15 Mart 1991 tarihinde Başkemancısı olduğum Aurora Oda Orkestrası’nın Ertuğ Korkmaz yönetiminde CSO’da verdiği konserin sonrasında gördüm ilk defa Sami Hoca’yı. Siyah renk şık bir takım elbise içinde, bembeyaz saçları, enerjik ve kendine güvenli hali ile çok karizmatik bir insandı. Kim olduğunu biliyordum. Ama o kadar yalnız olduğunu öğrenmem yıllar alacaktı. 1989'daki büyük göç ile Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelmiş, iyi eğitimli, tecrübeli bir besteciydi. İnsanlar ona saygı duyuyorlardı. O kadar karizmatik gelmişti ki bana, yanına gidip tanışmaya bile cesaret edememiştim.
Aradan bir buçuk yıl geçmiş, okulu bitirmiş, Anadolu Üniversitesi’nde keman öğretmeni olarak çalışmaya başlamıştım. Görevli olduğu Bilkent Üniversitesi’nden hiç beklemediği bir anda ayrılmak zorunda kalan Sami Hoca da kısa bir süre Çukurova Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra, havasına alışamadığı bu şehri bırakıp Eskişehir’e gelmişti. O sıralar Anadolu Üniversitesi’nde Türkiye’nin ilk çocuk orkestrasını kuran hocamız Prof. Koral Çalgan’a asistanlık yapıyor ve yavaş yavaş orkestrayı yönetmeyi deniyordum. Sami Hoca bana şeflikle ilgili bilgiler veriyordu, çalıştırıyordu. Zamanla baba oğul gibi olduk. Efdal Altun, Bülent Akdeniz ile paylaştığımız bekar evinin sürekli misafirlerinden oldu Hoca.
Ama hep dertliydi. Bulgaristan’da Türk olduğu için ikinci sınıf insan muamelesi gören Hoca, Türkiye’de de kendini baskı altında hissediyordu. Bulgar Devleti tarafından Sovyetlerde okutulan bir Türk’ün kendini ispat etmesi sıradan insanlara göre çok daha zordu. Hassas olduğu bu noktayı henüz bilmediğim zamanlarda, paltosu, çantası ve şapkasıyla doğu bloku casuslarına benzediğini söylediğim bir gün beni öyle azarlamıştı ki, şaşırıp kalmıştım.
Prof. Albert Leman'la (üstte), Kara Karayev'le çalışırken (üstte sağda)
Zamanla Hoca’nın hayatını öğrendim. Meğer Bulgaristan’da azınlıklara karşı bir ara yumuşama yaşanmış, o sırada bir Türk’ün SSCB’ye gönderilmesi planlanmış, kendinden büyük sınıfta okuyan öteki Türk öğrencinin eğitimine yeni baştan başlamak istememesi üzerine şans Sami Hoca’ya gülmüştü. Beş yıl Bakü’de Kara Karaev’in öğrencisi olmuş, daha ileriki yıllarda da bir yıl Çaykovski Moskova Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Albert Leman ile çalışmıştı.
Moskova Konservatuvarı önünde, Çaykovski'nin heykeli yanında...
Türkiye’ye göç edene kadar müziklerini Moskova’da ve Bakü’de yazmıştı. Bir besteci olarak Bulgaristan toprağı üzerinde tek bir satır müzik yazmamaya yemin etmiş ve bu yeminini tutmuştu. Bununla öğünürdü her zaman.
1939 yılında Kırcaali’nin Hallaç Köyü’nde doğmuş Sami Hoca. Sekiz çocuklu kalabalık bir ailede büyümüş. Çobanlık yaparak ailesine yardım edermiş. Müziğe yeteneği keşfedilince Sofya, Varna ve Filibe’de bulunan üç lise müzik okulundan birine gönderilmesi için ailesi karar vermiş. En ucuz tren bileti Filibe’ye olduğu için rotayı oraya çevirmişler. Prof. Asen Yamandiyev notaları bilmeyen, piyanoyu ilk defa sınav salonunda gören bu gencin yeteneğinin hiç de yabana atılamayacağını söyleyerek onu okula kabul etmiş. Böylece Hatipoğlu’nun müzik eğitimi başlamış. Geçimini inşaatlarda çalışarak sağlayan Hatipoğlu, lisenin son yıllarında köylerde koro şefliği de yapmış. 1958-61 yılları arasında askerliğini Türklere silah verilmediği için inşaatlarda çalıştırılarak yerine getirmiş. Askerliğinin sonlarına doğru ünlü Bulgar orkestra şefi Alipi Naydenov ile tanışması onun hayatındaki dönüm noktalarından biri olmuş. Georgi Torgov ise Sami Hoca’nın hayatındaki bir diğer önemli isim. Torgov onu lisans sınavlarına büyük bir ciddiyetle hazırlamış.
1960’lı yıllarda Bulgaritan’da Türkçe basılan “Yeni Hayat” adlı dergide Sami Hoca’nın ilk eserinin yayınlanması diğer bir dönüm noktası olur. Derginin Yönetim Kurulu üyesi olan Prof. Dr. İbrahim Tatarlı Sami Hoca’ya “Bir eğitim bursu imkanı olsa Sovyet Azerbaycanı’nda kompozisyon okumak ister misin?” diye sorar. Sami Hoca o sırada Sofya Devlet Konservatuvarı’nda asistan olan besteci İvan Hilebarov ile bestecilik eğitimi alma isteğini paylaşmış, ilk kompozisyon derslerini de ondan almıştır.
Konservatuvardaki teori eğitimini yarıda bırakan Hatipoğlu Azerbaycan Üzeyir Hacıbekov Devlet Konservatuvarı’nda Kara Karaev ile beş yıl boyunca kompozisyon çalışır. İlk eseri olan Piyano için Sonatin’i yazdıktan sonra Karaev’in ona söylediği “Yeteneğin ile tarih önünde sorumlusun” sözünü gözleri ışıl ışıl söylerdi hep.
Sofya Akademisi'nde ders yaparken. Sağdan ikinci koro şefi Gökçen Koray...
Okulu başarıyla bitirdikten sonra Bulgaristan’a döner ve Sofya Müzik Lisesi’nde üç yıl öğretmenlik yapar. Ardından Sofya Devlet Konservatuvarı’nda Armoni öğretmeni olarak görev alır. Bu arada Bulgar Devleti’nin lisansüstü öğrenim için sağladığı bir imkandan yararlanma fırsatı bulur ve Çaykovski Moskova Devlet Konservatuvarı’nda Prof. Albert Leman’ın bestecilik sınıfı öğrencisi olur. Sofya Devlet Konservatuvarı’nda 17 yıl çalıştıktan sonra 1989 yılında Türkiye’ye göç eder. Gençlik yıllarında yaptığı kısa süreli evlilikten olan oğlunu da bırakır geride.
Büyük ideallerle geldiği Türkiye’de büyük hayâl kırıklıkları yaşar. Bunları paylaştığı dostları bir avuçtur. Yaylı çalgılar orkestrası için “Rumeli Dansı”nı yazar. 7 Mart 1996 'da onun sevgili küçük öğrencilerinden oluşan Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Gençlik Senfoni Orkestrası tarafından yapılır eserin ilk seslendirilişi. 1999 yılında Anadolu Üniversitesi tarafından sahnelenen “Yerelden Evrensele Anadolu” dans projesinin müziklerini ustaca çokseslendirir.
15 Mart 2007'de Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası tarafından ilk seslendirilişi gerçekleştirilen “Anadolu’nun Sesi Senfonik Poemi” Orta Asya’dan Anadolu’ya varan bir serüvenin çağdaş seslerdeki yansımasıdır. Aynı yılın 25 Eylül’ünde ise bu defa “Türk Uvertürü”nün ilk seslendirilmesi gerçekleştirilir ASO tarafından. 28 Şubat 2008'de bu sefer “Atatürk Suiti” yankılanır Anadolu Üniversitesi’nde. BBDSO ve CSO da seslendirir Türk Uvertürü’nü. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndaki icradan sonra Hoca artık rahatlamıştır. Türkiye beni kabul etti artık der.
Öğrenciler yetiştirir Burak Tüzün, Aytuğ Ülgen ve Cemi’i Can Deliorman bugün orkestra şefi oldularsa bunu öncelikle Sami Hatipoğlu’na borçlulardır.
Anadolu Ünversitesi’nde çalışırken bir ara Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’na geçmek ister. Tüm burokratik işlemleri halleder ama son anda işler bozulur. Anadolu Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra Başkent Üniversitesi’nde çalışır.
Yaşlanmıştır artık Hoca. Oradan da ayrılır. Yanına iki öğrencisinden başkasını pek yaklaştırmaz. Onları da sık sık fırçalamaktan geri kalmaz ama. Bir saat yol tepip evine gittikten sonra bir konuda aynı görüşte olmadığımızda hadi çayınızı içip gidin dediği zamanlar az değildir. Gerçi hiç bir zaman üstümüze alınıp evden gitmedik ama çok kovulduk. Bazen de Balkanlarda yaşayan Türklerin çok daha saf kan olduğunu söyleyerek bize üstünlük sağlamaya çalışırdı.
İki yıl önce oğlunu bir trafik kazasında yitirdikten sonra iyice hayattan elini eteğini çekti Hoca. Kısa süre bakımevinde kalması için zar zor ikna ettik. Hakikaten kısa süre kaldı. İki ay sonra canımızı okuyarak oradan çıkarıp evine getirdik.
Yalnız gelmişti anayurduna, biz öğrencileri yetişemeden yalnız gitti ebediyete...
BURAK TÜZÜN