Yarın, 7 Kasım 2021, müstesna bir konser olacak İstanbul’da.
Müstesna derken, konserin sadece tek bir unsurundan bahsetmiyorum. Bir kere çalacak müzisyenler Naz İrem Türkmen ve Duru Aydın müstesna. İkisi de, Naz İrem Türkmen kemanda, Duru Aydın piyanoda harika çocuk olarak adlandırılabilecek kadar virtüöz genç müzisyenler. Konserin yeri de müstesna; Arter Müzesi’nin bodrum katında bulunan Sevgi Gönül Oditoryumu’nda. Fakat, konserin müstesnalığının asıl kaynağı, doğum gününde anacağımız Meriç Soylu’dur.
Klasik müzik dünyasında, çoğu zaman, iki kitle üzerine duruluyor: besteciler ve icracılar. Müzik tarihinde dersler besteciden besteciye göre anlatılır, konserlere ise icracıya göre gidilir ya da gidilmez. Yeteri kadar yeni kompozisyon konser programlarına koyulur mu, genç müzisyenler nasıl desteklenecek diye endişeleniliyor. Bunlar tabii gerekli sorular. Hatta, Meriç Soylu’nun başlattığı, adına annesi babası tarafından devam ettirilen Parlayan Yıldızlar konser serisi ve ödülü, genç icracıları destekleyerek böyle sorulara her sene cevap veriyor.
Fakat, müzik konusuna besteci ve icracı kadar önemli bir karakter daha var. O da dinleyici. Meriç Soylu müstesna bir dinleyiciydi. Meriç Soylu ile ilk, annesi Sedef Soylu ve babası Murat Soylu tarafından organize edilen ev konseri serisinde tanıştım. Türkiye ve İstanbul’daki batı klasik müzik dünyasının sosyokültürel boyutlarıyla ilgilinen bir insan olarak, düzenli olarak verilen ev konserlerinden haber alır almaz çok merak ettim. Acaba kim gidiyor?
Nasıl bir ortam? Nasıl bir müzik?
Soylu ailesi sağ olsun, o konserlere katılma fırsatım oldu ve konserlerde kendimi yine müstesna bir ortamda buldum. Bir kere, Meriç Soylu Ev Konserleri’nde dinlediğim bütün genç müzisyenler mükemmeldi. Hayatımda en etkilendiğim Beethoven “Waldstein” piyano sonatını orada dinledim, mesela. Zevkli dekorasyonuyla ve lezzetli yemekleriyle, konserlerin ortamı da hayli zarifti. Fakat Meriç Soylu Ev Konserlerinin yine en etkileyici unsuru, çalınan her notayı tam konsatrasyonla dinleyen ve önemseyen dinleyici kitlesiydi. O kitlenin yolunu aydınlatan kişi de, tabii, Meriç Soylu.
Murat Soylu’nun hazırladığı, Meriç Soylu: Sanat Dolu bir Yaşam adlı, Meriç’in kendi geçmişini aydınlatan kitabını okuduğumda, Meriç’in bıraktığı izi daha iyi anladım. Örneğin, kitabın müstesna bir unsuru, Meriç’in Boston’da yüksek lisans yaparken, annesi ve babasına gönderdiği bir mektubun fotokopisidir. Meriç’in mektubunda, dinlediği Boston Senfoni’nin ve Viyana Filarmoni’nin performanslarından izlenimlerini, ince yorumlarını kendi yazısından okuma şansını buldum. O mektup ve Meriç Soylu kitabından annesi, babası ve arkadaşlarından aktarılan hatıralardan ise, Meriç’in ne kadar disiplinli, içten, ve saygılı bir dinleyici olduğunu anladım.
Boston’dan İstanbul’a döndükten sonra, Meriç’in o müstesna dinleme kabiliyetini İstanbul ile paylaşma fırsatı olmuş. Meriç, İşSanat’ın 2006-2012 yıllar arası direktörüyken, dünyanın en kaliteli, en talep edilen müzisyenlerinin hemen hemen hepsi Meriç’in sayesinde İstanbul’a gelmiş. Meriç Soylu kitabında yer alan sayısız mektuplar ve hatıralar, Meriç’in hem o müzisyenlerde, hem de geniş bir İstanbul kitlesinde kalıcı bir iz bıraktığını gösteriyor.
Müzikoloji’nin “postmodern turn” ile sabit “eser” kavramı, onu besteleyen “dâhi” besteci ve icra eden “virtüöz” müzisyen figürler eleştirilmeye başlandı. Müzik hakkında nasıl farklı düşünebiliriz diye yeni müzik ontoloji teorileri kurulmaya başlandı. Nina Sun Eidsheim’in, müziğin sabit eserden değil, öznelerarası titreşimden ibaret olduğunu iddia eden Sensing Sound: Singing & Listening As Vibrational Practice adlı kitapta bunlardan biri var. Eidsheim’e göre, müzik, titreşimle aktarılabilen bir enerjidir. Böyle düşünüldüğünde, insanların da ilişkisel anlamda sesten ibaret olduğunu ileri sürüyor Eidsheim.
Eidsheim’i takip edersek, Meriç Soylu’nun da müstesna bir dinleyici olmanın bir başka boyutunu kavrayabiliriz. Meriç’in, virtüöz dinleme kabiliyetiyle, bütün dinlediği, karşılaştığı, İstanbul’a getirdiği müzisyenlerin ve müziklerin titreşimlerini taşıdığını ve İstanbul’a aktardığını söyleyebiliriz. Hatta, Meriç’in kalıcı bir “iz bıraktığını” söylerken, sadece metafor değil, ses dalgalarıyla ve yarattıkları titreşimleriyle fiziki anlamda da iz bıraktığını söyleyebiliriz. O şekilde İstanbul’u da değiştirmiş olabilir.
Hatta, hakkında çok kez “on sene önce İstanbul’da böyle bir mekân düşünülemezdi” dendiğini duyduğum Arter Müzesi belki Meriç’siz gerçekten olamazdı. Müze’nin bodrum katında bulunan, yeni müzik merkezi olacak iddiasıyla açılan Sevgi Gönül Oditoryumu’nun altyapısını Meriç kurmuş olabilir.
Yani, yarınki konserde Meriç’in de Arter Müzesi’nde, İstanbul’da olduğunu söyleyebiliriz. Meriç kime iz bıraktıysa, o insanda yaşıyor, hatta, kendisi kadar müstesna bir dikkatle dinlemeye çalışan herkeste hala yaşadığını söyleyebiliriz.
EROL KÖYMEN
6 Kasım 2021, İstanbul