Ömer Turan'a, Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'nü, şairin kızı Prof. Dr. bahar gökler sundu
“1971 Trabzon doğumluyum. Hayatıımı editörlük ve düzeltmenlik yaparak kazanıyorum. Ayrıca Trabzon`da bulunan Ruhi Türkyılmaz Sanatevi'nin yöneticiliğini de yapmaktayım. Yazarı olduğum Yitik Ülke Yayınları'yla birlikte Belçika'da yayımlanan Akrostiş adlı Türkçe-Felemenkçe basılan kültür sanat dergisinin Türkçe bölümünün editörlüğünü de yürütmekteyim. Atların Günü ile birlikte şimdilik 4 şiir kitabım var: Üryan ve İsyan, Kedi Güzü, Dünyanın İlk Sabahı.”
“Dünyanın İlk Sabahı” adlı yapıtıyla 2016'da Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Şiir Ödülü'nü almış olan Ömer Turan, şiir serüvenini şöyle anlattı:
“Çok genç yaşta şiir yazmaya başlamama rağmen ilk şiirim; tam da Cahit Sıtkı'nın dediği gibi yolun yarısında; yani 35 yaşındayken Hayal dergisinde yayımlandı. O yıldan sonra; şiir ve yazılarımı çeşitli dergilerde, gazete ve kitap eklerinde yayımlamaya devam etmekteyim.
Benim şiirimin iki önemli atardamarı var: Estetik kaygı ve toplumsal duyarlıklar.
Estetik kaygı dediğimiz şey; dil, biçim, ses, içses, dize buluşları, kurgu, tematik estetikler, sanatsal incelik ve metin bütünlüğü gibi önemli öğelerden oluşuyor.
Toplumsal duyarlılıklar ise; yerleşik düzene karşı olma, sınıf mücadelesi, kadının yeri, savaşlar, kentleşme sorunları ve doğa gibi konulardan yola çıkarak var olan sistemi sorgulayan ve sermaye olgusuna karşı çıkan bakışımdan oluşuyor.
Şiirim; bireysel bir eylem olmakla birlikte; sosyal eşitsizliklerden beslenen ve bu yönüyle de sınıfsal ilişkilerdeki uçurumu/estetik öz yapıyla beraber kendi içine alarak çoğulcu bir söyleyiş biçimi geliştirmeye çaba harcar. Bu anlamda gören bir şiiri yazmaya çalışıyorum. Çünkü gören şiir; dertli olduğu kadar da aynı zamanda yaralı bir tarihin sürekli anlatıcısıdır da. Gezdiği topraktan, geçtiği suları ve dokunduğu insanı koşulsuz benimser ve belleğine katar. Yaşama dair özümleyici bir ilişki kurar ve söylenmemişi metinleştirir. Türküler dilden dile geçerken, şiirler ise yazılı taşlardan defterlere, oradan kitaplara doğru gider.
Diğer taraftan; dili, şiirim açısından çok başat bir duruma çıkarma gayretindeyim. Çünkü, kurduğum dilin okuyucunun belleğine sızıp orada kalmasını seviyorum.
Nurullah Ataç; "Şiiri oluşturan, anlamdan çok, sözcüklerin 'maddesi`di;" der. Yani şiiri harekete geçirecek olan, anlamdan önce seçilen sözcüklerdir. Dilimi asla ölü sözcüklere bulaştırmadan, olağandışı imge yaratma, ağdalı söz söyleme gibi kaygılarla sözcük yığma yanlışına düşmemek için uğraşıyorum. Ne kadar başarılıyım, onu da edebiyat tarihçilerine bırakıyorum.
İyi bir metnin; ses, anlam ve bütünlük kaynaşmasından meydana geldiğini, denetleyici diğer öğelerin de; yani tematik estetikler, imgelem ve buluşlarla birlikte şiiri tamamladığı düşünüldüğünde gerçek şiirin özünü yakalıyoruz/.. Şiir işçiliği iyi olsa da, köksüz ve dağınık anlatımlar; o şiirin neye odaklandığını, ne anlatma derdinde olduğunu anlamamızda bizi zora sokuyor. İşte buradan hareketle usta şairlerimizin usta şiirlerine her zaman ihtiyaç duyuyorum. Çünkü onlar birer okuldur.
Şiirinle yaşamım iç içe ilişkili bir birliktelik oluşturuyor. Düşünce ve duygu dünyamı şekillendiren, dolduran her şeye metinlerimde rastlayabilirsiniz. Hayali olgular üzerinden yürümüyor ya da sırf edebiyat yapmak için de yazmıyorum? Berkin`in acısı önce bana değdi sonra şiirime, Soma`da ölenlerin ateşi önce evime düştü sonra şiirime. Yani bana dokunduğunuz gibi dizelerimdeki her sözcüğe de dokunup tepki alabilirsiniz.
Evet, bu program için kendi şiirim üzerine bir konuşma istendi benden. Ama inanın ki benim için en zor durumlardan biridir bu.
Şiirsel her sözümü bir görüntü olarak kabul edersek, dışarıdan nasıl göründüğüyle daha çok ilgilenirim. Kendi şiirimi içeriden değerlendirmenin çok sağlıklı olacağını düşünmeyenlerdenim. Hepimizde çokça var olan egoya yenik düşebilirim de. Bunu bir gizemcilik olsun diye de söylemiyorum, dışarıdan bakanların şiirime bakış açılarını daha çok önemsediğimi anlatmaya çalışıyorum aslında.
Konuşmamı, sevgili şair dostum Şeref Bilsel`in şiirlerim hakkında kaleme aldığı yazıdan küçük bir bölümle bitirip, sizleri bir şiirimle selamlamak istiyorum:
“Şiirlerdekı simalar, kişiler yapıştırma değil, basbayagı aramızdan, elimizi uzatsak dokunacağımız türden insanlar. Bu durum, şiirin dışarıda değil, içeride, olması gereken yerde kurulduğunu da gösterir bize. Bir taraftan toplumsal meseleleri odağına alan diğer taraftan anlatacaklarının sertliğini, katılığını sözcük tercihiyle yumuşatan bir şair. Bir elinde ölüm diğerinde hayat olduğunu unutmaz.”
Ömer Turan ardından “ ölülerin de geç kalmış hikâyeleri var” başlıklı şiirini okudu:
bir çiçek gibi büyütüldüm
ve öptüğüm herkes yaşlanıyordu
çocukluğumu saymazsak, geriye
kala kala evi sırtında bir adam
inandığım yalanı taşıyordum
bir deri bir bulut dönerdim
her akşam mahalleye
ve sorduğum herkes yanılıyordu
beni sızan terden yaratmıştı oysa
kendini allah sanan bir göçebe
Ömer Turan, işık kansu ile
gülümsemeyi çok geç söktüm, ki
insanın gerçeği biraz da geç kalmak
giymekten korkardım resmi günleri
çünkü içi görünüyordu devletin ve
ben gereği düşünülmüş bir öteki
bir ülkenin ağzında büyütüldüm
ve gördüğüm herkes ölüyordu
yaşamayı da denedim kötü veya iyi
bir o kadar yakınken kendime
daha başka nasıl anlatılabilir ki
bedenime uzun geliyordu o zamanlar
sevişirken saklardım bıyığımın
ölçüsünü, 0 çağı öyle kapattım
elleri cebinde öyle bir erkek
Ömer Turan