Okurlarımı önce bilgilendirmem gerek: Kimdir bu Seval Eroğlu?
Halk müziği araştırmacısı, bağlama sanatçısı ve türkücü olan Seval kızımız, Arguvanlı bir ailenin çocuğu. Halk müziğimizde “Arguvan ağzı”, özgün bir türkü stilidir; Seval Eroğlu’nun Arguvanlı olmasını bu nedenle vurguluyorum. Öte yandan o, bir halk müzikçisi olarak hem “alaylı” hem “mektepli”: 2008 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nın “Ses Eğitimi Bölümü”nü bitirmiş. 2011’de yüksek lisans programını tamamladıktan sonra, İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzikoloji ve Müzik Teorisi Anabilim Dalı’nda doktoraya başlamış.
Bütün bunlar çok şey anlatıyor bize; ama onun halk müziğinde derinleşmesini sağlayan, hatta 2015’in mart ayında çıkan ilk albümü “İki Cihan”daki üstün başarısında, inanıyorum ki Erdal Erzincan’ın öğrencisi olmasının payı vardır.
Seval Eroğlu, Arguvan ağzının köklerine bağlılık gösteren bir halk sanatçısı olduğu için, gözümde daha da değer kazandı: 2012, 2013 ve 2015 yıllarında, geleneksel olarak düzenlenen “Arguvan Türküleri Ses Yarışması”nın sanat yönetmenliği ve seçiciler kurulu üyeliği görevlerini üstlenmiş bir aydınımız o. Geleneği dile getirdiği ölçüde sanatında yükseliyor. Alan araştırmasından (derleme çalışmalarından) kaçan “mektepli”lerden değil! Biline ki, halk müziğinde belirleyici tek ölçüt, “gelenek”tir. Gelenekten çeyrek milim uzaklaşsan bittin gitti, halk değilsin, müzik değilsin demektir!
20 Haziran Cumartesi günü, Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki halk müziği akşamında Seval kızımız, türkü saflığını pek güzel sergiledi. İki bölümden oluşturduğu türküler geçidinde, doğal olarak Arguvan yöresi eserlerinden başladı, sonra da programın geniş kesimiyle Alevî-Bektaşî müziğine ağırlık tanıdı.
Seval Eroğul, albümünde olduğu gibi, konserinde de bir çalgı topluluğu kullandı. Sanatçının arkasında bu topluluğu görünce, “Eyvah! Yandı bizim gelenek!” diye önce bir burkuldum. Sonra, eserler seslendirilirken bir yandan da çalgıcıları incelemeye başladım: Söz konusu çalgı sanatçıları, daha çok, bağlama ailesinden oluşuyordu. Ayrıca gitar, üflemeli çalgı olarak kaval ve mey, ritm çalgısı olarak da bendir yer almıştı. Gitar gibi bir telli çalgının dışında kalan ötekiler, zaten halk müziğimizin çalgılarıydı.
“Arabesk” denen o ne idüğü belirsiz müzikten iğrendiğim için, halk müziğimizde gelenek dışı çalgıların kullanılmasına ilke olarak karşıyım. Ancak açık söyleyeyim, Seval’in arkasındaki bu çalgı topluluğunun getirdiği ses renkleri, bana aykırı gelmedi. Onlar, müziğe boyut katıyor, sesleri derinleştiriyordu. Geleneğe gölge düşüren bir durum yoktu.
Ertesi sabah, bu konseri düşünüp kısaca gözden geçirdiğimde, öncelikli Seval’in “tatlı” sesi geldi aklıma. Avrupa müzik kültüründe böyle tatlı sesi olan sopranolar pek azdır.
Kadın türkücülerimiz, halk müziğimizi bu denli sevmemizin nedenlerinden biri olsa gerek…