Türkiye’yi bir kez daha bilim ve akıl dışı politikaların kaçınılmaz acı gerçeğiyle yüz yüze getiren Kahramanmaraş merkezli depremler, bütün toplumsal ve siyasi bedelleriyle gündemimize aktığı sırada, Türk çağdaş müzik dünyasının önemli isimlerinden biri, 13 Şubat günü aramızdan sessizce ayrıldı. Ahmet Yürür, Türkiye’nin besteciler topluluğu içinde düşünsel ağırlığı yüksek, sıra dışı bir figür olarak farklı bir konumda durur. Müziğe, teknik olmaktan ziyade düşünsel hatta felsefî bir açıdan bakan bir besteci olan Yürür, aynı zamanda eğitim alanında da öncü bir rol oynamıştır. Kuşkusuz, bugün onun bıraktığı mirası hakkıyla devralabilecek yetenekli genç besteciler vardır. Bununla birlikte, Ahmet Yürür’ün bıraktığı müzikal ve düşünsel boşluğun kolay doldurulamayacağı kanısındayız; zira Türkiye’nin genel kültür ortamı hızla çölleşirken, Ahmet Yürür gibi sanat insanlarını üreten toplumsal koşullar çoktan silindiği için, benzer duyarlılıkları paylaşan, aynı zihinsel donanımlara sahip kültür insanlarının var olması, git gide daha fazla özel ve aykırı tesadüflere kalmış görünüyor.
Ahmet Yürür, 1941 yılında İstanbul doğdu. Müzik kültürü gelişkin bir aile çevresinde büyüyen Yürür, yedi yaşından itibaren İstanbul Belediye Konservatuarı’nda keman öğrenimi görmeye başlamıştır. Bu süreçte Ali Sezin, Raşit Abet ve Orhan Borar gibi önemli müzik eğitimcilerinin öğrencisi olmuştur. Bununla birlikte, Ahmet Yürür birçok bestecinin doğal olarak izlediği tek çizgili eğitim hayatına bağlı kalmamıştır; konservatuar eğitimini sürdürürken Saint-Michel Koleji’nde ortaöğretimine başlamış, bir süre sonra Galatasaray Lisesi’ne geçmiştir. Yürür, 1955-1961 yılları arasında Galatasaray Lisesi’nde öğrenim görmüştür. Ailesi, müziğe açıklığına karşın, onun bir diplomat olarak yetişmesini tercih ediyordu. Bu nedenle, lise mezuniyetinden sonra, Ahmet Yürür önce Ankara’ya Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolmuş, kısa süre sonra Paris’e gidip Sorbonne Üniversitesi’nde Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimi almış, bu dönemi bir önlisans diplomasıyla kapatmıştır; zira Yürür, bu kısa arayış döneminin sonunda besteci olmaya kesin karar vermiş olarak Ankara Devlet Konservatuarı’na kaydolacak, burada kompozisyon eğitimi alacaktır. Yürür’ün kararlılığı, son anda yetişerek, konservatuarın kapanmış olan kayıt bürosunu açtırmayı mümkün kılmıştır. Yürür’ün eğitim gördüğü dönem, Ankara Devlet Konservatuarı tarihinin efsanevî bir zaman dilimidir.
Ulvi Cemal Erkin henüz hayattadır. Adnan Saygun ise hem besteci hem öğretmen olarak verimli bir dönem yaşamaktadır. Bu süreçte Ahmet Yürür’ün besteci formasyonunun temelleri oluşmuştur. Özellikle Adnan Saygun’la zaman içinde gelişen yakın bir ilişkisi olacaktır. Bu ilişkinin insani (arkadaş, baba-oğul) boyutları olduğu gibi usta-çırak özelliği de olmuştur. Saygun’dan aldığı bestecilik bilgisi, teknik boyutta kalmamakta düşünsel bir düzeye erişmektedir.
Ahmet Yürür, bazı ailevî nedenlerle İstanbul’a göç etmek zorunda kalır. İstanbul’da öncü bir hamle yapacak, 1971’de İstanbul Devlet Konservatuarı’nın kurucuları arasında yer alacaktır. Aynı dönemde hocası Adnan Saygun da İstanbul’a, 1980 sonrasında Mimar Sinan Üniversitesi çatısı altına girecek olan İstanbul Devlet Konservatuarı’na gelecektir. Ahmet Yürür, konservatuarda öğretmenlik yaparken, yine Saygun’un yönetimi altında 1974’te yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. İstanbul Devlet Konservatuarı kurulduğu zaman kompozisyon eğitimi mevcut değildir. Ahmet Yürür, konservatuarda kompozisyon bölümünün kurulmasına öncülük etmiş, 1974-1978 yılları arasında Kompozisyon Bölümü başkanlığı görevini üstlenmiştir. Ahmet Yürür’ün müzik hayatının bir başka mecraya yönelmesine neden olan deneyimi 1978-1981 yıllarında A.B.D.’de Indiana State University’de (Bloomington) kompozisyon alanında doktora çalışması ile sürmüştür. Saygun’dan aldığı kompozisyon temelinin sağlamlığı, onun A.B.D.’deki eğitim sırasında takdir kazanmasına neden olmuştur. Hatta hocası, bir derste diğer öğrencilere dönerek “doğru düzgün bir kompozisyon dersi yapabilmemiz için Türkiye’den birinin gelmesi mi gerekiyordu?” demiştir. Kompozisyon doktorasının ardından Maryland Üniversitesi’nde etnomüzikoloji doktorasına başlamıştır. Yedi yıl devam eden bu tez yazımı süreci, Yürür’ün düşünsel gelişimi konusunda yetkinleşmesine önemli katkılar yapmanın yanı sıra, onun iki kanaldan ilerleyen eğitim hayatının bir başka düzleme taşınmasını da sağlamıştır. İkinci doktora çalışması sırasında, 1983 yılında, Pittsburgh Üniversitesi ve U.C.L.A. ortaklığında düzenlenen bir üniversite gemisinde öğretmenlik yaparak, dokuz Asya ülkesini gezmiştir. Böylece etnomüzikoloji alanında geniş bir gözlem ve kültürel birikim yapmasına fırsat sağlayan bir dönem geçirmiştir.
Ahmet Yürür, 1986’da Türkiye’ye dönerek Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğretmenliğe başlamıştır. Bu sırada ikinci doktorasını tamamlamıştır. Ankara dönemi uzun sürmemiş, Ahmet Yürür yine İstanbul’a tekrar Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na öğretim üyesi olarak dönmüştür. Ahmet Yürür, o güne kadar aldığı eğitimlerin farklı kaynaklardan onu beslemesi sayesinde müziğe hem kavramsal hem pratik anlamda yeni bir bakış getirmeyi hedeflemiştir. Müzik, ona göre, yalnızca bir sesli icra etkinliği olarak kalmamalı, duyusal bir deneyim oluşturabilmelidir. Hatta bu deneyim, insanı var oluşsal bir sorgulamaya sevk edebilmelidir. Yürür, bu amaçla Yıldız Teknik Üniversitesi bünyesinde Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin kurulmasına öncülük etmiştir. Bu fakültede Duysal Tasarım Lisans Programı’nın başlatılmasını sağlamıştır. Yürür, bu programı tasarlayarak müziği ve onun eğitimini hem çoğulcu bir duyum deneyimi hem düşünsel bir yetkinleşme çabası olarak tasavvur etmiştir. Bununla birlikte, Türkiye’de her kurumsal ilişkinin başına gelecek olan sorunlar burada da ortaya çıkmış, Yıldız Teknik Üniversitesi yönetimi, başlangıçta olumlu baktığı bu yeni yapıya daha sonra yeterli desteği vermemiştir. Bunun üzerine, Ahmet Yürür, 2003’de kendisine daha iyi olanaklar sunan Ege Üniversitesi’ne geçip burada lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde programlar kurmuştur. Ancak 2008’de yaş haddinden emekliliğini takip eden dönemde, ders ücretli şekilde görevlendirilmesi mümkünken, üniversite yönetimi YÖK’ün engeliyle karşılaşmıştır. Aynı şekilde, İzmir’deki bir başka üniversite kendisini görevlendirmek istediğinde YÖK bu girişime de engel olmuştur. Ahmet Yürür, ne siyasî kimliğiyle öne çıkan bir kişi olmuştur ne belirgin bir şekilde mevcut siyasî yapıya muhalefet eden bir tutum sergilemiştir. Buna rağmen bir müzisyenin yenilikçi, doktrin-karşıtı, çatışma temelli bir müzik dilinden yana olmasının ne kadar tehdit kaynağı olarak algılandığı, Ahmet Yürür örneğinde kanıtlanmıştır.
Ahmet Yürür’ün müzik anlayışı konvansiyonel kalıpları tekrar etmeye dayalı değildir; tam tersine, akademik normları sorgulamayı ve dönüştürmeyi hedefler. Yürür, tonal armoninin eylem mantığının, yalnızca eski müzikte değil yeni müzik olarak nitelenen üretim alanında da ortaya çıkabileceğine işaret eder. Bu nedenle, bir çağdaş müzik eseri, dil özellikleri, ses ilişkileri, tınısal arayışları bakımından geçmişin müzik birikiminden farklılık gösterse de eğer örtük ya da tebdil-kıyafet hâlde kontrpuan yapısı arz ediyorsa, Yürür’e göre, yeterince çağın müziği değildir. Bu açıdan, biçimsel özellikler yanıltıcı olabilir. Bir eser on iki tonlu, atonal, dizisel, vb. çağdaş tekniklerle yazılmış olsa dahi özünde klasik yapısal kalıplara göre inşa edilmişse, besteci, fark etmeden de olsa, dinleyicinin yapılanmış algı modellerine göre tasarım yaptığını ileri sürer. Yürür, bu nedenle, yapı kavramının kendisini de reddeden bir müzik anlayışı geliştirmiştir. Yeni müzik kavramının hakkını veren arayışlarını uygulamada da sürdürmüş, 1989-1993 arasında Ankara Uluslararası Yeni Müzik Festivali’ni üç kez düzenlemiştir. Benzer etkinliklere İstanbul’da da devam etmiştir. Ayrıca İstanbul’dan Yeni Müzik adında bir çağdaş müzik topluluğu kurmuştur. Yürür, müzik üretimini ve alımlanmasını bir düşünsel yetkinleşme deneyimi olarak tasavvur eder. Bunun anlamı, (1) bildik kalıpları tekrar ederek bir müzikal dogma oluşturmanın önüne geçmek; (2) müziğin profesyonellerinden beklediği zihinsel açıklığı amatör dinleyiciden de talep etmektir. Nitekim, müzik, kendini bildik bir ırmağın ılık ve konforlu sularına bırakarak akmak anlamına gelmemelidir. Müzik, her defasında yeni bir deneyim, yeni bir var oluş serüveni demektir. Öyleyse, müziği talep eden (dinleyici), üreten (besteci, müzisyen) kadar düşünsel bir yetkinliğe sahip olmalı ya da bu düzeye erişme arzusu içinde bulunmalıdır.
Ahmet Yürür, müziğin üreticileriyle diğer sanatların mensuplarının birbirlerini tamamlayıcı bir sürekli zihinsel alış-veriş ortamı kurmalarının gereğine inanmıştır. Bununla birlikte, diğer sanatçılarla besteciler arasında ciddi bir iletişim sorunu olduğunu görür; zira mimari, resim, heykel, vb. birçok çağdaş sanat dalının mensupları, kendi alanlarında en ilerici fikirleri savunsalar, en yenilikçi tekniklerle çalışsalar, en devrimci tutumları benimseseler dahi, müzik söz konusu olunca çoğu zaman epeyce geride kalmış bir beğeni düzeyini entelektüel duruşun bir parçası olarak kabullenirler. Yürür, buradaki eksikliğin müzisyenlerden değil, çoğunlukla müziğin yirminci yüzyılda kat ettiği mesafeyi yeterince idrak edemeyen diğer sanat mensuplarından kaynaklandığı kanısındadır. Yürür’ün bu saptamasında doğruluk payı yüksektir; bunda müziğin ister istemez içerdiği kapalı dilin payı göz ardı edilmemekle birlikte, onun, entelektüel donanım bileşenleri içinden on dokuzuncu yüzyıl sonundan beri çıkmış olmasının da rolü vardır. Theodor Adorno ve Thomas Mann, her ikisi de profesyonel müzisyen olmamalarına karşın, mektuplaşmalarında, en teknik düzeyde Beethoven sonatlarını tartışacak derinlikte müzik bilgisine sahiptiler. Max Weber, bugün ancak iyi eğitim almış müzisyenlerin tam anlamıyla anlayabileceği denli teknik çözümlemeler üzerinden bütün bir tarihsel dönemin sosyolojik modellemesini yapmıştı. Türkiye’de de makam müziği reformcuları içinde Ali Rifat Çağatay, Rauf Yekta, Hüseyin Sâddedin Arel gibi figürler hem Türk müziğini hem Avrupa müziğini takdire şâyan bir vukufla hazmetmişlerdi. Diğer yandan felsefe, tarih, siyaset felsefesi, sosyoloji gibi alanlarda derin bilgiye sahiptiler. Türkiye’de sosyolojinin kilometre taşı niteliğindeki isimlerinden Hilmi Ziya Ülken, piyano, Nureddin Şâzi Kösemihal ise keman çalan, ayrıca plastik sanatlar konusunda da derin bilgiye sahip insanlardı. Kösemihal’in, İdil Biret’i keşfeden kişi olduğunu unutmayalım. Örnekler Türkiye’den ve yurt dışından artırılabilir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişen bir uzmanlaşmış ve ticari sanat anlayışı, müziği, bir entelektüel donanım ögesi olmaktan çıkarıp kısmen hermetik, teknik bir bilgi alanı hâline getirmiştir. Ahmet Yürür, diğer sanatlarla müzik arasında oluşan bu mesafenin olumsuz yanlarına dikkat çekmiştir. Ahmet Yürür, bu entelektüel kimliğiyle, müziğe teknisyen tavrıyla yaklaşan birçok besteci ve icracıdan farklı bir konumu işgal etmiştir. Ona göre, müzik yenilenmenin, kendini sorgulamanın ve aşmanın bir aracı olmalıdır. Böyle bir yenilikçilik için kuşkusuz konvansiyonel değil devrimci, uyumcu değil çatışmacı bir bakış açısı benimsemek gerekecektir.
Ahmet Yürür, beste yapmaya her zaman önem vermiş, farklı dönemlerde farklı üslûp özelliklerini benimsemiştir. Son dönemde, yetişmesinde ve hem entelektüel hem müzikal anlamda kişiliğinin gelişmesinde çok merkezi bir yeri olan Galatasaray Lisesi’ne ilişkin bir projeyi tasarlamaktaydı. Bir çeşit kurucu mitosa dönüşmüş olan Gül Baba hikâyesini konu alan bir oratoryo besteliyordu.
Bilinen hikâyeye göre, 1481 yılında, Galata sırtlarında avlanmaya çıkan padişah II. Bayezid, âniden bir tipiye yakalanır. Bugün lisenin olduğu yerde bir kulübe görür. Kapısını çalıp misafir olur. Burada Gül Baba isminde ak sakallı bir bilge adam yaşamaktadır. Padişaha sıcak çorba ikram eder. Sohbet ederler. Tipi dinince padişah yola koyulacağı sırada Gül Baba’ya kendisinden ne istediğini sorar. O da “kendim için bir şey istemem; ama buraya bir mektep kur. Devlete faydalı gençler yetişsin” der. Bunun üzerine Enderûn mektebi kurulur. Bu menkıbedeki Gül Baba’nın Macaristan’da mezarı bulunan Gül Baba’yla bir ilgisi olmadığını belirtmemiz gerekir. Ahmet Yürür, bu hikâyeyi müzikle anlatmak istiyordu. Bu amaçla da Nisan ayında oratoryonun parçalarından bir derlemeyi Galatasaray Lisesi’nin Tevfik Fikret Salonu’nda bir orkestraya icra ettirmeyi amaçlıyordu. Yarım kalan bu projenin bestecinin isteğine uygun olarak gerçekleştirileceğini umarız.
Ahmet Yürür, Türkiye’de yeni müziğin savunucuları arasında en yetkin isimlerden biriydi. Genç bestecilerin örnek almaları gereken en değerli kılavuz… Türkiye tarih boyunca bir avuç üretken, yenilikçi ve cesur insanın yüzü suyu hürmetine zorlukların içinden geçip ayakları üzerinde durur hâle gelmiştir. Ahmet Yürür, bu anlamda özellikle genç müzik insanlarına düşünsel bir yol gösterici olduğu kadar coşkulu bir umut kaynağı da olmalıdır. Bugünün gerçeküstü siyasî ahlaksızlığı ve kültürel çölleşmesi içinde can suyu…
ALİ ERGUR
1 Mart 2023, Denizli