Besin bir silahtır, Maksim Litvinov
Sovyet Dışişleri Bakanı (1930-1939)
Yıldıray Erdener
Gıda, insanları kontrol etmek için geçmişten bu güne dek kullanılagelmiştir. “Ordu midesi üzerinde yürür” sözünün Napolyon’a ait olduğu söylenir. Amerikan Birleşik Devletlerinin kaderini tayin eden Amerikan Bağımsızlık Savaşı (1770-1780) ve Amerikan İç Savaşında (1861-1865) gıdanın kritik bir rol oynadığı bilinir (Standage 2016: 13,190, 206, 207, 303). Köle bir anneden doğan ve plantasyonlarda köle olarak çalışan Frederick Douglas da (1817/18-1895) Esaret ve Özgürlüğüm (My Bondage and my Freedom) adlı kitabında köle sahiplerinin kölelere istediklerini yaptırabilmek için gıdayı çok etkili bir silah olarak kullandıklarını anlatır. Amerikalılar gıda maddelerinin öldürücü silahlardan daha etkili olduğunu çok iyi bilirler. Bu bilinçle Teksas senatorü Wright Patman senatoda şöyle bir konuşma yapmıştır (1966):
…İleri ve geri kalmış ülkelerden hiçbiri bizim sahip olduğumuz miktarda yiyecek stoklarına ve üstün üretim olanaklarına sahip değildir…Bundan dolayı Amerika tarımı açlığın eline düşmüş ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşamakta olan milyonlarca insana karşı kullanılagelen bu silahı etkili bir hale getirmek için bugünkü kalıplarını da değiştirmek zorundadır…Bu mümkün olduğu zaman öldürücü ateşli silahlara olan ihtiyacın çok azalmış olacağını tahmin ediyorum…(Koçtürk: 101).
Patman’ın senato konuşmasından sekiz yıl sonra Henry Kissinger’in başkanlığında toplanan Ulusal Güvenlik Konseyine “gizli” kaydıyla 200 sayfalık kapsamlı bir rapor sunulur (National Study Memorandum 200). Raporda az gelişmiş ülkelerdeki nüfus artışının Amerikan’ın ulusal güvenliğini tehdit ettiği, politik ve stratejik çıkarlar açısından tedbirler alınmasının zorunlu olduğu vurgulanır. Az gelişmiş onüç ülke arasında Türkiye de vardır. Nüfus artışı tedirgin edicidir, çünkü nüfus artışıyla birlikte politik, ekonomik ve askeri güçlenme olacaktır. 1973’te Nobel ödülüne layık görülen Kissinger sorunun çözümü için öncellikle doğum kontrolünü önerir, üstü kapalı olarak ta savaş ve gıda maddelerinin azaltılması sonucu kıtlık ve açlıktan nüfusun azalacağını savunur. Rapor 1975’te Başkan Ford tarafından hükümetin resmi politikası olarak onaylanır (internette bakınız: “Kissinger’s 1974 Plan for Food Control Genocide”).
Kissenger hiç bir öldürücü alet ya da silah kullanmadan gıdayı keserek insanları kontrol etmenin mümkün olduğunu şöyle dile getirir: “gıdayı kontrol ederseniz insanları; enerjiyi kontrol ederseniz tüm bir kıtayı kontrol edebilirsiniz.” Stalin de gıdanın ideolojik bir araç olduğunu iyi bilenlerdendir. Batı’daki müttefiklerin Berlin’den çıkıp gitmeleri için Doğu Almanya’dan kente girecek tüm gıda ve diğer ikmal maddelerinin Berlin’e girmesini engeller. Kentin 36 gün yetecek gıda stoku ve 45 gün yakacak kömürü vardır. Mermi ve bomba kullanmadan gıda ve ikmal malzemelerin Berlin’e girmesini engelleyerek kenti ablukaya alır. Ama daha önce imzalanmış olan bir antlaşma Batı müttefik devletlerine Berlin hava alanını kullanma hakkı vermiştir. Douglas Hava şirketi uçakları onbeş ay süresince Berlin’e havadan yaklaşık 2,3 milyon tonluk gıda malzemesi taşır ve Mayıs 1949 da abluka sona erer. Douglas şirketinin Berlin’e havadan yaptığı yardımı gösteren bir posterde “süt…Demokrasinin yeni silahı” diye yazılmaktadır (Standage 2016: 216-221).
Savaştan sonra Avrupa kentlerinin çoğu yerle bir olmuş, altı yıl süren savaş tüm ekonomik kaynakları tüketmiş, insanlar yoksul ve aç kalmış, komünizmin Avrupa’da yayılması ciddi bir tehlike halini almıştır. Aç ve bitkin insanların maddi/manevi bir desteğe ihtiyacı vardır. Komünist partilerin yükselişini durdurmak ve Avrupa’ya destek olmak amacıyla Dışişleri Bakanı George Marshall geniş ve kapsamlı bir ekonomik plan hazırlar. Bu plan Truman tarafından imzalanır ve yasa olarak kabul edilir. İşbirliğini pekiştirmek için onbeş Avrupa ülkesi 1948’de “Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü”nü (OEEC) kurar ama Türkiye bu örgütün dışında bırakılır. İleri sürülen gerekçe Türk ekonomisinin savaştan fazla zarar görmediğidir.Tam da o günlerde Stalin Türkiye’yi tehdit etmekte Kars, Ardahan ve Boğazlar üzerinde hak iddia etmektedir. Türkiye, Marshal planından alacağı parayla yatırımlar yaparak halkın yaşam seviyesini yükseltmek ve komünizmin yayılmasını önlemeyi planlamaktadır. ABD ise ekonomik para yardımından çok askeri yardım yapmayı düşünür.
Türkiye OEEC’ye alınması için yeniden Amerika’ya başvurur, Temmuz 1948’de İnönü ve Hasan Saka hükümeti ekonomik ve askeri işbirliği anlaşmasını imzalar. Böylece Marshal planı kapsamına alınan Türkiye 1948-1952 yılları arasında çeşitli ekonomik kalkınma ve askeri yardımlar alsa da Dünya Bankasından alınan ticari kredilerin faizlerini ödeyememesi bütçeyi alt üst eder. Ekonomik sıkıntıların yaşandığı böyle bir dönemde ABD’nin üretim fazlası soya, mısırözü yağı, buğday, süt tozu, erimiş peynir ve savaş artığı eski silahların ülkemize bazan parasız, bazan da çok ucuz ve Türk lirası karşılığı girmesi hükümetçe olumlu karşılanır. Amerika yerli üretimi çökerterek üretim fazlası tarım ürünleri için yeni ve sürekli pazarlar aramaktadır. Bunu gerçekleştirmek için ise Anadolu halkının tüketim alışkanlıkları ve bin yıllık damak tadı değiştirilmelidir. Bomba yağdırmak yerine tarım uzmanları yağdıran Amerika, toplumdaki işbirlikçilerine türküler besteletir ve onları cömertçe ödüllendirir.
Örneğin; 1960’dan sonra zeytinciliğimizi baltalamak için İzmir'de yapılan bir yağ seminerinde konuşan Amerikan Tarım Ataşesi, Türkiye'nin Amerika’dan Türk lirası karşılığı, ucuz soya ve mısırözü yağı ithal ederek, kendi ürettikleri zeytinyağlarını Avrupa pazarlarında dolar karşılığı satmaları halinde yatırımlar için gerekli olan dövizi kazanabileceğimizi anlatır. Seminere katılan Türk zeytinyağı üreticileri bu öneriyi büyük bir coşkuyla karşılar. Amerikalılar iki yıl süreyle Avrupa ve özellikle İtalya'daki firmaları harekete geçirerek Türk zeytinyağlarını satın aldırır. Bunun sonucunda iç piyasalarda azalan zeytinyağı fiyatları 10-12 liraya yükselir. Böylece zeytinyağı ticareti yapanlar hem iç, hem de dış pazarlarda milyonlar kazanır. Dar gelirli tüketiciler ise Amerikan yağından yapılmış ve zeytinyağına göre çok daha ucuz Sana, Vita yağlarını kullanmaya alışır ve giderek zeytinyağından uzaklaşır.
Bu arada TRT “Zeytinyağlı yiyemem / Basma fistan giyemem / Senin gibi cahile ben ‘efendim’ diyemem” türküsüyle binlerce yıl Anadolu halklarının yediği zeytinyağının artık yenilmez, basma fistanların giyilmez olduğunu, “milletin efendisi” olan köylünün ise cahil olduğu için efendi olamayacağını ritmik bir ezgi ile Türkiye’ye yaymaktadır. Sağlıklı zeytinyağı yerine damar ve kalp hastalıklarına neden olan Vita ve Sana yağı, basma fistanlar yerine ise naylon fistanlar ve çoraplar pazarlanmaktadır. Bir Tokat türküsünde genç bir kız Naylon çorap giyemedim / Muradıma eremedim, diye yakınırken genç erkekler naylon kızlar beklemektedir: Ayva sarı olacak / Evde darı olacak / Evlenmeyin bekarlar / Naylon kızlar çıkacak.
Görüldüğü gibi dostlarımız sayesinde beklentilerimiz yükselmiştir.
Bursa yöresinin türküsü olduğu söylenen bu gizemli türkü Muzaffer Sarısözen tarafından 2.11.1954 tarihinde kaynak kişi albay İhsan Kaplayan’dan derlenmiştir. Albay Kaplayan, Amerikalı dostlarının isteği üzerine mi bu türküyü bestelemiştir yoksa bilinen bir ezgiye yeni sözler mi yazmıştır bilinmiyor. Daha sonra türkü Sarısözen tarafından notaya alınmış, TRT Halk Müziği Kurulundan geçirilmiş ve 1133 sıra numarasıyla Türk Halk Müziği repertuarına kaydedilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri, Latin Amerika’da özellikle de Meksika’da binlerce yıldır yenilen mısırı Meksika köylüsünün pazarda satmaya çalıştığı mısırdan çok daha ucuz bir fiyata piyasaya boşaltarak milyonlarca Meksikalı mısır çiftçisinin geçim kaynağına büyük bir darbe vurur. Newyork Times gazetesinde Elizabeth Becker Amerikan Hükümetinin tarım politikası ile Meksika’nın kırsal bölgelerindeki mısır yetiştiren çiftçilerin sefaleti arasında doğru orantılı bir bağlantı olduğunu ve piyasaya sınırsız mısır boşaltmanın Meksikalı mısır yetiştiren çiftçilerin geçim kaynağını yerle bir ettiğini vurgular (27 Ağustos 2003).
Mısırın ilk çıktığı yer olarak bilinen ve binlerce yıldan beri yetiştirilen mısır Anadolu’da binlerce yıldır yenilen zeytinyağı gibi dolaylı olarak Amerikan emperyalizminin kontrolü altına girmiştir. Amerika, Türkiye’de ki insanların gıda dışında giyim-kuşam, içki, sigara, enerji ve diğer alanlardaki tüketim davranışlarını sessiz-sedasız değiştirir; eskiden sadece ve sadece spor yaparken giyilen ayakkabılar hergün giyilen ayakkabılar olur; içinde çok daha fazla zararlı maddeler olan Amerikan sigaraları bizim sigaraları neredeyse piyasadan silip süpürür. Kendi çıkarlarını savunmayan ama her şey olup bittikten sonra yakınıp sızlanan bizim gibi ülkelerde Batı emperyalizmi yerli tarımı kolaylıkla çökertebilmekte ve her alandaki tüketim alışkanlıklarını rahatlıkla değiştirebilmektedir.
YILDIRAY ERDENER
28 Eylül 2018
Koçtürk, Osman Nuri, Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi.
Ankara: Özdoğan Matbaa, 2009.
Standage, Tom. İnsanlığın Yeme Tarihi. Çeviri Gencer Çakır.
İstanbul: Maya Kitap, 2009.