AntalyaDOB'un hazırlayıp sahnelediği Pandemic balesinden sonra Ankara Devlet Opera ve Balesi de C-19 tek perdelik balesini yaptı. Covid-19 sürecinde eve kapanmanın ve toplumdan soyutlanmanın getirdiği sorunları işleyen "C-19" balesi 14, 21 ve 28 Ekim'de de izleyiciyle buluşacak. Eserin prömiyeri ise 9 Ekim 2021 Cumartesi akşamı yapıldı.
Librettosu Uğur Seyrek ve Işık Noyan'a ait eserde, Uğur Seyrek koreogrifini hazırlarken Çaykovski, Chopin, Mozart, Beethoven'in klasik eserleri ile AntalyaDSO fagot sanatçısı ve gitarist Akça Acun Bilgin'in bestelerini kullandı.
Eserin finalinde ise kontrtenor Kaan Buldular da sesiyle virüse yakalanmış bir insanı temsil ederek dansçılara katılıyor. Koreograf Uğur Seyrek, "İnsanlar daha önce hiç deneyimlemedikleri ve unutamayacakları bir süreç yaşıyor. Müziklerin her birinin kapanma sırasındaki farklı ilişkileri yansıtmasını istedim" dedi. AnkaraDOB'un klasik bale sanatçıları bu yapıtla sahneye duydukları özlemi gidermiş oldular. “C-19”un sahne tasarımını Adnan Öngün, giysi tasarımını Uğur Seyrek, ışık tasarımını da Fuat Gök hazırladı.
Balenin konusu hakkında koreograf Uğur Seyrek şunları yazdı:
“Bugüne dek yarattığım tüm eserlerin odak noktasında bulunan 'İnsan' ve 'İnsanın Yapısı' teması burada da mercek altına alınmaktadır. Eserde, doğumundan ölümüne kadar geçen süreçte insanın iyi ve kötü davranış biçimleri arasındaki gel-gitleri, güçlü yanlarıyla zaafları, sevgi ve nefret ikilemi içinde bocalayışları, kendisi, sosyal çevresi ve doğayla uyumu/uyumsuzluğu, ne denli gelişmiş olsa da içindeki ilkel ve vahşi dürtülerin bütünüyle yok olmayışı, aniden insanlığın üzerine çöken bir büyük felaket karşısında bile aymazlığını sürdürmesi, kendisine sunulan son bir şansı bile değerlendirememesi, kısacası toprağa karışana dek ders almadan, bu yüzden de hatalarından arınmadan kalışındaki trajik gerçeklik işlenmektedir. Günümüzün hız çağında insanoğlu, çoğu maddiyata, tüketime yönelik amaçların ardına takılmış koşuyor. Bir an bile durup niçin ve nereye koştuğunu, koşarken neleri elinden kaçırdığını düşünmeden. Er ya da geç, hepimiz için ölümle noktalanacağını akıldan çıkarmamamız gereken bu kovalamacanın içinde dünü, şimdiyi, hatta yarını bile yaşayamıyoruz. Kendi sesimizden başka bir sese kulak veremiyor, hatta çoğu zaman kendi sesimizi bile duyamıyoruz. Yaşamı zenginleştiren, onu anlamlı kılan nice rengi, nice tadı seçemiyoruz. Gözlerimiz yaşamın inceliklerine kapalı, kulaklarımız doğanın, insanlığın, dostluğun, duyguların seslerine sağır. Hep acelemiz var, koşuyoruz soluksuz kalma pahasına bir bilinmeze doğru. Tek bir sağlıklı nefesin bile ne denli kıymetli olduğunu idrak edemeden. Dokunamıyoruz birbirimize. Dokunmanın değerini ancak büyük bir felaket bize bunu yasakladığında anlıyoruz. Ama sonra buna da alışıyor, birbirimizden kopuk bencil dünyalarımıza geri dönüyoruz. Yaşam buna rağmen cömert davranıp bir şans daha tanıyor bize. On dört günlük bir ıssızlık döneminin ardından varoluşumuzu sürdürebilmek için tanınan kısacık ve bir defalık bir ek süre. Ne yazık ki onu da değerlendiremiyor ve sonsuzluğa karışıyoruz. İşte bu bale, içinde bulunduğumuz bu acı insanlık gerçeğini anlatıyor.”