Babam Çamlıhemşin'de doğmuş, Lise çağında İstanbul'a göçmüş. Çamlıhemşin Konaklar mahallesinde( Makrevis) bir aile konağı var. Babamın dedesi dağın tepesinde yaptırmış, taştan... Dedenin 7 oğlu, bir kızı olmuş, birden fazla eşten... Erkek çocuklar Rusya'ya gitmişler çalışmaya. Fırıncılık ve pastacılık öğrenmişler. İşi ilerletip Çarlık Rusyası topraklarının çeşitli yerlerinde işyerleri açmışlar. Nitekim Konak ,Rusya'dan gelen altınlarla yapılmış, hâttâ kristal kapı tokmakları, avizeler gibi aksesuvarlar oradan getirilmiş. Örneğin Yalta'daki pastane Çar'ın yazlık sarayına “catering” hizmeti verirmiş. Uğur Biryol, "Gurbet Pastası" kitabında ilk göçmen işçiler sayılabilecek bu Hemşinli ailelerin hikâyelerini pek güzel anlatıyor.
Bir işim için Çamlıhemşin'e 3 günlük bir ziyarette bulundum. Taş Mektep Otel'de kaldım. Taş Mektep, Cumhuriyetin ilk yıllarında Çamlıhemşinli kız ve kadınların da bağışladığı altın ziynetlerin katkısı da kullanılarak yapılmış. Buna ait eski bir gazete kupürü otel duvarında. Keza biri akrabamız olan, okulun mezunlarından iki hanımın yeni çekilmiş fotografları da aynı duvarda. Zamanla terkedilip harap olmuş binayı, Demet Akay Çamlıhemşin Kalkınma ve Dayanışma Derneği adına özverili çabalarıyla topladığı bağışlar sayesinde otel olarak restore ettirmiş ve, Booking.Com 'dan da aldığı ödüllerle başarılı biçimde yönetiyor.
Oralara gidilir de yaylalara çıkılmaz mı?! Gittiğimin ertesi günü Pazar olmasından da bilistifade Kaçkarların en ünlü yaylalarından olan Pokut'a üç hanım, bir arazi aracıyla yola çıktık. Eskiden, yürüyerek ve katırlarla gün boyu gidilenPokut'a stabilize genişletilmiş patikadan ladin ve çam ormanları arasından gitmek iki saat kadar sürdü. 2100 metre irtifada olmasına rağmen aldığı yel sayesinde ağaç yetişen yaylaya araçla girilmiyor. Aralarında bizim ailenin kapalı haldeki yayla evi de bulunan yüz küsur yıllık yayla evlerine ilaveten yenileri de mevcut. Bir bölümü pırıl pırıl pansiyonlar haline getirilmiş.
Yürürken bir keçi sürüsüne ve çobanına rasladık. Abdurrahman bir ay önce Afganistan'dan gelen bir Türkmen olduğunu söyledi. Öğle yemeğimizi de Poku'tta Kaçkarlara karşı bir terasta yedik. Derken binanın yan tarafından tulum eşliğinde bir Karadeniz türküsü yükseldi. Bir de baktık ki iki amca , bir rakı sofrası kurmuşlar ve bir delikanlının tulum ve türkü müziği eşliğinde demleniyorlar.
Yaylanın çeşitli noktalarına oldukça zorlu yürüyüşler sırasında bir tepede portatif bir masa üzerinde kurduğu sofrada demlenen bu kez yapayalnız bir adama rasladık.
Masanın üzerinde, rakıya ilaveten bir dürbün, bir de radyo vardı. Biraz hoşbeş ettikten sonra ormanlar arasından pek de kolay olmıyan bir yürüyüşle Sal yaylasına doğru yola çıktık. Yaylaya vardığımızda karşımıza çıkan ve "Yaylamızda hayvanların yaşam hakkına saygı göstermek zorunludur" kabilinden bir cümleyle başlıyan ve yayla kurallarını sıralıyan pano benim için çok hoş bir sürpriz oldu. Sal yaylasını çok sevdik. Bir yandan Pokut'a , bir yandan Kaçkarlara bakan manzaraları çok etkileyici.
Dönüş yolunda 1000 metrede ortasından gürül gürül akan Fırtına deresinin iki tepesi arasında özel bir kişinin kurduğu telefrikte mola verdik. Oraya "kendini koruyan mahalle” adını vermişti. İki kişilik minik sepete sırayla binerek korkutucu da olsa karşıya geçtik. Orada çok dar bir alanda tek başına eski baba evinin karşı tarafına kartal yuvası gibi iki tane de ahşap pansiyon odası inşa etmekteydi. Taş Mektep'te rezervasyon yapan BBC ekibinin niçin geldiğini merak eden Demet, yanıtı orada buldu. Kendini koruyan mahalleyi ve telefriki çekmek üzere geliyorlarmış.
Babamın doğduğu konağı ziyaret etmeden dönmek olmazdı. Yıllar boyu boş kalan konak harap olmuştu. Ancak amcamın gayretiyle başarılı bir onarımdan geçtiğini gördüm. Bir süredir bir bölümünde, yeni evlenen bir kuzenim oturuyor ve böylece Konak tekrar içinde yaşanılan ve yaşatılan bir mekâna dönüşüyor.
Şule Soysal