Uluslararası alanda ün yapmış bir flüt pedagogu ve solisti olan Gülşen Tatu, kendi alanında Türkiye'den gelen tüm destek ricalarına, programı müsait olduğu sürece olumlu bakan, kişisel çıkar değil, toplumsal katkı yapabilmek için çalışan bir sanatçımız. Geçtiğimiz ilkbaharda İstanbul dışında düzenlendiğinden olsa gerek Afyon Dinar'daki Marsyas Festival ve Yarışması için gene Türkiye'deydi. Andante/Donizetti Ödülleri'nde 2012 yılında En İyi Üflemeli Çalgı Sanatçısı seçilen Gülşen Tatu'yle, çalıştığı Almanya'daki eğitim sistemi, Türkiye'deki durum ve Marsyas Festivali hakkında söyleştik.
-Kaç yıldır Almanya'dasınız? Bu sürede neler yaptınız?
1972 yılından bu yana Almanya'dayım. Master eğitimimi Folkwang Musikhochschule,Essen şehrinde, Solistlik eğitimimide dünyaca ünlü Aurele Nicolet ile Freiburg Muzik Yüksek Okulu'nda (hochschule) yaptım. Kendisinin daha sonra üç yıl asistanı oldum, bu eğitimciliğe attığım ilk adımımdır. 26 yaşında genç bir hocaydım. Bunun hemen akabinde Stuttgart ve Karlsruhe Müzik Yüksek Okullarından teklifler geldi ve aynı anda üç okulda da öğrenci yetiştirmeye başladım. SWR Radyo Senfoni Orkestrasında solo flütist olarak çalışmalarım buna eşlik etti ve de bilinen Uluslararası Flüt Yarışmalarındaki alınan dereceler... 1979 yılında başlayan, 1986 yılında Trossingen Müzik Yüksek Okulu'nun en genç Profesör ünvanıyla atanmamdan bu yana görevim devam ediyor.
2019 yılında eğitmenliğimi 40. yılımı doldurarak tamamlayacağım.
-Almanya'da uygulanan sistemle, Türkiye'deki müzik eğitim sisteminin kısa bir karşılaştırmasını yapar mısınız?
Almanya daki müzik eğitimi, ülkemizdekinden farkı bir başlangıca sahip. Almanya'da öğrenciler normal lise eğitimlerinin yanı sıra, bazen özel ders alarak, çoğunlukla da hemen hemen her minik şehirde bile bulunan, belediyenin parasal katkısı, ailelerin de aylık ödemeleriyle işleyen bir sistemle
çalışan "Jugend Musikschule" lerde ( Gençlik Müzik Okulu ) enstrüman öğrenmeye başlıyorlar.
Yetenekli gençlerin farkına varılabilmesi içinde her yıl, önce yerel, sonra eyalet, en sonda Almanya
çapında yapılan yarışmalar var. Bu yarışmalar yaş grubuna göre kategorilenmiştir. Yerel birinciler, eyaletlerarası yarışmalarda, eyalet birincileri de Almanya geneli yarışmasında yarışırlar. Bu tür yarışmalardan bugün çok tanınan Sabine Meyer gibi isimler ortaya çıktığını söylersem, ne derecede önemli ve yararlı olduğunu görebiliriz.
-Demek ki yarışmalara karşı görüş bildiren kimileri, bu örneği bilmiyorlar!
Her zaman üstüne basarak söylüyorum, yarışmalar hem öğrencilerin, hem de hocaların yarışıdır.
Bu hem motivasyonu artırır, hem de kapasitenizin, diğer katılımcılarla karşılaştırıldığında nerede olduğunun farkına varmanızı sağlar. Ancak maalesef kedinin erişmediği ciğere mundar demesi misali, iyi sonuç alınamadığında, dedikodu, beğenmemek, diğerlerini kötüleme gibi bazı zarif ve medeni olmayan hareketler görülebiliyor.
-Alman müzik eğitim sistemine devam edelim isterseniz..
Öncelikle Türkiye'deki Eğitim Fakülteleri benzeri olan "Schulmusik " eğitiminden bahsedeyim.
Bu bölüm, liselere müzik öğretmeni yetiştirmek içindir. Burada okuyanlar, müziğin yanı sıra ikinci bir ders seçmek zorundalar, örneğin yabancı dil, matematik, biyoloji v.s. Bunları müzik eğitimine paralel olarak başka bir üniversiteden alırlar. 9 dönem okunur, buradaki öğrenciler, piyano, şan, koro şefliği gibi derslerle, donanımlı olarak mezun olurlar. Fazla dersleri olduğu için de, kendilerinden beklenen enstrüman performansı daha azdır.
-Müzik üniversiteleri diyebileceğimiz okullar nasıl?
Her dönem yapılan giriş sınavlarında başarılı olanlar, lisans ya da bu diplomaya sahipseler master eğitimine başlarlar. Sınavlarda genel teori, armoni bilgisi yanısıra, yardımcı piyano ve esas enstrümanı iyi derecede çalabilmek gerekli.
-Yurtdışından gelenler de bu sınavlara mı giriyor?
Evet. Bundan bir kaç yıl öncesine kadar, yurt dışından gelenler Master için, yurt içinden daha çok Lisans için müracaat ederlerdi. Şimdi yurt dışından da Lisans için talep arttı, yurt dışındaki ( Doğu Avrupa, Rusya Federasyonu, Uzak Doğu ) ülkelerdeki ilk eğitim sistemlerinin daha iyi olması nedeniyle çıta hayli yükseldi.
-Yabancı öğrenci miktarı çok mu?
Almanya'da yüzde 42 gibi bir oranda yabancı öğrenci var Müzik Üniversitelerinde... Lisans 8 dönem yani 4 yıl, Master için de 4 dönem yani iki yıl eğitim alınır. Her yıl sonunda sınav yoktur. Lisans öğrencisi 6. dönem sonuna kadar yan derslerinden sınavlarını bitirmiş olmak zorundadır.
2. dönem sonunda denetleme, uyarı mahiyetinde sadece bir ara sınav vardır. Şayet iki kez üst üste bu sınavdan kalınırsa okuldan ayrılmak durumu oluşur. Ancak bu duruma hemen hemen hiç düşen olmuyor diyebiliriz. Bu sınavlar hocaların giriş sınavında almış oldukları muhtemelen yanlış bir kararın düzeltilebilmesini sağlar ve öğrenciyede daha çok çalış mesajıdır.
-Master eğitimi nasıl?
Master eğitiminde final sınavlarının iki bölümü de enstrümanda uygulanır. Resital ve seçmiş olduğu
profille bağlantılı ikinci bir konser. Lisans ve Masterda profil olarak, esas ders hocalığı, orkestracılık, ya da podyum, yani sahne profili seçilebilir, ama bu solistlik diploması değildir. Bunun için Masterdan sonra sınavla girilebilen solistlik sınıfından mezun olmak gerekir. Şu ana kadar çok iyi puanlarla mezun olan öğrencilerim oldu, ancak solistlik sınıfımdan sadece dört öğrencim mezun oldu. Nedeniyse, iyi çalıcılar olmak yetmez, solistlik sahne hakimiyeti, duruş, ayrı bir yetenek demektir.
-Flüt dalında Türkiye'de yetişen öğrencilerin düzeyini nasıl buluyorsunuz?
Evet, Türkiyemdeki izlenimlerimden bahsetmek isterim. Gerek her yıl verdiğim kurslar, gerekse çeşitli yarışmalarda katılımcı öğrencilerde büyük bir oranla önce yetenek dikkatimi çekiyor, ancak seviye için aynı şeyi söyleyemiyeceğim. Burada kimseyi yargılamak, kötülemek amacım olamaz. Öğrencilere uygulanan müfredatın dengeli ve öğrencinin gelişimine uygun olduğunu söyleyemem. Herkes aynı tempoda ilerleyecek dersek o zaman yetenek niye arıyoruz, çalınacak eserler için uygulanacak sistem kişiye has olmak zorunda, tabii ki belirli, gelinmesi gereken seviye gözardı edilmeden.
- Flüt hocası olarak öncelikle kendinize hangi görevi biçiyorsunuz?
Hoca olarak benim görevim öğrencimin olanaklarını ve de herşeyden önemlisi kişiliğini geliştirmesini, kendisini en iyi şekilde ifade etmesini sağlamaktır. Sadece bir enstrümanın nasıl çalınacağını göstermek değil, onunla nasıl bütünleşip ruhu ve bedeniyle sanat yapabileceğini göstermektir. İzlediğim ve bana öğrencilerden verilen bilgiler doğrultusunda, bir çok hocanın çok az, ya da hiç çalmadan ders verdiğini duyuyorum, tabii ki hayretler içinde kalıyorum.
Öğrenci vardır, anlatırsanız algılar, öğrenci vardır çalarsanız anlar, ama tabii ki anlatmaya çalıştığınızı siz de çalarak gösterebilirseniz. Hocaların bilgilerini aktarabilmeleri için kendilerinin de devamlı ilerlemeleri, enstrüman çalışmalarını bırakmamaları gerektiğini söylemem biraz nahoş karşılanabilir, ama bunu iyi bir niyetle söylediğimi de bilmelerini rica ederim.
-Siz öğrenim sürecinizi nasıl yaşamıştınız?
Bugün medya olanakları, öğrencilerin dünyadan haberdar olmalarını sağlıyor, iyi ki de böyle. Eskiden hiçbir şeyi tanımadan sadece verilenlerle yetinmek zorundaydık. Ben Konservatuvardaki yedi yılımda, üç yıl hiç hoca olmadan, diğer dört yılda da sürekli yıllık değişen üç İtalyan hocayla flüt öğrenmeye çalıştım. Almanya'da ilk 6 ayım uzun ses üflemekle, dudak pozisyonunu, diyagramla nefes tekniğini öğrenmekle geçti. Sudan çıkmış balık misali. Günde ortalama 7 saatlik çalışmamdaki uzun seslerimden usanan diğer öğrencilerin bana taktıkları düdüklü çaydanlık isminden hiç alınmadım! Zaten 6 ay sonunda öğrenci konserinde Bach Partita çalarak, kendimi ve emeğimi de kanıtlamıştım. Ondan sonrada kimse isim takamadı bir daha!
-Türkiye'de müzik eğitimindeki akademik durumu nasıl buluyorsunuz?
Türkiye'de üflemeli sazlarda konservatuvarlar üniversitelere bağlanmadan önce ilkokuldan öğrenci alınırdı. Bu da erken yaşta başlamak demekti, ne yazık ki bu daha sonra üniversitelere bağlanınca hep yukarı çekildi, öyle ki 15, 16, 18 gibi yaşlara geldi... Bu kaybolan çok önemli bir zaman oldu, şimdi sanırım yine biraz bu konuda değişiklikler yapıldı, yarı zamanlı sistem ve daha sonraki sistemle. Ders veren hocaların da bir gecede Prof. ünvanları almak durumunda kalmaları, ki üniversiteli kadrosunda olunabilsin, ayrı bir hikaye... Şimdi lisan engelini aşan, basamakları çabuk çabuk çıkabiliyor. Hatta doktora da yapılabiliyor, bir tez, bir resital, al sana doktora! Peki kim denetliyor bunu? Ben doktora eğitimi yapan bir kaç genç flütçüyü yakın zamanda dinledim, ama ne yazık ki yarışmada birinci turu bile geçemediler. Zaten doktora yapmak, bizim dalımızda dil sınavını ver, küçük bir tez yaz olsun bitsinle olamaz. O zaman bir zahmet müzikoloji okusunlar! Daha büyük verimli tezler yazılsın, böylelikle kütüphanelerde bilgi veren kitaplar, metodlar çoğalsın! Ama şayet
yorumculuk ve esas ders hocalığı yapacaksanız, o zaman bir durmak gerekiyor. Kimseyi kandırmayalım!. Fabrika üretimi gibi fazla öğrenci almak, mezun etmek, bu gençlerin işsiz ortada kalmalarından başka birşey getirmiyor. Herkes nerede nasıl üç beş lira kazanırım diye iş arıyor. Yazık değil mi bu gençlere. Bir de onları süpersin, iyisin diye bol bol olamayacak hayallerle oyalamak.
Şayet parası varsa bazı öğrenciler yurt dışında eğitimlerine devam ediyorlar. Tabii para varsa, ya da aileler bütçelerini zorluyorlar. Dershaneler işkencesine alışık milletim, ne yapsın buna da
katlanmak için gayret veriyor. Özetlemek gerekirse, Türkiye'de yetenek oranının yüksek , ancak seviyenin biraz düşük olduğunu söyleyebilirim, bir de müfredatın engel teşkil ettiğini, repertuarların çok dar olduğunu.
-Hacettepe, Bilkent, 9 Eylül gibi konservatuarlardan çok iyi gençler yetişti ve eğitimlerini Fransa, Almanya gibi ülkelerde sürdürdüler. Bunlardan hiç sizin okula gelenler oldu mu?
Türkiye'den gelen Bora Korkmaz (Master) Onur Türkeş ( Lisans) öğrencimdi. Onur bende bitirmedi, ancak diploma programını hocasıyla arasındaki bir sorun nedeniyle, benimle hazırladı dışardan... Ve de Sibel Ayhan öğrencim oldu. Sibel Ayhan hem Master, hemde solistlik diploması alan çok beğendiğim bir öğrencim oldu. Bora Almanya'da ders veriyor, Onur Samsun Opera Orkestrasında, Sibel Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasında görevli. Erasmus kapsamında Mersin Devlet Konservatuarından misafir öğrencim de oldu. Isterim ki kurslarıma sevgili, değerli meslektaşlarım da katılsın ve ben tüm bu söylediklerimi şahsen kendileriyle de paylaşabileyim, bu hem diyaloğu güçlendirir, hem de yanlış anlamaları engeller.
-Marsyas Uluslararası Flüt yarışması ile ilişkiniz nasıl başladı?
İlk yapılması planlandığında beni aradılar ve jüri başkanlığı yapmamı, destek vermemi rica ettiler. Ben yarışmanın öncelikle ulusal yapılmasını, tecrübe kazanıldıkça, ileriki yıllarda uluslararası konumuna geçmeyi önerdim. Ama atılacak adım böyle kararlaştırılmış, dolayısıyla uluslararası başladı. Tabii ki Türkiye'deki katılımcılara program önce zor geldi, ancak madem ki uluslararası, o zaman seviyede taviz vermek söz konusu olamazdı. Ben programı yaptım ve diğer jüri üyesi meslekdaşlarıma sorup onaylarını almadan ilan etmedim. Türkiye'de hiç yapılmayan, müfredatlarda yeri olmayan çağdaş eserler de bu sayede öğrenilmeye başladı. Çağdaş eserler olarak, kolaydan zora beş seçenek sunarım hep, böylelikle daha önce hiç çalmayı denememiş olan için de bir alternatif olsun diye.
-Yarışmada Türk bestesi de çalınıyor mu?
Ne yazık ki flüt için çok sayıda Türk bestesi yok ama bir Türk eseri mutlaka ilk turda çalınıyor. Bu sayede Ekrem Zeki Ün'ün Yunus'un Mezarında isimli eseri yabancı katılımcılar tarafından da öğrenildi, çalındı. Hatta ilk yıl bu eseri en iyi yorumlayan ödülünü Koreli bir katılımcı aldı. Eserleri kategorilere ayırırken, çok dikkatli ve bilgili olmak gerekir. Maalesef, benim katılamadığım yarışmanın ikincisi yapıldığında buna hiç önem verilmediğini gördüm ve üzüldüm. Bu yıl yarışmada tekrar Jüri başkanlığı ve programı düzenlemek görevi bana verildi, güzel, verimli ve çıtanın gerçekten tam uluslararası nitelikte yüksek tutulduğu bir yarışma oldu.
-Bu son yarışmada sizi en çok ne memnun etti?
Beni mutlu eden unsurlardan biri artık Telemann fantazilerin ve çağdaş eserlerin öneminin farkına varılması oldu. Samimiyetle söyleyebilirim ki, bu eserlerde pek zorlanmadı Türk yarışmacılar.
Seviye gittikçe artıyor. Yetenekleri olduğu halde, elenenler oldu, kimi yeterli alt yapının olmaması, kimi gerekli disiplinle hazırlanmamalarından. Tüm yarışmacılarla istekleri doğrultusunda sonradan ayrıntılı sohbetler ettim, tavsiyelerde bulundum, tabii ki küsüp gidenler dişındakilerle..
-Yarışmaya verilen destekler nasıl?
Bu tür çalışmaları çok ama çok verimli buluyor ve sponsorlarında destek vermesini önemle rica ediyorum. Uluslararası yarışmadan iki gün önce yapılan Güzel Sanatlar Liseleri yarışmasında Keylan Müzik bir flüt hediye etti. Ben orada da jüri başkanıydım. Flüt yarışma birincisine değil, yetenekli olan, sazının mutlaka değişmesini düşündüğümüz bir genç öğrencimize verildi. Uluslararası yarışmada Akıneri Enstrüman Tamir Atölyesi, saz tamirleri yaptı ve birinciye tahta flüt ağızlığı hediye etti. Yarışmanın Soma'daki facianın yanısıra tek hüzünlü yanı daha önceden ilan edilen ama gerçekleşemeyen orkestra eşliğindeki finali oldu. Orkestra eşliğinin olamaması nedeniyle, yarışma süresince çok zor eserlere eşlik eden muhteşem piyanistimiz İris Şentürker iki gün içinde Mozart konçertoları çalışarak bizi bu zor durumdan kurtardı. Hem müzikal, hem teknik büyük kolaylıklar sağladı. Bu yarışmanın devamını canı gönülden isteyen ve canla başla destek veren Dinar Belediye Başkanı Sayın Saffet Acar ve ekibine ne kadar teşekkür edilse azdır. Gerek ilgileri gerek misafirperverlikleri önünde şapka çıkardım. Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı müdürü Sayın Uğur Türkmen ve ekibine aynen, çok teşekkürler etmek isterim.
-Tanıtım ve zamanlama yeterli mi sizce?
Marsyas Uluslararası Flüt Yarışması'nın tanıtımının zamanlaması, daha iyi ilan edilebilmesi, gerek afiş, grafik, sunum gibi konular biraz daha tecrübe ve dikkat gerektiriyor. Örneğin, bu yıl yarışmanın olduğu tarihlerde Budapeşte'de önemli bir uluslararası yarışma vardı ve ben uyardım, ancak tarih konusunda değişme yapılamadı. Sanırım şimdi, önceden biraz nerede, ne zaman, ne var diye bakıp, kendi ajandalarımıza da uyan bir tarih seçilmesi şart oldu. Bu konuda konservatuvar, güzel sanatlar liselerinin müdürlerinin, Milli Eğitim Bakanlığının, yarışmacılara tolerans gösterip, izin verme konularının ele alınması gerekiyor. Bu tür aktiviteler, sonuçta okulda bomboş dolaşmaktan daha verimli ve iyidir, hatta notlarına bile katkısı olmalıdır yarışmaya katılmanın.Böylelikle de hem hocalar, hem de öğrenciler sık boğaz edilmezler, aksine desteklenmelidirler.
-TÜSAK'la yapılmak istenene ne diyorsunuz?
Burada sorun sanat kurumlarının bir revizyona girmesi değil . Revizyon bazı konular ve kurumlarda gerçekten de biraz gerekli. Ancak buradaki problem tadilatı yapacak zihniyet... Çatı yapımından anlamayan birine ver, ilk yağmurda, karda çatı kafana düşsün! Herkesin herşeyi bilmesi mümkün değil. İdare müsaade etsin ve anlamadığı işleri bir zahmet bilenlere danışsın derim. Kendilerinin seçtiği Âkiller gibi bilenlerini kastetmiyorum tabii.
-TÜSAK, bir model tartışmasını da gündeme getirdi...
İngiliz modeli niye ele alınmiş ki, benim bildiğim AKP tüm modellerini Almanya'dan alır. Sağlık sigortası vs. gibi. Nedeni de kökleri orada filizlenmiştir. Milli görüş derken, cemaat derken,
bu noktalara gelindi. Almanya'daki sisteme niye bakmamışlar? Hiç bir özel Müzik Üniversitesi yok Almanya'da, hiç bir özel orkestra da. Evet tasarrufa geçildi ama 16 tane Devlet Müzik Üniversitesi ve sayısı hayli yüksek olan Opera, Bale, Senfoni Orkestraları var? Hepsi Devlet Kurumları. Umarım aydınlık ülkemizi daha fazla karartmadan bu bulutlar gitsin, yeniden güneş doğsun.
Şefik Kahramankaptan