Popüler müzik türü üzerine pek az yazı yazdım. Bu benim kusurum, ya da eksikliğimden değil, Türkiye’de popüler müzik örneklerinin çoğunlukla yetersizliğinden kaynaklanıyor. Hayata sevgiyle bakan bir insan, tabii ki düzeyli popüler müzik parçalarını da severek dinler. Bana soracak olursanız bu türün en değerli uluslararası çeşidi caz sanatıdır. Çocukluğumdan bu yana, fırsat buldukça caz müziği dinlemişimdir.
Her şeyin bir yeri var. Sabahtan akşama kadar Bach dinleyen birinin ruhsal sağlığından şüphe ederim. Çünkü o, hayatı anlatan müzik sanatı yelpazesinin ne gibi renkler taşıdığını sezememiş, kendini tekdüze bir hayata mahkûm etmiş demektir.
Her neyse… Burada size, müzik türleri üzerine temel bir ilkeyi belirtmek istiyorum:
“Şu tür müzik, bu tür müzik yoktur; iyi müzik, kötü müzik vardır.”
Hangi türde olursa olsun iyi müzik, insanı saran, daha ilk cümlesinde sizi kendine çeken, size yüreğini açan ve doğrudan yüreğinize seslenen müziktir. Mozart’ın müziğinde de bulabilirsiniz bunu, Bessie Smith’in söylediği caz şarkılarında da… Ben, başta Karacaoğlan olmak üzere, halk şairlerimizin nice parçasını böyle dokunaklı bulurum. Âşık geleneğinin son kuşak sanatçılarından Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım”, Ali İzzet’in “Sakınırım, kıskanırım” adlı eserlerini dinlerken içim titrer. Herhalde sözlerde ve ezgilerde, insanın yüreğine ılıkça değen bir şeyler vardır bu parçalarda.
Bizim popüler parçalarımızda uyumu ve içtenliği zor buluyoruz. Doğrusunu isterseniz, biçim güzelliğine, sadeliğe, yumuşak bir söyleyişe önem vererek derinlik kazanan popüler şarkılarımız pek az. Üzülmeyelim, dünyanın her yerinde böyledir bu: Yirminci yüzyıldan başlayarak sanayi haline gelmiş olan popüler müzik parçalarının üretimi, her yıl on binlerce şarkıyı kapsıyor. Onların içinde, yüreğimizde yer eden parçalar azdır, ama kimi şarkılar da “unutulmayanlar” arasına girer. Uygar ülkelerin klasik müzik eleştirmenleri, Beatles’ın ünlü şarkısı “Yesterday”in melodik düzeyini, Robert Schumann’ın “Lied”leriyle karşılaştırmıştı, unutmayalım.