-I-
30 Mart 1968 günü “Tuzla Piyade Okulu”na “91.Dönem Yedek Subay Adayı” olarak “duhul” eyliyorum. Son derece gereksiz uzunlukta bulduğum 6 aylık okul dönemim, 13 Eylül 1968 günlü “Kura Çekimi ve Diploma Töreni” ile son buluyor. Bu törenlerde, “Kasım ayında çağrılacağımız kursu takiben Kaymakam Vekili olarak görevlendirileceğimiz ” kılıfı arkasında tüm SBF ve HF mezunlarına çektirilen “meslek kurası” azizliğiyle “jandarma” yapılıyorum.
30 Eylül 1968 günü Urfa’daki 123. Seyyar Jandarma Alayı’na katılıyorum. Alay Komutanı’nca, evlilere Urfa’da kalma şansı tanınıyor. Benim gibi birkaç bekar yedek asteğmen, “bekar” olmamız nedeniyle iki gün içinde hudut taburlarına tayin ediliyoruz. Akçakale’deki 1.Tabur merkezinde birkaç gün “Brifing Hazırlığı” işlerinde kullanıldıktan sonra 16 Ekim’de bu kez, Tüem(Sayarlı)’deki 1.Bölük Komutanlığı’na Silah Takım Komutanı olarak aktarılıyorum.
2012 Türkiye Karayolları Haritası'nda Akçakale-Ceylanpınar yöresi
Tüem Tren İstasyonu ve Bölük Merkezi'nin konumları, Akçakale ve Ceylanpınar'a uzaklıkları
Tüem’e Akçakale’den (Suriye tarafındaki adıyla Tall Al Abyad) 62 kilometrelik bir tren yolu ile ulaşılıyor. Tüem’in 41 kilometre doğusunda ise komşu ilçe merkezi Ceylanpınar (karşıdaki adıyla Ra’s Alayn) bulunuyor. Akçakale ve Ceylanpınar ile aramızda sadece askeri araçların kullanabildiği, bozuk bir toprak yol var. Alıntıladığım haritada Akçakale-Ceylanpınar arasındaki uzaklığı gösteren 113 rakamının yarım santimetre kadar sağ tarafına rastlayan Tüem’de, ilk krokide görüntülemeye çalıştığım üzere sadece bir tren istasyonu ve etrafında görevliler için 1-2 lojman binası ile onun 80 metre kadar uzaklığında bizim 1. Bölük binası yer alıyor.
1.Bölük K. TÜEM tabelası altında, 20 Ekim 1968 Kimi bölük eratıyla, 7 Kasım 1968
7 Kasım 1968’de önünde çekilmiş parkalı fotoğrafımın bulunduğu bu binanın giriş kapısı üzerindeki tabelada “1nci Bölük K. TÜEM” yazılı. Bölük eratı, insan yüzü görebilmek için yolcu treninin geçiş saatinde istasyona gidip vagonları seyrediyorlar. 20 Ekim 1968 günlü fotoğrafta görülenler bu askerlerden bazıları olabilir. Fotoğrafın arkasına adlarını soldan başlayarak, posta eri, Fermantepe Karakolu Çavuşu Lütfi Kafes, Santralcı Hüseyin Küçükler, Çaycı Yahya Böcek (Kalecikli olan Böcek, benim Ankaralı olduğumu duyunca “memleketlisi” olmamdan ötürü pek seviniyor) olarak not etmişim. Yörede başkaca yerleşim yeri yok. 3-5 kilometre kadar içerilerde bazı köyler olduğu söyleniyor, ama herhangi bir söylentiye yol açmamak için kaldığım süre boyunca köylere asla uğramıyorum.
Toprak bereketsiz, hatta güvenlik nedeniyle büyükçe kısmında ekim yapılamıyor. Hayvancılık, sürülerin ülke değişimi sırasında geçici olarak konaklamasından ibaret. Suriye Lirası, paramızın üç katı değerinde. Bu, bizden karşıya ulaştırılan herhangi bir metanın üç katı değerlenmesi demek. Sözün özü, kaçakçılık yaygın ve de önlen(e)miyor. Bizden canlı hayvan ve gıda maddeleri geçiyor. Karşıdan ise aklımda kaldığınca,“tütün-çay-kahve-oyun kağıdı-jilet-saat-dolma kalem-sigara kağıdı-duvar halısı-seccade-suni ipek-çakmak taşı” geliyor. Bunlar hudut il ve ilçelerinin çarşılarında alenen satışa sunuluyor.
Bölük merkezinde benim dışımda muvazzaf bir teğmen ve bir astsubayın yanı sıra otuz civarında erat bulunuyor. Bu alana serpiştirilmiş 8 adet karakolun (Yassıtepe, Fermantepe, Sarnıçtepe, Traştepe, Yıldıran, Çetinkaya, Boztepe, Ege) ayrıca 5-8’er kişilik kadroları var. Bölüğümüz 49 kilometrelik bir sınır bölgesinin güvenliğinden sorumlu. Bu uzunluk boyunca yaklaşık 2 kilometrelik aralıklarla, Eskimo kulübelerine benzer(yarım küre formunda, bükülmüş çubuk demirlerin üzerine kalınca naylonlar sarılıp, üzerleri çamurla sıvanmış), iki kişinin çömelerek sığışabildikleri) zaten birisi kulübede iken diğeri gözetleme yapıyor), içler acısı “nöbetçi kulübeleri” bulunuyor. Tren yolunun 7 metre ötesi Türkiye-Suriye sınırı olarak varsayılıyor. Sınır belirteci olarak herhangi bir hudut taşı-duvar-tel örgü-barikat yok. (Doğrusu, tam 52 yıl önce bugünlerde bulunduğum bu yerlerin, şu an için ne durumda olduğunu yaman merak ediyorum.)
-II-
Uyumsuzluklara alışmaya çalışıyorum. Çalışma masamın karşısındaki pencereden o zamanların ünlü “Toros Ekspresi” haftanın birkaç günü önümden gelip geçtiğini fark ediyorum. Aklıma, yaklaşan Cumhuriyet Bayramı’nın o zamanlar 2,5 gün olan tatilini tren yolculuğu ile Gaziantep’e giderek geçirmek, takılıyor. Yarım gün mesaisi olan 28 Ekim Pazartesi günü izin alırsam, önünde ve arkasındaki ikişer günü de eklediğimde 5 günlük inanılmaz bir tatil ve hiç bilmediğim Gaziantep’i görme fırsatı oluşuyor.
26 Mayıs 1979'dan geçerli TCDD Yolcu Tarifesi'nin 192. sayfası
Tüem(Sayarlı) İstasyon Şefi’nden öğrendiğime göre, Tüem’den Gaziantep’e Cumartesi-Pazartesi-Perşembe günleri 11.50’de hareket eden Toros Ekspresi, Çarşamba-Cuma-Pazar günleri de sabah 06.50’de Gaziantep’ten Tüem’e yönleniyor (Ekspresin varış-kalkış saatleri ile istasyonlar arası uzaklıkları gösterir 26 Mayıs 1979’dan başlayan TCDD Yolcu Tarifesi’nin 112. sayfasını ekliyorum. Trenin saatleri değişmiş ama bilgiler aynı.). Bu durumda 26 Ekim 1968 Cumartesi ve 27 Ekim Pazar günleri 7’şer saatlik yolculuklarla bu seyahati gerçekleştirebilecek, Gaziantep ve çevresini görmeye 3 gün ayırabileceğim. Bölük-Tabur-Alay kanalıyla izni hallediyorum.
26 Ekim Cumartesi günü, sonradan öğrendiğime göre ihmal edilebilir 3 saatlik bir gecikme(!) ile Gaziantep’e varıyorum. Antep’te ve yörede 3 muhteşem gün geçiriyorum. 30 Ekim Çarşamba günü Gaziantep’ten saat 06.50’de başlaması gereken yolculuğum, ilkin 7 saatlik bir rötarla 14.00’te başlayabiliyor. Sonrada eklenen 3 saatlik yeni bir gecikme ile, toplam 17 saatte 24.00’te Tüem’de sonlanıyor. Bu gecikmelerin, hergün karşılıklı olarak Karkamış’tan ve Nusaybin’den topraklarımıza girip-çıkan, çok da az bir geçiş ücreti ödeyen “Suriye Moto(rlu)treni”nin öncelikli geçiş haklarından kaynaklandığını, bu mototrenlerin gecikmemeleri için bizim trenlerin “telaki” istasyonlarında bekletildiklerini; gecikmelerin devreye girmesinin, diğer yük trenlerimiz de dikkate alındığında, yeni gecikmelerle zincirleme büyüdüğünü, ertesi günlerde istasyon şefimizden öğreniyorum.
-III-
Ertesi sabah, benim bulunmadığım tatil aralığında bölük erlerinden birinin öldüğünü öğreniyorum. 8 Kasım’da bölük komutanı Diyarbakır’daki Askeri Mahkeme’ye gidiyor. O erin ölümüne neden olmaktan alıkonuluyor. 15 Kasım’da bölük komutanlığına “vekaleten”atanmamla rahatım ve her şeyin tadı(!) kaçmaya başlıyor.
Hemen o günlerde alay ve tabur kanalıyla “mutad atışların yaptırılması” buyruğu geliyor. Bir önceki yıl da burada olan astsubay ve erlerle taburda “Kademe” de görevli askeri memura sorduğumda, buralarda atışların “bermutad” olduğunu, atışların yapılmayıp yapılmış gibi gösterildiğini, atışların müsademe(çatışma)lerde ya da tavşan avında kullanılıp bulunamayan boş kovanların mahsubuna yaradığını söylüyorlar. Ayrıca arazi neredeyse tamamen “düzlük” olduğu için, atışları elverişli bir engebe olmadığını da ilave ediyorlar. Tepem atıyor, bu tür hüllelere başvurulduğunu duyunca.”Atışlar mutlaka yapılacak” diyor ve arazi keşfine çıkıyorum.
Gökçayır Tren İstasyonu civarındaki Atış Yeri'nin krokisi
Çetinkaya Takım Merkezi ile Ege Karakolu’nun arasında kalan Gökçayır Tren İstasyonu(karşısında Tall Hamud var) yakınlarında bir yanı hafif engebeli bir düzlük buluyorum. Evet, 20 Kasım günlü atışlar iliştirdiğim 2. Krokideki bu alanda yapılmalı ! Tren yoluna paralel olarak yapılacak atışlarda, hedefin arkasında mermilerin saplanacağı uygun bir tepecik de var. Ama ya mermiler bu tepecikten sekip de istasyona ya da tren hattına savrulursa ? İşte bu olasılık, önceden hiç aklıma gelmeyen bir ampulü yakıyor. Atışlar yapılırken seyrüsefer halinde bir tren ve tren hattında dolaşan güvenlik işçileri bulunmamalı. Peki bu nasıl sağlanabilir ? Atışlar boyunca trenler işlemezse, hatta güvenlik işçileri dolaşmazsa. Yani, geçtiğimiz günlerde yaptığım tren yolculuklarımda beni saatler boyunca istasyonlarda bekleten (ve bunu bir alışkanlık haline getirdiğini öğrendiğim) Suriye Mototreni beklemeye alınırsa, ödeşmiş olmaz mıyız ? Bunca zamandır insanlarımızı, “uzun beklemeler”de helak eden bu sorumsuz treni birkaç saatliğine de olsa, bu kez biz bekletemez miyiz ?
Şenyurt Hareket Müfettişliği'nin 19.11.1868/11-405/23.40 gün-sayılı telgrafı
19 Kasım Salı günü adları bende saklı bölük komutanı teğmen ile takım komutanı astsubayın Diyarbakır’dan Gaziantep’teki Askeri Cezaevi’ne nakledildikleri haberi geliyor. Bu, bir yandan bölüğün benim kararlarıma kalması demek, bir yandan da olası bir disiplin suçlamasıyla buradan uzaklaştırılmama yola açabilecek bir olasılık. Oturup Tüem İstasyon Şefliği’ne, “20 Kasım günü Ege Karakolu civarında yapılacak olan atışlar nedeniyle saat 08.00-12.00 arasında Ege Karakolu ile Çetinkaya Takım Merkezi arasında tren seferlerinin durdurulması ve hatlarda yol işçilerinin bulundurulmaması” konusunda son derece kararlı bir mesaj kaleme alıp, yollaması için santralcı Hüseyin’e veriyorum. Saat 21.15’te Şenyurt İstasyonu’nda görevli Kısım Hareket Müfettişi Sami Çolak imzasıyla gelen ve benim dışımda Akçakale Tabur, Urfa Alay, Kızıltepe Tugay komutanlıklarına da “şikayet babında” aktarılan, aslı arşivimdeki 11-404 sayılı telgrafta, “o güne değin bu kabil bir müracaat olmadığı, trenlerin sefer ettirilmemesine ve yolun bakımsız bırakılmasına imkan bulunmadığı cihetle, meydana gelebilecek herhangi bir olaydan demiryollarının sorumlu tutulamayacağı ve atışın başka bir alana taşınması” bilgi ve emirlerine arz ediliyor.
Asteğmen omuz demirlerim, şapka kokartım, isimliğim
Bu yanıt benim için bardağı taşınan son damla oluyor. İlkinden daha kararlı ve de sert olan mesajımı bu kez hem demiryollarının hem de jandarma teşkilatının üst birimlerine iletmiş olmalıyım. Zira, Şenyurt Hareket Müfettişliği’nden saat 23.40’ta gelen 11-405 sayılı aslı ilişik telgrafta beyaz bayrak çekiliyor. “Emniyet mülahazasıyla 20.11.1968’de 8.00 ile 12.00 arasında, Ceylanpınar ve Sayarlı istasyonları birbirlerine tren sevk etmeyecekler, işçiler konusunda gerekli tedbirler 66. Şube Şefliği’nce alınacak, Sayarlı İstasyonu’nca Bölük Komutanlığı’ndan (yani benden) teminat alınıp Ceylanpınar’a da bildirildikten sonra trenlerin sevkine başlanacaktır.” deniliyor.
-IV-
20 Kasım 1968 Çarşamba günü, yıllardır yapılmayan atışları belirlediğim saatler arasında yaptırıp Tüem’e dönüyorum. Dönüşümüzü gören İstasyon Şefi telaşla yanıma gelip, atışlar sona erdiyse beklemekte olan trenlere yol vereceklerini söylüyor. İçten içe keyiflenerek onaylıyorum.
Bölüğün çok olası ambar açıklarıyla birlikte bu malzemeyi hiç tanımayan bana zimmetlenme olasılığının giderek artması ve buralarda sürdürülen düzenin tamamen benim kişiliğime aykırı bir düzen olması nedeniyle, hayatımda İLK ve SON kez “joker” kullanıyorum. Ankara’da aynı apartmanda oturduğumuz emekli bir üst düzey jandarma generali aracılığıyla, pek görülmedik bir biçimde Urfa’daki Hudut Bölüğü’nden Ankara’ya Jandarma Genel Komutanlığı Komptrolörlüğü’ne tayin ettiriliyorum.
-V-
19 Aralık 1968 günü Tüem’den (Sayarlı) Urfa’ya, kıta hizmetimi tamamlamamın sonunda Ankara’ya gönderilmek üzere, alayın 7.bölüğüne geçiyorum. 11 Nisan 1969’da Urfa’nın kurtuluş gününe katıldıktan sonra, askerliğimin 31 Mart 1970’te tamamlanacak son etabı için Ankara’ya dönüyorum.
SAVAŞ SÖNMEZ
30 Eylül 2020 / Ayvalık