Şu sıralar safran hasadı bitmek üzere... safranbolu ve çevresinde yetiştirenler, bu gastronomide kullanılan çok pahalı bitkide ektiklerini biçtiler ve biçiyorlar bugünlerde.. Safran Festivali de Ekim'de yapıldı.
Safranbolu günümüzde artık turistik bir çekim merkezi. Eski ile yeninin buluştuğu, tarihin koklanabildiği bir yer. Peki, Safranbolu'nun tarihinde neler vardı, insanları nasıl yaşıyordu, yakın zamana kadar korunmaya çalışılan hangi zanaatları ünlüydü? Bu ve benzeri pek çok sorunun yanıtını, İbrahim Canbulat'ın editörlüğünde ve hummalı, uzun bir çalışmayla ortaya konulan “Safranbolu Çarşı'sı” başlıklı kitapta ayrıntılarıyla bulmak mümkün.
Değerli dostum, babası Safranbolulu bir fırıncı olan İbrahim Canbulat, ODTÜ mezunu bir mimardır, yöresel ve tarihsel lezzetler konusunda uzmanlaşmış bir mutfak şefidir, memleketine bağlı tam bir kültür insanıdır. Halen, eşi Gül Hanımla birlikte Gülevi adı altında yaşattığı iki eski Safranbolu konağında, konuk ağırlamakta, Safranbolu'nun tanıtımı, eski kentin korunması ve tanıtılması için çalışmaktadır. Korumaya çalıştığı dört konaktan biri Abdülmecid'in Macun Ağası İzzet Efendi'ye aittir.
Bu kitabı da bir kurulla birlikte hazırlarken, kendisi de yazdığı dört ayrı yazıyla içerik zenginleşmesine önemli bir katkı yapmıştır. Bu dört yazıdan birinin “Çarşı'da Yeme İçme Üzerine” başlığını taşıyan bir araştırma ve sözlü tarih çalışması olduğunu belirtmemde yarar var. Ne de olsa iyi bir aşçı kendisi. Nitekim ev ekmeğini de geleneksel reçete ve yöntemle hamurunu evde hazırlayıp, eskiden olduğu gibi fırına gönderip pişirtmiş...
Kitabın yayın kurulu üyeleri aynı zamanda makaleleriyle de yer alıyorlar çalışmanın içinde: İbrahim Canbulat, Dr. A. Esra Bölükbaşı Erturk, Aytekin (Kuş) Aytekin, İsmet Zühtü Saraçoğlu, Dr. Kadir Şahin, Dr. Nuray Türker, Dr. Halide Velioğlu.
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne kaydının 25. yılı ( 1974-2019) için hazırlanan, 2022'de Nobel tarafından yayımlanabilen kitap çok uzun yıllar, Safranbolu ve çevresiyle ilgili aşılamayacak kadar çok bilgi içeren bir kaynak. Çevrenin jeolojisinden su kaynaklarına, Roma, Bizans ve sonrasında Beylikler ve Osmanlı dönemindeki sosyolojik, ekonomik durumuna, mimari yapılarına, Cumhuriyet dönemindeki gelişimine, içinde yok yok!
Büyük boyda, 632 sayfalık, kuşe kağıda basılmış ciltli kitap, tahminen üç kilo ağırlığında, dolayisiyle, okumak değil, masada üzerinde çalışmak gerekiyor.
Kitap kargodan elime ulaştığında, teşekkür ve tebrik etmek için İbrahim Canbulat'ı aradığımda kitabın adının yazım kurallarına uymadığı eleştirisini getirmiş, “Çarşı'sı” diye niye ayırdın, bu artık bir isim, ayırmaman gerekirdi” deyince, “Hele bir kitabı incele de anlarsın” yanıtını almıştım. Gerçekten de, Editoryal bölümünde bu konuyu ayrıntılarıyla açıklıyor, “Çarşı”nın herşeyiyle tüm Safranbolu'yu kapsayan çok geniş bir fiziksel ve toplumsal alan olması nedeniyle” bu tercihi yaptığını vurguluyor, “Kısaca Çarşı yaşayan bir bütün olarak Safranbolu'nun ta kendisidir” diyordu.
Kitapta yer alacak makalelerin siparişi, mevcutların genel yapıyla bütünleştirilmesi konusunda olumlu bir yöntem izlenmiş ve yazarların yayın öncesinde birbirlerinin yazdıklarını okuması ve varsa gerekli düzeltmeleri yapmaları sağlanmış. Bazı yazılarda “sözlü tarih” çalışmalarının yer alması çok değerli. Ayrıca günümüzdeki görünümü veren Hüseyin Karataş'ın fotoğrafları yazıların daha iyi anlaşılmasına katkı sağlıyor, tıpkı kitaba ekli harita gibi...
ERFANE'DE YAŞANANLAR
İlgimi en çok çeken sözlü tarih çalışması “Erfane” bölümündeki görüşmeler oldu. Safranbolu erkekleri eskiden yaz aylarında en kısası beş gün olmak üzere “dağa” çıkar, orada ormanda konaklar, eğlenirler, avlanırlar, yemeklerini yapar, kısacası yaşarlarmış. Özgün adı “Arifane” olan bu gelenek söylene söylene “Erfane”ye dönüşmüş. Bir kısım esnaf dükkandan geri kalmamak için sabah iner, akşam kampa geri dönermiş. Tüm gereklilikleri bir imece anlayışıyla birlikte karşılarlarmış. En çok tercih edilen Sarıçiçek denilen bölgeymiş.
Hüseyin Karataş'ın yaptığı görüşmelerden oluşan bu bölümde akış içinde yer alan iki soru-cevabı buraya almak istiyorum:
İçki de ortak mıydı?
Herkes içkisini kendi getirir. Hatta içkiyi birbirlerine vermeye imtina ederler.Gömerler, kimse görmesin diye. Yani içki çok kıymetli ormanda. Onların hiç sarhoş olduklarını görmedim. Ama bir haftada bir kişi bir büyükten fazla içerdi.
İçki ile namaz birarada nasıl oluyordu?
Sabahleyin ezan okunurdu.Bir kısmı kılardı burada namaz, o insanlar orada adam gibi namazını kılar, gelir burada adam gibi içkisini de içerdi. Bu kadar basit, içerdi. Pirinççi Hüsnü Bey beş vakit namazını kılardı. Ama içki de içerdi. Hacı Hakkı Bey beş vakit namazını kılardı. Ama içki de içerdi. Bu kadar basit. Ha, şimdi bunlar ters gelebilir, Çünkü herşey çok değişti.
Bu sözlü tarih çalışmasında “sıragecesi”nin de Urfa'yla sınırlı olmadığını, Safranbolu'da da sıragecelerinin evlerde yapıldığını, ancak bu toplantılarda içeceğin genellikle sadece “çay” olduğunu öğreniyoruz.
Ya şu soru cevaba ne demeli?
Erfaneye katılanlar çevreye nasıl davranıyordu?
Kuru dal dışında katiyen yaş dal kesilmezdi. Sayvan (çoban kulübesi) o şekilde bırakılırdı, gelip giden yatsın diye. Ateş sondürülürdü birkaç defa su dükelerek. Etrafa bakılır pislik kalmış mı diye. Onlar toplanır, şehre getirilir, çöp kutusuna atılırdı.
Bu üç örneği, özellikle günümüzde yaşadığımız sorunlara, yayılmak istenen zihniyete karşı, geçmişin bir Anadolu kasabasındaki yaşam ve çevre anlayışının duruluğunu, doğruluğunu göstermek için seçtim.
Alt başlık olarak “Bir Küçük Anadolu Şehrinin Sosyoekonomisi” vurgusu yapılan, aslında tam bir “akademik” çalışma olan ama meraklıların da en azından makalelerin bir bölümünü rahatlıkla okuyabileceği bu kitabı örgütleyen, katkıda bulunan herkesi gönülden kutluyorum.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
1 Kasım 2022, Kaş