Bir sanatçıyı tanımakla, bir sanatçının yapıtlarını tanımak sanata bakış açısından insanı farklı değerlendirmelere götürüyor. Tarafsız olmak adeta imkansızlaşıyor: Sanatçıyı seviyorsan yapıtlarını yüceltiyorsun, yapıtlarını beğeniyorsan sanatçısını oturtacak yer bulamıyorsun.
Fakat her ikisiyle de ilişkiler çeyrek yüzyılı geçerse iş biraz değişik bir boyuta göçüyor ve sanatçı ile sanatı birbirinden tamamen bağımsızlaşabiliyor.
Artık benim için, belki de birbirinden bağımsız üç Hamiye Çolakoğlu var; dost Hamiye, meslektaş Prof.Çolakoğlu ve nihayet sanatçı Hamiye Çolakoğlu. Bunları ayrı ayrı tanımak, tanıyabilmek gerçek bir şans ve gerçek bir mutluluk olsa gerek.
Burada sanat söz konusu olduğuna göre, Hamiye’yi üçüncü boyutuyla, sanatçı niteliğiyle ele almak gerekir.
İlk sergisini 1952 yılında açtığı düşünülürse, yarım yüzyılı geçen tescilli bir ‘Sanatçı’ Çolakoğlu. Doğal olarak, bunun arkasında da yılları alan bir oluşum, bir yatırım dönemi var: Önce edebiyat ve müzik, sonra resim ve geleneksel sanatlar ve nihayet seramik. Belki de, böylesine uzun, böylesine dolambaçlı, fakat böylesine zengin bir yol katederek ulaştığı içindir ki seramikleri kimseninkine benzemez. Kimse Onunkiler kadar artistik ve içerikli yapıtlar veremez.
Sanat, kanımca, teknik beceriden de önce, bir özveri, bir disiplin işidir. Eğer bu iki nitelek varsa, insan hem yaratıcı gücünü keşfedebilir, hem teknik beceriyi edinebilir, hem de zihinsel ve ruhsal donanımlara sahip olabilir. Elliüç yıldır dimdik ayakta durabilmenin ve kalıcı olabilmenin gizemi burada olsa gerek. İşte Hamiye, inanıyorum ki, bunun çok ender örneklerinden ve temsilcilerinden biri.
Sanatçının, şimdiye dek, hiçbir yapıtını görmedim ki hem bir estetik kaygı yaratmasın, hem de bir iletide bulunmasın.
Bu iki nitelik, bir yapıtı, daha iyi, daha iyi, en iyi yapan, o yapıtı hem kalıcı, hem evrensel kılan en temel özelliklerdendir ve Çolakoğlu’nun yapıtlarında bunları yakalayamamak olanaksızdır.
Sanatçının, bence, eserlerine yansıttığı bir diğer özgünlüğü de yalınlık ve olağanüstü teknik beceridir.
Yalınlığın ne anlama geldiğini anlayabilmek için Onun ‘Sevgi Soysal’ heykeline, Onun ‘Kibele’ sine, ‘Mısır Firavunlarına Saygı’ larına veya ‘Bilim Ağacı’ na bakmak ya da ‘Bombalar Çiçek Açsın’ kompozisyonunu görmek yeterlidir. Şairin dediği gibi, ‘Bir kelimeye bin anlam yükleyerek’ seslenmektedir bizlere. Seramik sanatının ustalığı ba noktada da kendini son derece açık ve seçik göstermektedir, gösterebilmektedir.
Teknik beceri konusuna gelince.
Seramik sanatında teknik, el becerisinin, araç kullanma yetisinin üstünde bir anlam taşır. Seramık çok daha karmaşık, çok daha kontol dışı bir teknik gerektirir.
Toprak seçimi ve onun yoğurulmasıyla başlayan, şekillendirme, pişirme, sırlama, fırınlama gibi pek çok aşamalardan geçen seramik her basamağı için ayrı bir ustalığı ve farklı bir beceriyi kaçınılmaz kılar. Hamiye Çolakoğlu, bu basamakların her birinde hem bir gerçek ustadır, hem de gerçek bir sanatçı.
Ülkemizdeki büyük seramik fabrikalarının hemen hemen hepsinde sanatsal çalışmalar yapmış bulunan Hamiye, buralarda gösterdiği teknik bilgisiyle, becerisiyle, başarısıyla ve son derece özgün buluşlarıyla ‘diva’ sıfatını hak etmiş bir sanatcıdır.
Onun, Yenimahalle’de kurduğu ve bildiğim kadarıyla da Ankara’nın ilk kişisel seramik fırınında ürettiği ufak boyutlu objelerinden başlayarak Çan’daki Kale Seramik Fabrikalarında yarattığı dev panolar, anıtsı heykeller, cüssesini aşan fakat teknik becerisini ortaya koyan yapıtlardır.
Gerek renklendirmede, gerek sırlamada salt kendinin keşfettiği ve sadece kendinin kullanabildiği teknikler, yüksek pişirimin gizemiyle birleştiğinde, deyiş yerindeyse, olağanüstü yapıtlar olarak karşımıza çıkmakdadır.
Hamiye Çolakoğlu’nunkilerden daha önce kuşlar yapılmış, insanlar oluşturulmuş, pençereler tasfir edilmiştir. Bu ve bunun gibi daha nice ürünler Hamiye için konu olmuş, esin kaynağı yaratmış ve fakat Onun yarattıkları, ya teknik açıdan, ya estetik açıdan, ya içerik açısından, genel olarak da her bakımdan, bir daha da taklit edilemiyecek şekilde öne çıkmıştır ve kişisel yargıma göre de onların, hemen hemen tümünü aşmıştır.
Sanatçı yönüyle Çolakoğlu, Yurtdışında, dünyanın bir ucundan öteki ucuna, bazen yapıtlarını taşıyarak, bazen sanat, özellikle de seramik üzerine görüşlerini aktararak hem kendini, hem de ülkemizi başarılı bir şekilde tanıtmıştır. Aldığı pek çok ödül bunun en belirgin kanıtıdır.
Hamiye, daha akademisyen olmadan önce bile, seramik konusunda, pek çok kişiye elvermiş,kimisini seramik tekniği üzerine, kimisini de seramik sanatı üzerine yetiştirmiştir. Şu ya da bu maksatla yanına aldığı, yanında çalıştırdığı insanlara, meslek edinebilecekleri ölçüde birşeyler öğretmiştir. Bunun kanıtlarını her fabrikada, her sanatçı ortamında görmek hiç de zor değildir.
Belki de kalıtsal bir ayrıcalık sayesinde Hamiye, daima çağına ayak uydurabilmiş, dünyaya bakışını günün koşullarına göre başarılı bir şekilde değiştirebilmiştir. Herhalde bu nedenle yapıtları gerek iletisi, gerek estetik bütünlüğü açısından hep çağdaş olabilmiş, hatta kimi zaman da gününün ilerisine geçebilmiştir. Kendinden sonraki kuşaklara öncülük edebilmesini de bu özelliğine borçlu olsa gerek.
Hamiye Çolakoğlu’nun sanatçı kişiliği, Onun diğer Benlik’leriyle bütünleşince de bildiğimiz, gördüğümüz Hamiye çıkıverir ortaya; yorgun ama bezgin değil, romantik ama karamsar değil, bonkör ama müsrif değil, insanları seven ama ben merkezli, sanatta çılgın ama yaşamında dengeli Hamiye.
Onu tanımak bir ayrıcalıktır, Onunla bir süre beraber yaşamak bir mutluluktur.
Nice yıllara birlikte gireceğimize ve daha nice yapıtları karşısında mest olacağımıza inanarak karşısında saygıyla ve sevgiyle eğiliyorum.
(Sıtkı M. Erinç'in bu yazısı Hamiye çolakoğlu'na ÇAVSAV Onur Ödülü'nün verildiği 2004 yılında ÇAĞSAV Bülteni'nde yayımlanmıştır)