Gel de, Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk “grafiker”i sayılacak, pek çok kurumun amblem ve afişlerini tasarlamış olan İhap Hulusi'yi anma!
Gel de, güzel sanatlar fakültelerinin grafik bölümlerinde lisans eğitimi almış, diplomalı grafikerlerimiz dururken, devlet işlerini muhtelif “şirket”lere pazarlayıp, onların kes-yapıştırlarıyla göz zevkimizi de bozan bürokratlara kızma!
Bir zamanlar “Letraset çıktı, mertlik bozuldu” demiştik, şimdi de bilgisayar ve kopyalama araçları-programları çıktı, mertlik hepten elden gitti diyoruz!
Neyse fazla kafa şişirmeden konumuza gelelim. Çok önem verdiğim ve sıkça kullandığım bir kavram olan “öz-biçim ilişkisi”nden yola çıkacağız gene... Konumuz “afiş”...
Konser afişlerinde, bir grafiker, hem kurumun geleneklerini, hem verilecek konserde neyin ön planda olacağını ve dinleyicinin ilgisini çekeceğini düşünerek tasarımını yapar. Bu konuda kendisini konserin verileceği kurumun yöneticileri yönlendirir. Görsel malzeme olarak, bazen besteci, bazen eser, bazen şef veya solist ön plana çıkarılır. Nitekim orkestralar geçmişte bunu yaptılar. Hepsinin sanatsal anlamda iyi olduğunu asla iddia edemem. Ama haftalık hayhuy içinde bazen Beethoven'in kırmızı fularlı resmini öne çıkardılar, bazen ünlü solisti veya şefi.
Bilmem farkında mısınız? Birkaç yıldır devlet orkestralarımızın afişleri, tornadan çıkmış gibi birbirinin aynı.
Hani eskiden kasaplar, manifaturacılar ambalaj kağıdı bastırır veya hazırlarını satın alırlardı. Kağıdın üzerinde küçük küçük rozet gibi, genellikle pembe veya mavi silik desenler olurdu. İşte zeminde öyle mavi bir desen.
Üzerinde, “clip-art” sitelerinden araklanmış ya da dava konusu olmasın diye esinlenilerek biraz değiştirilip alınmış komik bir çello-adam figürü... Sanki her konserin solisti çellist!
Hep aynı karakterle siyah harflerle konulmuş bir program! Soliste de, şefe de, orkestraya da, dinleyiciye de, bu “kitch” afişi dayatıyorlar!
Neyse ki, bu afişi dayatanlar, orkestraların yıllardır kullandıkları amblemleriyle sponsor logosunun kullanılmasına izin vermişler!
Görmeyeniniz varsa fotoğraflarını koyuyorum, oradan bakıp inceleyin. Dayata, dayata nasıl tektipleştirdiklerini görün.
Nedir? Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün koyduğu kural ve getirdiği formun dışına çıkılmayacakmış! Yani fotoğraf kullanılmayacakmış! Üç haftanın afişi yanyana asıldığında, millet aynısından üç tane konulmuş zannediyor!
Peki bu genel müdürlüğü bağlı diğer topluluklar? Onlar serbest! İşte size yanyana asılı afişler, hem de Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün girişinde... THM Korusuna ve diğerlerine özgürlük var! Fotoğraf da koyabilirler, istedikleri ebadı ve tasarımı da kullanabilirler.
Ama iş orkestralara gelince “Yassah hemşerim”... Mao'nun tek tip elbiseli, kızıl kitaplı eski Çin'i, Kaddafi'nin yeşil kitaplı eski Libyası gibi bir anlayış.
Çifte standart! Sanata baskı, sınırlama... Ne derseniz deyin.
Bu genel müdürlük, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı.. Bu bakanlığın da yıllardır kullandığı, bir bakışta tanınan, gelenekselleşmiş, benim de beğendiğim bir logosu var. Ama yetmedi, bu genel müdürlüğe de bir logo yaptırdılar. Afişlerin bir köşesinde bakanlığın, diğer köşesinde genel müdürlüğün logosu yer alıyor. Ama hipodromdaki kendi binalarının dış girişindeki ışıklı panoya nedense, bu amblemlerini koymadılar. Kimbilir belki de çekindiler.
Peki zeminde yer alan o eski manifaturacı, kasap ambalajlarını andıran mavi küçük desenler ne? İnceleyince görüyorsunuz ki, onlar da genel müdürlüğün logosunun küçültülmüş, çoğaltılmışları.
Bu genel müdürlüğün başındakiler, geleneksel müziklerle, halk müzikleriyle ilgili olabilir, kendi çalgılarında da “üstad” olabilirler. Ama orkestralara afişine varıncaya kadar baskılamayı bıraksınlar.
Besteci, eser yasaklama gibi üstelik sözlü emirlerle ortalığı karıştırıp, hem kendilerini, hem orkestraları, hem bakanlığı güç durumda bıraktıkları Fazıl Say olayı henüz unutulmadı.
Genel Müdür ve yardımcıları, kendi konserleri için gittikleri ilde senfoni orkestrası varsa, bir uğrayıp “Merhaba arkadaşlar” deyip bir hatır sorsunlar!
Biraz orkestra nedir, bir konsere hasıl hazırlanır, hangi prosedürler uygulanır, ilgileniversinler ki, tutup “Yarın şuralarda gidip gruplar halinde çalın” gibi sözlü emirler vermeye kalkışmasınlar. Nasıl “Biz yüksek bürokratız, yetki bizde “ diye kendilerine saygı bekliyorlarsa, orkestralara, yönetimlerine onlar da biraz saygı göstersinler.
Bazı kadrolu çalgıcıların eş durumundan doğan, mevzuata uygun isteklerini ille mahkeme yoluyla halletmeleri için zorlamasınlar.
Yeni sezon geliyor, Devlet Orkestraları ( CSO, İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya, Çukurova) programlarını bu yaz tamamlayıp Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne sunacaklar. Onları bekletmesinler, Bakan onayını hızla alıp orkestralara göndersinler ki, sezonun ilk konserinden önce herkes programını açıklayabilmiş olsun.
Orkestra yönetimleri de telefonla gelen “sözlü emir”leri kulak ardı edip, “yazılı emir” istesinler, yoksa bu bürokratlar okkanın altına orkestraları ve yöneticilerini göndermeye kalkışırlar. Fazıl'ı yasaklama olayında yaptıkları gibi...
Aslında yazacak daha çok şey var ama bu bir “afiş” yazısıydı... Yeri gelince diğerlerini de yazarız.
Şefik Kahramankaptan
Not: Bu yazı Andante Dergisi'nde Temmuz 2016 sayısında "Başkentten Yansımalar" sayfamda yayımlanmıştır