İnsanların değişik kültürlere ve o kültürlerin bir parçası olan müziklerine gösterdikleri ilginin çok eski olduğu biliniyor. Komşu ülkelerden kız alıp vermenin yanısıra, savaşlar ve mal alış-verişi yapan insanlar aynı zamanda kültür alış-verişi de yapmışlardı. Ulaşım ve iletişim araçlarının giderek gelişmesi sonucu kültür alış-verişi komşu ülkelerin sınırlarını aşıp ulaşılması güç olan ülkelere ulaştı. Bunun ilk örneklerini 1609 yılında Kanada’daki Micmac Kızılderililerin müziğine ait bilgi veren L’Histoire de la Nouvella France’da görürüyoruz. Daha sonra 1767 yılında yine Fransa’da basılan Dictionaire de Musique Ansiklopedisinde J. J. Rousseau Çin, İsviçre ve İrlanda müziklerine ait nota örnekleri vermiştir. Ülkeleri dışında araştırma yapanlara birkaç örnek vermek istiyorum: (Emsheimer 1943; Hornbostel 1913: 11-13 ve 1928: 30-62; Lachmann 1929; Reinhard; 1956; Schneider: 1934).
19 ve 20. yüzyıllarda Darwin’in biyolojik evrim kuramı insan ve toplum bilimlere de uygulanınca kimi müzikologlar Batı müziğinin geçirdiği evrim sürecini anlamak istemişler ve Batı müziği dışında kalan “egzotik” diye adlandırdıkları müziklerle yakından ilgilenerek sayısız derleme ve araştırmalar yapmışlardı. Bu araştırmalarda daha çok ezgi yapısı, aralıklar, ritim, tempo, ezginin seyri gibi salt müzik tınısı ile ilgili konulara eğilmişlerdi.
DARWİN’İN BİYOLOJİK EVRİM KURAMI VE MÜZİKOLOJİ
1859 yılında basılan ve evrim ilkelerini açıklayan Darwin’in On the Origin of Species (Türlerin Kökeni) kitabı salt biyolji dalını değil toplum ve insan bilimlerini de büyük ölçüde etkiledi. Darwin’e göre yeryüzündeki tüm canlılar evrim sürecinden geçerek basitten karmaşığa doğru gelişirler. Doğal Ayıklanma (Natural Selection) sonucu en güçlü olanın hayatta kalması (Survival) ve bir canlının değişik ortamlara uyumu sonucu o canlının birçok çeşidinin türemesi (Variant) evrim kuramının ana ilkelerini oluşturur.
1870’li yıllarda antropolojinin kurucusu sayılan İngiliz E. B. Tylor (1832-1917), Henry Morgan (1818-1881), Herbert Spencer (1820-1903) Darwin’in biyolojik evrim kuramının insan toplumlarına da uygulanabileceğini savundular. Edward B. Tylor İlkel Kültür (Primitive Culture) adlı kitabında Darwin’in doğada en güçlü olanının hayatta kalabileceği ilkesinin kültürlerde de geçerli olduğunu ileri sürdü (1871). İngiliz filozof H. Spencer ise insan toplumlarını canlı organizmalara benzeterek evrim kuramının önemli ilkelerinden olan “doğal ayıklanma”nın toplumlarda da gözlendiğini söyledi. Ona göre toplumsal değişim bir evrim süreci olup bu süreç doğada olduğu gibi basitten karmaşığa doğru gider. Henry L. Morgan 1877 yılında Antik Toplum (Ancient Society) adlı kitabında “Kültürel Evrim” kuramının ana ilkelerini açıkladı (1877). Ona göre yeryüzündeki tüm ilkel toplumlar doğadaki canlılar gibi belirli evrim süreçlerinden geçip bir gün Batı uygarlığının gelişmiş seviyesine ulaşacaklardır. Morgan evrim sürecinin en alt basamağına “yabaniler”i, orta basamağa “barbarlar”ı ve en üst basamağa da Batı’nın “uygar” toplumlarını yerleştirmişti:
Uygar Toplumlar
Barbar Toplumlar
Yabani (vahşi) Toplumlar
MÜZİKOLOJİ NE ZAMAN VE NASIL BAŞLADI?
Batı uygarlığının hangi aşamalardan geçerek bugünkü duruma geldiğini anlamak isteyen insan bilimciler 1878 yılında Folk-Lore Society (Halk Bilimi Derneğini) kurdular. Bu derneğin amacı ‘Yabani’ ve ‘Barbar’ toplumların ilkel halk ürünlerini toplayarak Batı’nın halk ürünleri ile karşılaştırmaktı. Yedi yıl sonra (1885) Philipp Spitta, Friedrich Chrysander ve Guido Adler Vierteljahrschrift für Musikwissenschaft adlı dergide yayımladıkları bir yazıda bu tür çalışmaların müzik alanında da uygulanması gereğini vurguladılar. Bugünkü etnomüzikolojinin, o zamanki adıyla Karşılaştırmalı Müzik Bilimi’nin (Vergleichende Musikwissenschaft) yukarıda sözünü ettiğim dergideki yazılarla başladığı ileri sürülür. Karşılaştırmalı Müzik Bilimi dalının kurucularından Guido Adler (1855-1941) bu yeni bilim dalının (Vergleichende Musikwissenschaft) amacını şöyle açıklar:
Yeryüzündeki değişik toplumların müziklerini, özellikle halk şarkılarını toplayıp araştırmak, karşılaştırmak ve etnografik amaçlar için yapılarına göre sınıflandırmak (Adler 1885).
Adler ve diğerleri için “karşılaştırmak” (Vergleichen) önemli ve vazgeçilmez bir yöntemdi. Binlerce yıl önce Avrupalıların ataları da Afrika, Asya, Amerika ve Avusturalya’da yaşayan insanlar gibi “ilkel” şarkılar söylüyorlardı. Eğer o kıtalardaki şarkılar derlenip karşılaştırılırsa Avrupa halk müziğinin hangi evrim süreçlerinden geçerek bugünkü duruma geldiği kolayca anlaşılabilirdi.
Theodore Baker (1851-1934) Seneca Kızılderililerin şarkılarını inceleyip bir doktora tezi yazmıştı: “Kuzey Amerika Vahşilerinin Müzikleri Üzerine (Über die Musik der Nordamerikanishen Wilden). Bir kaç yıl sonra Vierteljahrschrift für Musikwissenschaft dergisinin ikinci sayısında Carl Stumpf’un (1848-1936) önemli bir araştırması yayımlandı (1886). Stumpf, bu araştırmasında Bellakula Kızılderililerin şarkılarını ele almış ve şarkıların kültürel ortamdaki durumlarını da incelemişti (1886: 405-426). Bu nedenle Stumpf, kimilerince etnomüzikolojinin kurucusu sayılır. Öte yandan “etnomüzikoloji” sözcüğünü ilk kez kullanan Jaap Kunst (1891-1960) bu şerefi İngiliz matematikçı Alexander J. Ellis’e (1814-1890) verir (Kunst 1959: 2-3). Ellis’in geliştirdiği ‘sent sistemi’ ile yarım sesler yüz eşit parçaya bölünmüş ve Avrupa dışı ülkelerin halk şarkıları ve dizilerindeki aralıklar yanlışsız ölçülebilmişti (Ellis 1885:485-527). Müzik tınısını öne alan müzikologlar için güvenilir bir sistem geliştirdiğinden ötürü Erich M. von Hornbostel ve diğerleri Ellis’i ‘Karşılaştırmalı Müzikoloji’nin gerçek kurucusu sayarlar.
BULUCULARIN ASIL DİSİPLİNLERİ NE?
Stumpf’un yukarıda sözünü ettiğim araştırması “Berlin Okulu” diye adlandırılan Hornbostel, M. Kolinski, Otto Abraham, George Herzog ve onların öğrencilerine yeni bir model oluşturmuş; onlar da Stumpf gibi küçük bir grubun müziğini ele almış ve çok müzik üslubu, ezgi yapısı, akustik gibi konulara eğilmişlerdi. Berlin Okulu üyelerinin çoğu müzik dışındaki işlerle uğraşıyorlardı. Örneğin Carl Stumpf ve Eric von Hornbostel Berlin Üniversitesi Psikoloji Enstitüsünde görevliydi. Daha sonra Amerika’ya göç eden Amerikan Antropoloji Okulunun kurucusu sayılan Franz Boas’ın asıl dalı coğrafya ve fizikti. Yarım sesleri yüz eşit parçaya bölmeyi başaran A. J. Ellis matematikçiydi. Orta Çağdan bu yana süregelen bir geleneğe göre “müzik,” aritmetik, geometri ve astronominin yanında yer almaktaydı. 6. yüzyılda müzik konusunda yazılar kaleme alan ünlü Aurelius Cassiodorus (480 ?-575) müziği “numaralarla uğraşan bir bilim dalı” (disciplina vel scientia quae de numeris loquitur) olarak tanımlıyordu.
Kökleri belki de ta Orta Çağa uzanan bir geleneğin de etkisiyle Avrupa’da, özellikle de Almanya’daki müzik bilimcilerin çoğu müzikte kullanılan diziler, aralıklar, çalgıların düzenini etkileyen ilkeler, akustik gibi müziğin teknik yönüne ağırlık verince müziğin kültürle olan bağları arka plana itilmişti.
Ünlü Alman müzikolog Otto Abraham ve Hornbostel de Türk halk türkülerini konu alan yazılarında (Phonographierte Türkische Melodien) türkülerin ritim, tempo, intonasyon, dizi ve aralıklar gibi konularını incelemişlerdi. Yirmi türküyü von Luschan adlı bir müzik meraklısı 1901 yılında Gaziantep civarında oniki yaşındaki bir Ermeni çocuktan derlemiş ve Almanya’ya dönünce Otto Abraham ve Eric von Hornbostel’e vermişti. Türküleri kimlerin hangi ortamlarda söylediğini bilmeyen Abraham ve Hornbostel, Ermeni ve Türk kültürlerinin özelliklerine ve türkülerin bu iki kültürle olan ilişkilerine değinmemişlerdi (Abraham ve Hornbostel 1904:203-221).
KARŞILAŞTIRMANIN SAKINCALARI
Karşılaştırmak önemli bir yöntem olduğundan “ilkel” diye nitelenen müzikler Batı’nın “uygar” müziği ile karşılaştırılıyor ve ilginç sonuçlara varılıyordu. 1893 yılında yayınlanan Richard Wallaschek’in İlkel Müzik (Primitive Music) adlı kitabı buna güzel bir örnektir (Wallaschek 1893). Hector Berlioz ise Çin müziğini çirkin bir şekilde aşağılıyordu: “Çinliler köpeğin uluması gibi, kedinin bir kurbağa yuttuğu zaman çıkardığı acı seslere benzer biçimde şarkı söylüyorlar. Müzik çalgıları ise gerçek bir işkence aleti gibi…” (Harrison, Hood, Palisca 1963: 225).
Yirminci yüzyılın başlarında evrim kuramı ilkelerini İngiliz Halk Şarkılarına (English Folk Song) uygulayan Cecil Sharp her şarkının bir variyantı olduğunu ve doğadaki canlılar gibi şarkıların da iyisinin kötüsünden toplum tarafından ayıklandığını, ancak toplumun duygularını dile getiren ve zevkine uyan şarkıların yaşamını sürdürdüğünü ileri sürmüştü (Sharp 1907).
Ünlü müzikolog Curt Sachs da (1881-1959) kitaplarının hemen hemen tümünde Avrupa dışında kalan ülkelerin müziklerini tarih öncesi dönemin kalıntıları olarak görmüştü (Sachs 1962: 68). Ölümünden kısa bir süre önce basılan kitabında bile evrim kuramının izleri açıkça görülür.
Daha önce de belirttiğim gibi Sachs ve diğerlerinin ’egzotik’ müziğe olan aşırı ilgilerinin nedeni Batı müziğinin hangi aşamalardan geçtiğini saptamaktı. Biyolojik evrim kuramının insan ve toplum bilimlere uygulanmasından bu yana geçen yüzyıl içinde ‘yabani’ (vahşi) ve ‘barbar’ diye adlandırdıkları müziklerin gelişerek bir üst basamağa çıktığını gösteren yeterli ve inandırıcı örnekler yoktur. Yeryüzündeki müzikleri basitten karmaşığa doğru sıralarken ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri de hangi müziğin ‘barbar’ hangi müziğin ‘yabani’ olduğunu tarafsız olarak ölçen yöntemlerin olmayışıdır. Örneğin; Türkülerdeki aksak ritimleri ve çeyrek sesleri ‘yabani’ basamağına mı yoksa ‘barbarlık’ basamağına mı koymalıyız? Binlerce yıl önce yeryüzündeki tüm müziklerin ‘yabani’ basamağından başladığı varsayıldığına göre nasıl olmuş da Batı müziği evrim basamağında kolayca ‘uygarlık’ basamağına tırmandığı halde diğer uluslar hep alt basamaklara takılıp kalmışlardı? Batı dışında kalan dünya ulusları ve bu arada Türkler yaratıcı güçten yoksun, yeteneksiz insanlar oldukları için mi büyük bir aşama gösterememişlerdi?
KENDİNİ DÜNYANIN MERKEZİNE KOYMAK...
İnsan ve toplum bilim dallarında uzun yıllar uygulanan evrim kuramı ve daha birçok kuram Batı’daki bilim adamlarınca geliştirilmişti. Kendi kültür ya da müziğinin diğer kültür ve müziklerden daha iyi ve daha üstün olduğunu düşünmek ve dünyanın merkezine (center) koyarak diğerlerini ona göre değerlendirmek antropolojide “etnosentrizm” (ethnocentrism) olarak bilinir. 19. ve 20. yüzyıllarda kimi antropologlar özellikle de etnoğrafyacılar kendi kültürlerini diğerlerinden üstün gördükleri için suçlanmışlardır (Hunter ve Whitten 1976:147). Tarafsız olması gereken akademisyen Theodore Baker doktora tezine önyargı ile başlayıp Kızılderilerileri “vahşi” diye nitelemişti (Kuzey Amerika Vahşilerinin Müzikleri Üzerine); Hector Berlioz “üstün” saydığı kendi müziğinin dışındaki bir ulusun şarkılarını ve çalgılarını alaylı bir şekilde aşağılamıştı. Bu tür etnosentrizm örneklere sıkça rastlanır ve böyle olunca tarafsızlıktan, yan tutmayan bir bilim dalından söz etmek zorlaşır (Scheffler 1982; Polanyi 1958; Gillispie 1960).
AMERİKA’DA ETNOMÜZİKOLOJİ
Daha çok müziğin tınısı üzerine yoğunlaşan Avrupalı müzikologlar alan çalışması yapmadıkları, koltuklarından kalkmadıkları için onlara“armchair scholar” yani koltukta oturan bilim adamı deniyordu. Onlar turistlerin, amatör müzik meraklılarının ve misyonerlerin getirdikleri ezgileri inceliyor ve kimi sonuçlara varıyorlardı. Bu tür müzikologlar Amerika’da da yaygın ise de kimi müzikologlar antropolojinin etkisi altında kalarak değişik bir yol izlemekteydiler. Örneğin; Walter Fewks, Edison’un ses kaydeden silindirini alana taşıyarak Kızılderililerin şarkılarını kaydetmişti. Onun bu çalışması alanda yapılan ilk ses kayıdı (1889) olarak bilinir. Fewks, antropolog olduğu için müzik eğitimi almamıştı, bu nedenle yaptığı kayıtları masa başında oturan Benjamin Gilman’a vermişti.
Amerikan Antropoloji Okulunun kurucusu sayılan Franz Boas ise (1858-1942) öğrencilerine alan çalışmalarının kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu söylüyordu. Kendisi de Amerika’nın kuzeybatısındaki Kwakiuti Kızılderililerinin şarkılarını kaydetmiş ve bazılarını notaya almıştı. Amerikan Etnoloji Bürosu gibi kurumların özellikle Kızılderililer üzerine yapılan araştırmalara parasal destek vermesi alan çalışması yapanların sayısını giderek artırdı. Masa başından kalkarak alana gidenler evrim kuramının alt basamaklara koyduğu ‘barbar’ toplulukların karmaşık müzik sistemleri olduğunu hayretle gördüler. Bir müziğin hangi mekanda, ne zaman, kimler tarafından, ve kimlere söylendiğini anlamadan müzik tınısı ile ilgili yapılan araştırmalar kültürleri anlamakta yetersiz kalıyordu.
KARŞILAŞTIRMA YERİNE ETNOMÜZİKOLOJİ
Bu nedenle müzik dalında yapılan araştırmalarda “karşılaştırmak” yerine “etnolojik” yorum giderek önem kazanmaya başladı. 1950 yılında “Bizim dalımız (Comparative Musicology) diğer bilim dallarına göre daha fazla karşılaştırma yapmıyor” diyen Jaap Kunst “comparative” sözcüğünü çıkarıp yerine “etnoloji” sözcüğünü koymuş ve bundan böyle “etno-müzikoloji” olarak kullanılmasını önermişti (Kunst 1959). Etnoloji ve müzikoloji dallarını birleştiren bu yeni bilim dalının adı 1956 yılında tek bir sözcük olarak yazılmaya başlandı. Etnoloji özellikle Avrupa’da kültürel antropoloji ile eş anlamda kullanılır ve bir toplumun geçmiş ya da günümüzdeki kültürünü ve yaşam biçimini aydınlatan bilim dalı anlamına gelir.
Kunst’un comparative (karşılaştırma) sözcüğünü çıkararak yerine etnoloji sözcüğünü koyması basit bir ad değişikliği değildi. Bu değışiklik geçmişte yapılan müzik araştırmalarının insanları ve müziklerini anlamanın mümkün olmadığını gösteriyordu. Daha güvenilir sonuçlara varabilmek için müzik tınısı yanısıra o tınıya biçim veren kültürünü de anlamak, araştırmak gerekiyordu. Önerilen bu yeni ad müzikologların çoğunluğu tarafından benimsenmiş ise de Gilbert Chase müzikolojideki yeni akımı doğru bulduğunu, buna karşın yeni adı beğenmediğini söylüyor ve “etnomüzikolojı” yerine “kültürel müzikoloji” demenin daha doğru olacağını ileri sürüyordu (Chase 1972: 220).
Karşılaştırmalı Müzikololi’deki yeni akımın ortaya çıkmasında kuşkusuz Amerikan Antropoloji Okulunun rolü büyüktü. Bu okulun kurucusu sayılan Franz Boas bir kültüru tümüyle anlayabilmenin ancak alan çalışması ile mümkün olabileceğini vurguluyordu. Onun öğrencileri müziği kültürden soyutlamak yerine o kültürün ayrılmaz bir parçası olarak görmeye başladılar. Öğrencilerinden Melville J. Herskovits (1895-1963) müziğin kültür içinde araştırılmasının önemini anlayan antropologlardan biriydi (Herskovits 1948: 2). Herskovits’in öğrencisi ve benim İndiana Üniversitesindeki hocam Alan Merriam (1923-1980) The Anthropology of Music (1960) adlı kitabında etnomüzikolojiyi “müziğin kültür içinde araştırılmasıdır ” diyerek tanımlamıştı (Merriam 1964). Daha sonra bu tanımı “etnomüzikoloji, müziği kültürün bir parçası olarak ele alır ve araştırır” (1973) diye değiştirdi. Bu tanım Amerika’daki etnomüzikologların büyük bir çoğunluğu tarafından benimsenmiş ve müziği anlamanın o kültürü anlamaya bağlı olduğu görüşü kabul edilmiştir.
SONUÇ
Bir kültürü oluşturan din, dil, üretim araçları, sanat, örf ve adetler, davranış biçimleri, yemek-içmek, aile yapısı, politika gibi kültür kurumları müziğin tınısına biçim verir. Eğer Boston, Tokyo, Paris ya da Ankara’daki insanların kültürlerini anlamak istiyorsak o insanların müziğini besleyen kültür kurumlarını ve o kültür kurumlarının müzikle olan bağlarını irdelememiz ve anlamamız gerekir, Etnomüzikoloji (etnoloji & müzikoloji) bu bağları ve ilişkileri anlamaya çalışan bir bilim dalıdır.
YILDIRAY ERDENER
Yazıda adı geçen makale ve kitaplar:
Abraham Otto, Erich M. Hornbostel, “Phonographierte Türkische
Melodien.” Zeitschrift für Ethnologie 36 (1904): 203-221.
Adler, Guido. “Umfang, Methode und Ziele der Mussikwissenschaft”
Vierteljahrschrift für Mussikwissenschaft 1 (1885):14.
Baker, Theodore. Über die Musik der Nordamerikanischen Wilden, 1882
(Doktora tezi).
Chase, Gilbert. “American Musicology and the Social Sciences” Perspective in
Musicology, New York W.W. Norton, 1972, sayfa 220.
Ellis, Alexander. J. “On the Musical scales of Various Nations” Journal of the
Royal Society of Arts, 33 (1885): 486-527.
Emsheimer, Ernst. The Music of the Mongolia. Stockholm: the Sino Swedish
Expedition, 1943.
Encyclopedia of Anthropology. Editörler: D.Hunter, P. Whitten. New York:
Harper and Row, 1976, sayfa 147.
Herskovits Melville J. Man and his Work. New York: Alfred A. Knopf,
1948, sayfa 2
Harrison, F., M. Hood, C. Palisca. Musicology. Englewood Cliffs, New Jersey:
Prentice-Hall, 1963, sayfa 225.
Hornbostel, Erich M. “Melodie und Skala,” Jahrbuch der Musikbibliothek
20, 1913: 11-13; “African Negro Musik” Africa 1, 1928: 30-62.
Kunst, Jaap. Ethnomusicology. The Hague: M. Nijhoff, 1959: 2-3.
Lachmann, Robert. Musik des Orients, Breslau: Jedermanns Bücherei, 1929.
Merriam, Alan. The Anthropology of Music. İllinois: Northwestern University
Press, 1964.
Reinhard, Kurt. Chinesische Musik, Kassel: E. Röth, 1956.
Sachs, Curt. The Wellsprings of Music. The Hague: M. Nijhoff, 1962,
sayfa 68.
Scheffler I. Science and Subjectivity. Indiana: Hackett, 1982; C. Gillispie.
The Edge of Objectivity. Princeton: Princeton University Press,
1960; M. Polanyi. Personal Knowledge. Chicago: The University of
Chicago Press, 1958.
Schneider, Marius, Geschichte der Mehrstimmigkeit, Berlin: J. Bard, 1934.
Sharp, Cecil. English Folk-Song. London: Atheneum Press, 1907.
Stumpf, Carl. “Lieder der Bellakula Indianer” Vierteljahrschrift für
Mussikwissenschaft 2 (1886): 405-426.