Antoine de Saint Exupéry(1900-1944)”nin yazdığı “Küçük Prens/Le Petit Prince”, 1943 yılında yayımlanan ve yayınlandığı andan itibaren tüm dünyada çocuklardan çok yetişkinlerden oluşan geniş bir hayran kitlesine kavuşan bir çocuk kitabı. Diğer taraftan, metaforik yapısının yardımıyla, iletisini okuyan her yaştan insan için farklı bir boyutta vermeyi başaran bir masal. Masalın günlerden bir gününde, bir uçak Büyük Sahra Çölü’ne zorunlu iniş yapar, pilot tek başına çölün ortasında, uçağı tamir etmek zorunda kalır, geceleyin kendisinden koyun çizmesini isteyen bir çocuğu sesiyle uyanır. Bu bir düş değildir; çölün ortasında bir çocuk vardır ve pilotumuzdan kendisine bir koyun resmi çizmesini istemektedir. Pilot, çocukken çizdiği bir resim yetişkinler tarafından olumsuz eleştirildiği için, yıllardır resim çizmemiştir. Veee…
VEEE…
Sizi hiç yormadan söyleyeyim, gerisi için Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun 2015-2016 sezonu için sahneye koyduğu “Küçük Prens Bana Dedi ki” başlıklı oyunu izlemenizi önereceğim. Ali Poyrazoğlu’nun uyarladığı oyunu izlerken Küçük Prens’in, içimizdeki farklı benliklere yolculuk yaparak aşkı ve yaşamın sırlarını keşfetmememizi sağlayışına tanık olacaksınız. “Aslolan göze görünmez, ancak yüreğinin gözüyle bakabilirsen görebilirsin” iletisinden etkilenecek, insan beyninin yüreğin gözü olduğunu anlayacaksınız. Yazarın küçükken izlediği bir belgeselden etkilenerek fil yutmuş bir boa yılanı çizişini, gösterdiği tüm yetişkinlerin bunun bir şapka resmi olduğunu düşünüşlerini, yürekleriyle göremedikleri/görmedikleri için yüzeyin altında, boa yılanının karnında, resmi çizen çocuğun dünyasında ne olduğunu da göremediklerini şaşıracaksınız.
İZLEYİN AÇILIRSINIZ
Sanki siz hiç yapmadınız!
Çocuğunuza coğrafya, matematik çalışmasını, okulunu başarıyla bitirip dolgun maaşlı ve sigortalı bir iş bulmasını söylemediniz!
Sanki sizi ilgilendiren tek konu “fayda” değil!
Sanki arkadaşınızla, onun becerileriyle ve size kattığı değerle değil, babasının işiyle ve ne kadar kazandığıyla ilgilenmediniz!
Sanki bu yaşınıza geldiniz, kişinin ortaya koyduğu değeri değil, kılık kıyafetiyle değerlendirmediniz.
Oyunu izledikçe açılacaksınız.
"İnsan sevdiğinden sorumludur” tümcesinde aşkın en öz betimlemesini bulacak, insanın evrende olan her şeyden ve en çok da sevdiğinden sorumlu olduğunu kavrayacaksınız.
Giderek içinizdeki çocukla buluşup, kendinizle konuşmaya başlayacaksınız.
POYRAZOĞLU’NUN REJİSİ
Oyunun rejisini de yapan Ali Poyrazoğlu, tema alt anlamlarla yüklü metaforik bir yapıya sahipken, hayli acemi resim çizimleriyle metin ile çizim arasındaki yapısal zıtlığın birbirini desteklemesini savsaklamamış, bir yansıma çıkarmış ortaya. Exupéry’in anlatmaya çalıştığı "göze görünenin" değerini "kendisini tamlayan değerlerle" elde edebileceği hususunu özel olarak vurgulamış. “Küçük Prens”e kutsal bir metin halini aldırmış. İzleyenleri metne ve hiç kuşkusuz resimlere, kutsal metinlere özgü bir fanatizmle bağlamış. Ömrü boyunca içinde beslediği Küçük Prens'inin hem yetişkin, hem de çocuk yanlarını, ruhunda bıraktığı izleri kaşıyarak sahneye taşımış.
Oyunu sahneye taşırken Camille Saint-Saëns’ın, Johann Strauss’un ve Georges Bizet’nin müziklerini kullanmış ve zannım o ki pek iyi yapmış.
DİĞER YARATICILAR
Özdemir Çiftçioğlu ve Şamil Taşkın’ın koreografisini eleştiremem, olsa olsa daha hareketli olabilirdi derim.
Işık tasarımını kim yapmış bilmiyorum, ama ana renkleri kuvvetlendirici karşıt yardımcı renkleri kullanmamakta belli ki direnmiş. Ana renkler oyun boyunca etkisiz ve güçsüz.
Şirin Dağtekin “asla ve kat’a” sahnedeki oyunun önüne geçmeyen bir dekor tasarlamış. Dağtekin’in kostümleri de “matluba” fevkalade uygun.
“Makasçı"da usta oyuncu Bülent Kayabaş, bu kere de gerilimsiz ve olabildiğince rahat bir oyun vermekte.
YONCA GEZGİN DİKKAT ÇEKİYOR
Küçük Prens’lerden biri olan Kıvanç İvriz, hiç kuşkum yok “iyi” oyuncu olma yolunda, diğer Küçük Prens Eser Ali ise sahnede eylemin, her devinimin bir nedeni olduğunu artık iyiden iyiye biliyor ve başarıyla uyguluyor.
Ufuk Kurtuldu, genç Dansçı Şamil Taşkın, Selam Sevim, Anıl Ayvalıoğlu sahnede kendilerini gayet iyi denetliyorlar.
Gül’de Nur Gürkan gayet ölçülü, gereksiz jesti hiç yok gibi.
İş Kadını’nda Yonca Gezgin içime sular serpti, üstün derecede sezgili, yetenekli, önü açık bir oyuncu olarak belleğime yerleşti.
Özdemir Çiftçioğlu, oyunun tümünde ne denli yetenekli bir oyuncu olduğunu bu kere de kanıtlarken, ciddi anlamda dikkat çekiyor.
Ali Poyrazoğlu ise, seyircinin uyarıcılarını olumsuz yönde etkileyecek her türlü eylemden nasıl kaçınılması gerektiğinin somut örneği olarak oyun boyunca parlıyor.
TUHAF BİR OYUN BU OYUN
Çöller, denizler, gezegenler, palyaçolar, kuklalar…
İşin esası her bir yönüyle tuhaf mı tuhaf bir oyun bu!
İllâ ki eleştir mi dediniz?
Hadi eleştirivereyim: Sahneleme sürecinde eseri bilmeyen izleyici hesaba pek katılmamış ve çift aktörlü üç boyutlu kukla Küçük Prens’in boyu (ki 1.20 cm imiş) sahnede bence biraz kısa durmuş.
Bir de, Ali Poyrazoğlu’nun “soba” olarak oyunun başındaki yirmi dakikalık ısıtıcı “talk show”u gereksiz olmuş.
Neyse!
Siz bunlara aldırmayın.
Ali Poyrazoğlu’ndan bu kere de kahkaha attıran, sorgulatan, hüzünlendiren, hüzünlendirirken mutluluk yaratan izlenilmesi gereken bir oyun doğmuş.