Bizde “sanatçı” betimlemesini kullanmak çok kolay. Millet “sanatçı” diye kartivizit bile bastırıyor! Bu betimlemenin amacına uygun kullanımı için bir örnek verilmesi gerektiğinde akla öncelikle gelecek isimlerden biriydi Adnan Turani...
Niye?
Çünkü, her betimlemeyi yerli yerinde yapan kültürlerde, mesleklerle anılır insanlar. Şarkıcı, opera şarkıcısı, ressam, heykeltraş, gitarist, kemancı...
Eğer kişi değişik alanlarda kendini göstermiş, önemli katkılarda bulunmuşsa, ona gelişkin toplum da, akademi de kolayca “sanatçı” nitelendirmesini yapıyor. Turani, ressam, sanat felsefecisi, eğitmen, öğretmen, kuramcı olarak duruşu, yaratıları, kalıcı katkılarıyla “sanatçı” betimlemesini hak ediyordu.
1925 doğumlu Turani’yi, bugün, 19 Aralık 2016’da öğle ezanı okunduktan hemen sonra, Hacettepe Üniversitesi Yerleşkesi içindeki Güzel Sanatlar Fakültesi dekanlık girişinde düzenlenen bir törenle sonsuzluğa uğurladık. Öğle ezanını vurgulamamın nedeni, yerleşke içinde ses yükseltici sonuna kadar açık olarak, müthiş bir volümle duyurulmasından. Binaya doğru yürürken, hoparlörleri yırtarcasına verilen ses üniversite yerleşkesinde yankılanıyordu...
Herkes oradaydı, şimdi kimileri çoktan emekli olmuş eski, kimileri çeşitli üniversitelerde sanat öğreten orta kuşak öğrencileri, dostları, kızı İdil, oğlu Can... Türk bayrağına sarılı tabutun yanına profesörlük cübbesi de yerleştirilmişti. Duvar boyu, Güzel Sanatlar Fakültelerinin kuruluşlarına büyük katkıda bulunduğu Hacettepe ve Bilkent çelenkleri diziliydi.
Biyografisi okunduktan sonra dileyenlere söz verildi. Kimileri Turani Hoca’ya, kimileri de kendilerine dönük konuşmalarla andılar Hoca’yı. Prof. Turan Erol’un (d. 1927) konuşması hayli içtenlikli ve gerçekçiydi. Birbirlerini sevdiklerini bilirdik. Turan Erol hoca, aralarındaki gizli rekabeti de dillendirmiş oldu bu veda konuşmasında.
Doğrusu Remzi İnanç da konuşsun isterdim. Turani Hoca’yı 60’lı yılların ikinci yarısında Ulus’taki Sanayi Caddesi’ndeki Demir İş Hanı’nda Remzi İnanç’ın Toplum Yayınevi’nin bulunduğu o küçük yazıhanesinde tanımıştım. İkisi orada, o meşhur Anadolu’daki resim ilgililerinin merakla beklediği birkaç yapraklık dergiyi çıkarıyorlardı. Sonraki yıllarda aramızda gerçek bir dostluk oluşmuştu.
Turani’nin sadece resim alanında değil, müzikte de ne kadar yetenekli olduğu, İstanbul Kadıköy’de Ekrem Zeki Ün’le (1910-1987) kemanda hayli ustalaşmasından belliydi. Bu konudaki anlatısını yıllar önce yayımladığı ve Resmigeçit kitabımda da yer alan söyleşimizde ne güzel anlatmıştı: http://sanattanyansimalar.com/adnan-turani-anlatiyor/1045/
Evindeki buluşmalarımdan önce “Esaslı bir kemancının CD’si varsa yeni, getir de dinleyelim” derdi. Çok sayıda kemancı ve oda müziği yapanları resmetmesinin ardında, parmak sakatlığı nedeniyle bırakıp Ekrem Zeki Bey’i de hayli üzdüğü bu kemancılık serüveni de yatıyordu. Bakın tablolarına, çalgıyı tutuş ve el pozisyonlarını soyutlamaya rağmen temelde ne kadar doğru resmettiğini görürsünüz.
Bir sohbetimizde resimde ayrıntı üzerine konuşurken, önemli olanın genel karakteri yakalamak olduğunu anlatmıştı. Sonra da rastgele bir kağıdın üzerine sulandırılmış mürekkebe fırçasını daldırıp bir portremi yapıvermişti. İmza var, tarih yok. Yanılmıyorsam, 90’lı yılların başları olmalı.
İşte bu büyük sanatçıdan kalan en değerli anı...
Şefik Kahramankaptan
19 Aralık 2016