sarıkamış’ın Başköy’ünden başka bir aşık ta onüç yaşında kuzuları güderken düşer ve uyuyakalır. Derin uykudan uyanması için getirilen aşık yanında saz çalınca uyanır ve kendine gelir (Kazmaz: 6). Eski aşıklardan Aşık Nihani (1885-1967) Sümmani’nin yardımıyla, Sarıkamışlı Aşık İlyas ta başka bir aşığın sazının tellerine vurmasıyla derin uykularından uyanmışlardır (Kazmaz: 6).
Yusufeli’li Huzuri (1886-1951) bir gece dinleyicilerinin ısrarı üzerine irticalen Lütfü Bey adlı bir hikaye anlatır. Hikayede Lütfü Bey derin uykusunda bade içer ve kendinden geçer. Babası Mirza Bey koşup oğlunun yanına gelir ama oğlunu uyandıramaz. Mirza Bey oğlunun derdine çare bulanı her isteğine kavuşturacağını duyurur. Yüzotuz yaşlarındaki bir kadın “kocakarı” ilaçlarını alıp konağa gelir ama herhangi bir hastalık bulamaz. “Aşık olmuştur, sazlı bir aşık getirin, çalıp söylesin, kalkar ve kendi derdini söyler” der. Bunun üzerine şehirde bulunan Aşık Hicrani çağrılır. Mirza Bey oğlunu uyandırmasını ve konuşturmasını emreder. Sazın sesini duyan oğlu Lütfü Bey doğrulup kalkar Hicrani’nin elinden sazı çekip alır ve deyişler söylemeye başlar. Eski aşıkların yaşamlarını konu alan diğer hikayelerde örneğin, daha önce sözünü ettiğim Aşık Garip hikayesinde de hiç saz çalmasını bilmeyen Resul, saz ile onu uyandırmaya çalışan yaşlı komşunun elinden sazı alır ve kırk yıllık usta gibi çalar. Emrah ile Selvi hikayesinde de hikaye kahramanı derin uykusundan usta bir aşığın sazı ve sözü ile uyanır.
Çobanoğlu bir insanın düşünde saz çalmayı öğrenemeyeceğine ama Kur’an okumayı öğrenebileceğine inanıyordu. Ağrı’da oturan ve asıl adı Turan olan Aşık Mihmani’nin düşünde Kur’an okumayı öğrendiğini, Bayram Hoca adlı ilhamlı bir aşığın da düşünde Kur’an okuduğu için aşıklığı bıraktığını ve Sivas’ta hocalık yaptığını söylemişti (Söyleşi, Kars 4.7.1982).
Anımsayacağınız gibi Çobanoğlu “ilhamlı aşık ya saz sesine uyanır, ya ezan sesine uyanır” demişti. Ezan sesiyle uyanmak İslam dinininin kabulünden sonra eklenmiş bir unsur olabilir. İslam dininin hoş görmediği bir müzik aletinin (saz) sesiyle uyanmak yerine kutsal ezan sesiyle uyanmak bu mesleğin bir şeytan işi değil de yarı kutsal bir meslek olduğunu da anımsatmaktadır.
ŞAMAN ADAYI VE AŞIK SİMGESEL BIR ÖLÜM SÜRECINDEN GEÇER
Mircea Eliade, Myths Dreams and Mysteries adlı kitabında (1960: 59-72) düş ve ağır hasta olmanın şaman olmada en önemli iki unsur olduğunu vurgular. Buryatlar da ağır hastalanmanın ve düşün şaman olmada önemli faktörler olduğunu bilirler (Eliade, 1974: 43). Simgesel ölüm ve yeniden yaşama dönme şamanlığa giriş ritüellerinde sıkça görülür. Şaman adayının ölmüş şaman atalarıyla konuşup onlardan şamanlığı öğrenebilmesi için simgesel bir ölüm süreci geçirmesi gerekir. Ölülerle ancak ölüler iletişim kurabilir. Ölüler herşeyi bildiği için simgesel olarak ölü kabul edilen şaman adayının da ölülerden herşeyi öğrendiğine inanılır (Eliade: 84).
Sofron Zateyev adlı Yakut şaman simgesel bir ölümden geçtiğini ve çadırda (yurt) yemeden içmeden üç gün ölü gibi yattığını (Eliade: 36), başka bir şaman ise üç ile yedi gün arasındaki sürede adayın uzuvlarının bedeninden ayrıldığını ve tenha bir köşede yerde zorlukla nefes alıp ölü gibi yattığını söyler. Çobanoğlu da çok hastalandığını, ciğerlerinin kapandığını ve nefesi omuzdan aldığını söylemişti. Tunguz şaman Ivan Cholko da bir şaman adayının hastalanmasının, bedeninin parçalanmasının ve kanının kötü ruhlar tarafından içilmesinin şart olduğunu öne sürer. Avam Samoyed adlı şaman çiçek hastalığı nedeniyle üç gün ölü gibi yatar. Bir Tunguz şaman ise bir yıl hasta yattığını, bu süre içinde türküler söyleyerek birazda olsa kendini iyi hissettiğini, şaman atalarının gelip ona düşünde şamanlığı öğrettiğini anlatır (Eliade: 43, 39).
Bazı şaman adayları hastalık geçirmezlerse de giderek davranışlarını değiştirirler. Örneğin, ıssız yerlerde zaman geçirmeyi, oralarda dolaşmayı ve uyumayı çok severler. Genellikle dalgın ve çok düşüncelidirler. Bu belirtiler yeni bir hayatın belirtileridir (Eliade: 35). Erzurumlu Aşık Reyhani ve Karslı Aşık Üzeyir Pünhani de aşık olmadan önce aynı belirtileri göstermişlerdir. Örneğin Aşık Reyhani onüç yaşlarında iken Kaygana Deresi diye bilinen bir yere gider, oralarda yalnız başına dolaşır, namaz kılar ve ağlar (söyleşi, Erzurum 10 Şubat 1982).
Ardanuçlu Aşık Efkari de (Adem Şentürk) Çobanoğlu gibi ağır hasta olur. Köyde doktor olmadığı için hocanın tavsiyesine uyarak onu bir ziyarete götürürler. Sonra kendisini dedelerinden Aşık Cesimi’nin (1835-1917) uyuyakaldığı Garip Mezarının yanındaki pelit ağaçının dibinde bulur. Yarı baygın halde sayıklar, “yükseklere uçar ve görmediği şeyleri görür”. Genç Adem’i pelit ağacının dibinden kaldırıp eve götürürler ve evde kendini bilmeyerek kırk gün yatar. İlkbaharda iyileşip gözlerini açtığı zaman kendinde bir başkalık hisseder (Özder: 9-10). Yukarıda sözünü ettiğim Artvin’li Osman’ın (Aşık Mahiri) kızkardeşi de erkek kardeşinin öldüğünü sanarak bir tanıdığını kefen almak için Erkinis nahiyesine göndermişti.
ÖZET
Aşık ve şaman adaylarının mesleğe giriş ritüellerinde ki benzerlikleri şöyle özetleyebiliriz: Aşıklar akar su kenarında, pınarbaşı, çeşmebaşı gibi yerlerde derin uykuya dalar, şamanlar da insanların içtiği suların geldiği deliklerden yararlanarak yeraltı Tanrılarına ulaşır; Mezarlıklar aşıkların ve şamanların mesleğe giriş için tercih ettikleri kutsal yerlerdir; Aşıklar Hızır ve Pirlerden, şamanlar ise çeşitli ruhlardan yardım alır; Derin uykuya dalmak aşık olmanın ve şaman olmanın esasını oluşturur; Şaman adayına en önemli bilgiler derin uykuda bir ruh tarafından öğretilir, aşıklar da uykudayken İslam ulularından kutsal bilgiler öğrenirler; Düşten sonra hem aşık hem de şaman yeni bir ad ve kimlik kazanır; Birçok badeli aşığın mahlas alması gibi örneğin, Avam Samoyed te “dalgıç” mahlasını alır; Aşıkların doğaçlama söyleyebilme yeteneği Tanrı tarafından ulu kişiler aracılığıyla ihsan edilir. Şaman adayı da şaman olmak için düşünde usta bir şamanın ruhundam izin ister; İlhamlı aşık saz ya da ezan sesine uyanır, Altaylı şaman da davul sesiyle başka bir dünyadan geri gelir; Şaman adayı simgesel bir ölüm sürecinden geçer, Çobanoğlu, Ardanuçlu Aşık Efkari ve diğerleri de ölür ölür diririrler; Anadolu’daki badeli aşıklar gibi Goldi şamanın da düşünde güzel bir kadın (ayami) belirir; Gerek aşık gerekse şaman gelecekten haber verirler; Kimi şaman adayı ıssız yerlerde yalnız kalmayı sever, kimi aşık adayı da aynı belirtileri gösterir. Tüm bu benzerlikler şamanların aşıkların ataları olabileceği görüşünü güçlendirmektedir.
YILDIRAY ERDENER
KAYNAKÇA
Aslan Ensar, Çıldırlı Aşık Şenlik. Ankara: Sevinç Matbaası, 1975.
J. Castagne`, “Magie et exorcisme chez les Kazak-Kirghizes et autres
peoples Turcs Orientaux.” Revue des etudes Islamiques 4 (1930): 99
Diachenko Viladimir, “The Horse in Yakut Shamanism,” Shamanism in
Central Asia and the Americas adlı kitapta. Editörler: Gary Seaman ve Jane S. Day. Colorado: The University Press of Colorado, 1994.
Eliade Mircea, Shamanism. Princeton: Princeton University Press, 1974.
Myths Dreams and Mysteries. London, 1960.
Emrah ile Selvi, İstanbul: Halk Kitapçılık, 1971, sayfa 13-19.
Erdener Yıldıray, “Baksı I ve BaksˆII” Türk Folklor Araştırmaları 349, 350 (1978): 8399-8402, 8427-8429.
Erdener. The Song Contests of Turkish Minstrels. New York & London: Garland Publishing,1995.
Gökalp Mehmet, “Mahiri ile Mahtapan Hikayesi” Türk Folklor Araştırmaları 135, (1960): 2250-2251.