Haziran sonları. Güre-Altınoluk karayolunun ortalarına rastlayan bir yerlerde, Alibey Kudar’ın ünlü “Tahtakuşlar Etnoğrafya Galerisi” tabelasını, Antandros’a doğru 3-4 km. kadar geçiyor, 15nci yüzyılda kurulduğu söylenen Avcılar Köyü sapağına geliyoruz. Çok genişletilen yolun yarattığı çılgın trafik nedeniyle sağ sinyalimizi çok önceden verip, kendimizi köy yoluna atıveriyoruz. Kazdağı Turizm Geliştirme Kooperatifi’nin derme-çatma yapısı hemen oracıkta. Trekking, kamping, bisiklet, yamaç paraşütü, kaya tırmanışı gibi biz yaştakilere artık hayli “uzak” olan sporların da yapıldığı Kazdağları’nda bizler gibi “Jip Safari”ye karar verecek olursanız, yine de kooperatifi önceden arayıp (0266.3785454 – 0266.3785279 – 0532.4967662 – 0535.2081868 – 0537.5070759) randevulaşmakta yarar var.
Kazdağı Göknarı, Troia (Troya,Truva) Savaşı’nın kahramanı olan Tahta At’ın kerestesini oluşturmuş, Troya Çamı olarak da anılan endemik bir bitki. Ağaç 1993 yılında Milli Park Alanı olarak ilan edilen Kazdağları’nda, 1988’den buyana yasal koruma altında. Antik Skepsis(Bayramiç) paralarının üzerinde de göknar motifinin bulunması, ağacın yüzlerce yıllık geçmişine ışık tutmakta.
Serüvenimiz, Avcılar köylüsü, emekli Mehmet Yılmaz’ın (0542.5180342) 17 L 3948 plakalı Suzuki marka jipi ile başlıyor. Kasap Çavuş’tan Avcılar Köyü’nü geçerek 1 km. kadar uzaklıkta, önce Dere(Dede) Pınarı mesire alanına, sonrasında da Kazdağı Milli Parkı girişi olan Kışladağı Giriş Kontrol Ünitesi’ne ulaşıyoruz. Giriş ücretini ödeyip, zeytin-kestane-kızılçam ağaçlarıyla örtülmüş ve jipten başka aracın gidemeyeceği yollara vuruyoruz kendimizi ve
1100 m. yükseklikteki Zeybektaşı'na (Zeybekkule) tırmanıyoruz. Yağmur suları ile yer yer yarılmış orman yolları, hızlanmayı engellediği gibi, oldukça yüksek ağaçlar altından sürerek, güneşe de pek yüz vermiyor. Bu kuleden efsanevi Sarıkız’ın babasının türbesinin bulunduğu 1775 m. yükseklikteki Babatepe’yi izlemek mümkün. Kah sığ sulara girerek, kah hoplaya-zıplaya Hatippınarı’nı ve Köprüderesi’ni geçerek 1220 m. yükseklikteki Padişah Pınarı’nda mola veriyor, pınarın suyunu tadıyoruz. Burada geçmiş yıllarda varolan Kazdağı Dinlenme Tesisleri, türlü nedenlerle yaşayamamış. Dileriz yeniden canlandırılır, zira böylesine bir ortam için büyük eksiklik. Haberli olduğumuz için son anda edindiğimiz, “Tonbalığı – Peynir – Ekmek –Su”dan oluşan kumanyalarımızı yiyor, önceden tedarikli gelmiş bir başka safaricinin ikram ettiği mangal köftelerini teşekkürle atıştırıyoruz. Az ötede dönüşe başlayacağımız nokta olan Düden Alanı’nın yüksekliği 1270 m., onun yukarısında yer alan Sarıkız Tepesi ise 1726 m. yükseklikte.
Bir hayli tahrip edilmiş(?) Türkmen Mezarlığı ile inişe başlıyor, görmemekle birlikte homurtularını işittiğimiz yabandomuzlarının eşliğinde Dereçatı’ya varıyoruz. Şelalenin “büvet” denilen 3 m. kadar derinlikteki “dere gölcükleri”, serinlemek isteyenlerin emrine amade. Dereçatı Tarlası adlı kesimde, ağaçlara “foto-kapan” yerleştirip, yabani hayvanların görüntülerini yakalamayı amaçlayan “orman yetkilileri” ile söyleşip birlikte su ve çay içiyoruz. Aktaş yöresinde 960 m. yükseklikten Şahinderesi Kanyonu’nu tüm haşmetiyle izliyor, fotoğraflıyoruz. Ağlayan Çam yolundan, tekrar parkurumuzun başladığı Kışladağı girişi ile birleşiyoruz. Her dönemeçte “Zeytin Denizi”nin ve “Edremit Körfezi”nin bir başka görüntü sürprizi ile karşılaşarak Avcılar Köyü’ne iniyor, köy kahvesinde içtiğimiz ayranlarla Mehmet Yılmaz’a teşekkür ve veda ederek safarimizi sonlandırıyoruz.