AKM'nin açılışı için sipariş usulüyle hasan uçarsu tarafından bestelenen sinan operasının ikinci temsili 30 Ekim 2021 gecesi yapıldı. Temsille ilgili düşüncelerini besteci Hasan Uçarsu Sanattan Yansımalar'a şöyle açıkladı:
“İkinci gece, diğer kast ile bazı açılardan daha iyi bir temsil oldu. Protokol yerine daha çok opera dinleyicisi olması ortamı çok değiştirdi. Gayet başarılı oldu. Özellikle dün akşamki temsilden sonra Sinan’ın mayası tuttu diyorum. Bu da ilerisi için çok güzel bir işaret. Sahne üstü imza-fotoğraf furyası ışıkların kapatılmasıyla oditoryum dışına taştı. Bir müddet sonra güvenlik herkesi bina önüne çıkardı, o furya orada da devam etti. Sonuçtan mutluyum.”
**
Uçarsu'nun temsillerden önce kitapçık için hazırladığı yazı, yapıtın yazım süreci ve bestecinin duyguları hakkında yeterli bilgiyi içeriyor. Uçarsu'nun bu yazısını aynen paylaşıyoruz:
Sinan Operası Nasıl Bestelendi?
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyefendinin İstanbul’a olan sevgisi çerçevesinde şahsen ilgilenmekte olduğu İstanbul’un kültür-sanat hayatının merkezinde yer alacak olan Atatürk Kültür Merkezi yeni binasının açılışında seslendirilmek üzere ismi İstanbul ile bütünleşen büyük usta Mimar Sinan’ı konu alan yeni, telif bir opera eserinin tarafımca bestelenmesi hususundaki talimat ve görüşleri 2019 yılının Haziran ayının son gününde Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sayın Fecir Alptekin hanımefendi tarafından şahsıma iletildiğinde Türk besteciliği açısından tarihi bir ana şahitlik ettiğimi ve bu sorumluluğu yükleniyor olmanın onurlu ayrıcalığını hissettim.
Zira, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934 yılında İran Şahının Türkiye’yi ziyareti nedeniyle kıymetli hocam Ahmed Adnan Saygun’a ilk Türk operası olan Özsoy’un bestesini emanet edişinin ardından geçen 85 yıl içinde Cumhurbaşkanlığı makamı katında bu toprakların besteciliğine duyulan güvenin nişanesi olarak böylesine anlamlı tarihi açılışa uygun yeni bir eser bestelenmesi öngörüsünün 21. yüzyılın başında müzik sanatımıza ve müziğe bakışımıza yeni bir hamle, şevk ve soluk getireceğini değerlendirerek bu çok onurlu ve bir o kadar da güç ve sorumluluk isteyen vazifeyi kabul ettim. Bu fikri kararlılığı özellikle Türk operasının ve besteciliğinin bir kez daha güçlü bir silkinişle, kendine has yepyeni müziklere doğru kanatlanacağı ve ayrıca yıllardır seslendirilmeyi bekleyen nice güzel eserin de yeniden milli bir şuurla ele alınacağı sürecin işaret fişeği olarak değerlendirdim.
2019 yılının yaz aylarını Sinan üstüne yazılan çok sayıda kitabı, oyunu ve senaryoyu okuyarak geçirdim. Bu okumalar sırasında Sinan’ın ömrünün sonuna doğru hatıralarını anlattığı Sâi Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınan Tezkiretü’l-Bünyan (Yapılar Kitabı) yazmasında karşılaştığım şu sözleri beni çok derinden sarstı. ‘’Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi bir ayağım sabit olarak, merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü arttırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak, bilgi ve görgümü arttırdım. Yine İstanbul’a dönerek, zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım…’’
Yaşadığım sarsıntı sözlerin içeriğinde değildi. Ben de yıllardır kendi müzik anlayışımı tanımlarken Sinan’dan bîhaber pergel metaforunu kullanmaktaydım. Sinan’ın bu sözünü okuyunca aramızda yaklaşık dört yüz elli yıl fark olmasına rağmen Sinan ile düstur ve fikir olarak aynı konumda olduğumu gördüm. Bizler modern çağın insanları özellikle yoğun teknolojik gelişmelerin tesiriyle kendimizi önceki zamanlardan daha üstün, daha gelişmiş olarak algılıyoruz. Buna rağmen zihnimiz, fikir üretimimiz, hayata bakışımız, insanı ve hakikati kavrayışımız açısından çoğu zaman çok daha sığ durumda olduğumuzun pek de farkında olamayabiliyoruz. Aynı benzetmeyi Sinan’ın dört buçuk asır önce yapmış olmasını derin bir sarsıntıyla fark edişim maddi olarak bizleri ayıran zamana rağmen onunla fikri anlamda çok güçlü gönül bağları kurmama neden oldu. O andan başlayarak besteleyeceğim Sinan operasının kaderinin tümden değiştiğini fark ettim. Sinan’ı çok daha farklı bir boyutta kendi içimde algıladım, yaşadım ve yaşattım. Sinan ile aramda çağlar ötesine ulaşan bir duygudaşlık oluştu. Eserin bestelenme aşamasında bu duygusal bağ çok daha gelişip derinleşti. Neredeyse onunla tekvücut haline geldim. Öyle ki Sinan operasını bestelerken yaşadıklarım ile Sinan’ın Süleymaniye’yi yaparken yaşadıkları, içinde bulunduğumuz durumlar özünde büyük benzerlikler gösterdi. Bu yazdıklarımı okuyanlar kendimi Sinan ile bir tutmak gibi bir saygısızlık içinde olduğumu düşünebilirler. İlk bakışta bu düşüncelerinde pek de haksız sayılmazlar fakat böyle bir fütursuzluğu aklımın ucuna getirmem mümkün değildir. Büyük sanatçıları kendime örnek almanın, onların davranışlarından, hayat ve eserleri karşısındaki tutumlarından dersler çıkarmanın ötesinde başka hiçbir bir niyetim olamaz.
Müzik anlayışımı aktarmakta kullandığım pergel benzetisinde pergelin çivili ayağını yani sabit ayağımı memleketime, bu toprakların ses dünyasına saplarım. Bu ses dünyası tarihin derinliklerine uzanan piramit gibidir. Yolu eski çağlardan başlayıp Itri’den, Dede Efendi’den geçerek, Cumhuriyet dönemi bestecilerimize, ustam Adnan Saygun’un, Cemal Reşid Rey’in müziğine bağlanıp yöresel halk müziklerimize, dini müziğimize, marşlar ve operet geleneğimize dek açılıp genişler. Bu sabit ayağın yanındaki diğer hareketli ayak uzağa yakına, yukarı aşağı her yöne açılıp kapanmasıyla uzakta olan müzik kültürlerinden merkezi zenginleştirip ona katkı sunacak olanları değerlendirip toplayarak üslubum ve müzik dilimde kendime has terkipler yoluyla bir araya getirir. Sinan operasında yukarıda sözünü ettiğim müzik anlayışım duyulacaktır. Eser boyunca sahnelerin ve dramanın gerektirdiği oranda ses dünyalarının kişisel prizmamdan işlenip geçen hallerini apaçık yaşamak mümkündür.
Son yirmi yıldır eserlerimde kendi müzik kültürümüze ait kanun, çeng, bağlama, davul gibi sazları kullandım. Sinan operasında da operanın metni yazılmadan önce biraz da konu ve dönem gereği zihnimde ısrarla müziğimize ait sazları kullanma fikri vardı. Fakat eserin metni tamamlandıktan sonra geleneksel sazlarımızın kullanımının eserin dramatik akışına yapısal bir katkısı olmayacağını ancak onları bir renk unsuru olarak sınırlı, yüzeysel bir biçimde kullanabileceğimi gördüm. Bu nedenle de müziksel bir işlevi olmayacağını bile bile sırf renk olsun diye kullanmaya gönlüm hiç razı olmadı.
Sinan üstüne okumalarla geçen yaz aylarından sonra operanın metninin Bertan Rona tarafından yazılmasına 2019 yılının Ekim ayının ilk günlerinde karar verildi.
Metnin yazım sürecinden eserin beste olarak tamamlanma aşamasına dek Bertan ile çok uyumlu çalıştım. Metni yazmadan önce yaptığımız uzun görüşmelerde kendisinden işçiler, yeniçeriler gibi korolu sahneler yanında arya durumları oluşturmasını ya da üçlüler, dörtlüler gibi grup söylemesine uygun dramatik işlevler imal etmesini rica etmiştim. Bertan bunları benim hayallerimin ötesinde mükemmelen gerçekleştirdi. Besteleme aşamasında metinde müziğin gidişatı doğrultusunda bazı değişiklikler yapmak gerektiğinde ya da aryaların içeriklerinin, şiirselliklerinin değişmesi gerektiğinde beni kırmadı tüm bu değişiklik ve eklenti isteklerinin altından ustalıkla kalktı. Kendisine bana rahatça çalışabileceğim sözel ve dramatik bir zemin oluşturduğu için müteşekkirim.
Operadaki olay ağının en gergin noktası Süleymaniye’nin yapımı sırasında Sinan ve sanatı hakkında ortaya dökülen tezviratlar olmuştur. Bakın Sinan anılarında bu durumu nasıl anlatıyor: ‘’Bazı nifak ehli söz birliği ederek Padişah’a kötü niyetli dilekçeler yazdılar; emin ve katiplerin her birinin, Cami inşası bahanesiyle kendi ev ve saraylarını onarttıklarını, bu yüzden Cami inşaatının geciktiğini iddia ettiler… bazı ahmaklar benim hakkımda ‘Kusuru ortaya çıkacak diye binayı iskeleden çıkaramıyor!’ ‘Kubbenin duracağı kuşkulu; herif bundan dolayı ne yapacağını şaşırmış, gününü geçiriyor; elinden bir şey gelmiyor… gibi sözler ederler.’’
Bu yalan dolan rüzgârı o gün olduğu gibi bugün de büyük ruhların başındaki en büyük derttir ve cihanşümul bir insanlık durumudur. Tarih boyunca da hep böyle olmuştur. Vasat, sınırlı kişiler yüce ruhların engin duyuşlarını, gaybın kapılarını zorlayan gayretlerini her zaman kendi sığ zeminlerine çekmek için nafile yere çırpınıp dururlar. Her ne kadar ilk anda engeller zorluklar çıkarsalar da zaten tüm bu engellerin zorlukların üstesinden ellerindeki tek güç olan ilimleri ve sanatlarıyla gelebildikleri için Sinanlar Sinan olmuştur.
Eserin metni 2020 yılının Mayıs ayında tamamlandı. Bestelemeye Haziran ayının ilk günlerinde başladım ve 2021 yılının Temmuz ayının ilk günlerinde yaklaşık bir yıllık bir zaman diliminde oldukça yorucu ve yoğun bir çalışma akışıyla eserin piyano eşlikli halini tamamlayıp şarkıcıların ve koronun çalışması için teslim ettim. Müziğin orkestralama aşamasını Eylül ayının son haftasına doğru bitirip eseri tamamladım.
Sinan Operası’nın vücuda gelme sürecinde çok sayıda kişiye teşekkür ve gönül borcum vardır.
Doğal olarak en başta Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan beyefendiye konusu Mimar Sinan olan bir opera besteletmek fikrini geliştirip sahiplendiği ve bu toprakların sesini oluşturma, bulma yolunda insanına, bestecisine, onun kâbiliyet, beceri ve marifetine olan güveni, inancı için gönülden teşekkür ederim. Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Mehmet Nuri Ersoy beyefendiye Sinan operasının hayat bulması için gösterdiği çabalara, bakanlığına bağlı ilgili birimleri ve tüm olanakları sınırsız bir özveriyle seferber etmesine şükranlarımı arz ediyorum. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sayın Fecir Alptekin hanımefendi bu eserin en iyi şekilde oluşması ve ortaya çıkması için varını yoğunu insanüstü çabayla ortaya koydu. Operanın unsurlarını bir araya getirdi, iletişimini oluşturdu. Bize ve şahsımızda Sinan’a inandı, güvendi. Kendisine içtenlikle teşekkür ederim. İstanbul Operası’nın kıymetli solistleri ve değerli müzikçileri coşkuyla bu esere anlam verdiler, sanatlarını, birikimlerini esirgemeden cömertçe kattılar. Varolsunlar. Bu yoğun ve meşakkatli süreçte sabırla, inançla bekleyip benim çoğu zaman bambaşka alemlere gidip gelmeme sessizce, fedakârca katlanan sevgili aileme sonsuz selamlar olsun.
Sinan’ın son sahnedeki şarkısı şu sözlerle başlar: ‘’Gayret ettim tevfik buldum…’’ Ben de çok gayret ettim. Sonunda tevfik bulanlardan olmak umuduyla...
Hasan Uçarsu