Aziz dostlar
Türkiye’nin ve dünyanın yaşayan en büyük efsanelerinden biri olan Yaşar Kemal’i bir fani olarak kaybettik.
Ama fikirlerini değil.
Onun fikirleri barışçıl, halka yakın ve daima kendisini halkın içinde gören bir anlayışa sahiptir. İnsanlar ölür, ama fikirler ölmez. O fikirler çağlardan çağlara dolaşır dururlar. Tıpkı Dadaloğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ve Âşık Veysel’in yüreğinde olduğu gibi.
Benim için Yaşar Kemal de bunlardan biridir.
İnce Memed’i ilk okuduğumda insanlar arasında neden zulmün var olduğunu anlayamamıştım. Bize öğretilen dünya çok farklıydı ama ya gerçek yaşanılan dünya...
Yaşar Kemal dememiş miydi; "Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım.” diye.
İnsanların her birinin ayrı bir çiçek olduğu dünyayı özlüyorum. Hiçbir çiçeğin bir başkasına götürülmek için bile toprağından, dalından kopartılmamasını istiyorum.
Yaşar Kemal demişti ki:
"Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. [...] Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum."
İşte Yaşar Kemal’in bu sözleri benim için büyük bir düsturdur.
Hayatım boyunca sanatımın halka iç içe olmasına inandığım için devamlı büyük şehirlerin dışına kaçtım. Anadolu’da buldum toprağın gerçek kokusunu...
Neden mi?
Arap, Yahudi, Ürdünlü, Ermeni, İspanyol, Türk, Alman, İsrailli, Müslüman, Rus, Hıristiyan ve her dinden ve ırktan, değişik milliyetlerden gelen insanları aynı masada müzik ve sanattan başka hiçbir güç oturtamayacağı için.
Sanatın, halkımızın ve insanların mutluluğu yolunda, onların hep birlikte güzel yaşamasını kolaylaştıracağı için.
Birbirimize üstünlük taslamanın, birbirimizi hakir görmenin hiç kimseye faydası olmayacağını bildiğimiz için.
Cihat Aşkın