BİREYSELLEŞME VE VİRTÜOZİTE ÜZERİNE TİTİZ BİR ARAŞTIRMA
BİLEN IŞIKTAŞ'IN TARGAN KİTABI
Modern, günümüzde çok çeşitli anlamlara gelen, bütün büyük kavramların uğradığı talihsizlikleri taşıyan bir kavramdır. Gündelik dilde, popüler kültürde ya da siyasi söylemin muğlaklıktan ve a priori'den beslenen dilinde, modern kimi zaman iltifat olur, kimi zaman hakaret. Genellikle bazı görünüş unsurları üzerinden tarif edilen modern, ister istemez biçimsel bir olgu gibi tasavvur edilir; toplum hayatı içindeki konumlanışı da biçimler ve onların ideolojik yananlamlarından ibaret kalır. 'Modern'in ne olduğunu ancak öyle olduğunu düşündüğümüz biçimsel birimler ("modern bina", "modern düşünceli", "o hep modern giyinir", vb.) üzerinden ifade etmeye çalışırız. Ancak bu biçimsel unsurları kanıt olarak gösterdikçe, onların dilsel, kavramsal ve algısal bulanıklığı daha da belirgin olarak ortaya çıkar. Boş siyasi söylemin tüketim nesnesi haline dönüştüğü çağımızda, 'modern'in tanımımın ne olduğundan ziyade, onunla ideolojik anlamda ne ifade edilmeye çalışıldığı önem kazanmıştır. Diğer bir deyişle, modernin mahiyeti değil, onun hakkındaki muğlaklık söylemi makbuldür. Pek bulanık bir şekilde 'yeni', 'farklı', 'özgün', 'sade', 'iddialı', 'kentli', 'özgür' ve daha birçok anlama gelebilen modern hakkındaki bu genel geçer söylem, bütün büyüsünü, dolayısıyla siyasi gücünü bizatihi bu muğlaklıktan alır. Sürekli olarak hızlı bir toplumsal dolaşımda olan başka birçok kavram gibi, modern, herhangi bir iletişim sürecinde, herkesin ne olduğunu çok iyi anlıyormuş gibi yaptığı, ancak her bir aktörün kendi niyet ve tavrına göre ona farklı anlamlar yüklediği bir çeşit 'joker'e dönüşür. Örneğin bir müzik eleştirmeninin, bir piyanist hakkında 'modern bir çalış örneği sergiliyor' ifadesini kullandığı zaman tam olarak neden bahsettiği anlaşılamaz; ancak bu söylemin bütün gücü bu muğlaklığın ta kendisidir. Zira bu yorumu okuyan hiçbir okuyucu ifadenin muğlaklığını düşünmez; tersine, onda ikna edici bir üst dilin işaretlerini, belki de bilinçaltı düzeyde, algılar. Böylece 'modern' kavramı, dille çoğalan, ideolojik bir araca dönüşen iktidar üreteci gibi çalışır. Türkiye'deki modern, modernlik, modernleşme, modernizm tartışmaları, bu bulanık anlam üretimi ve tüketiminden beslenir şekilde, düşün hayatımıza zaman ve enerji kaybettiren bir etki yapmış ve yapmaktadır. Modernin siyasi araçsallaştırılması (övgü ya da sövgü, ideal ya da sapma, yöntem ya da dogma, vb.) bir toplumsal kılavuz hattı olduğu sürece, bu muğlaklıktan çıkıp sağlıklı tartışmalar yapmanın ya da doğru anlaşmanın olanağı yoktur. Oysa modern, siyasi söylemin unsuru olmaktan ziyade toplumsal-kültürel bir durumun karakteri olarak tarif edilebildiği zaman muğlaklıktan kurtulabilir. Bunun da yolu sözcüğü, sosyolojik kavramların kesinliği cinsinden tanımlamaktır.
Modern; sekülerleşme, rasyonelleşme, standartlaşma, dünyevîleşme ve bireyselleşme gibi eğilimleri içeren bir kültür dünyası ya da ortamıdır. Tarihsel doğuş koşulu sanayi kapitalizmi olsa da, günümüzde farklı toplumların farklı modernleşme güzergâhları olduğu kabul edilmektedir. Modern eğilimlerin gözlemlendiği kültür ortamını mutlak anlamda bitmiş, tamamlanmış bir durum olarak varsaymak, onu ideolojik anlamda, ister yüceltme ister eleştirme yönünde, bir ideal biçiminde tasavvur etme sonucunu doğurur. Oysa modern ve onun dönüşüm süreci olan modernleşme, özünde bireyselliği ortaya çıkaran toplumsal-ekonomik koşulların içindeki bir eğilimler toplamıdır. Bireysellik, kuşkusuz salt tinsel ya da zihinsel özgürleşme meselesi değildir; aynı zamanda bir piyasa ekonomisinin süregitmesi için vazgeçilmez önemdeki temel unsurdur (bireysel girişim). Modern dünya, Batı Avrupa'nın sanayileşme süreci içinde kurulmuş, küresel bir ekonominin yayılmasıyla dünya çapında bir toplumsal hale dönüşmüştür. Modernliğin büyük ve özgün düşünürü Georg Simmel, 20. yüzyıl başında, modern kültürün temel bileşeni olarak bireyselleşmenin önemini vurguluyordu. Metropol hayatı, kadın özgürleşimi ve bireysel ifade olanaklarının çoğalması, modern kültürün temel özellikleri olarak sıralanabilir. Simmel bu çözümlemeyi yaptığı sıralarda, aykırı, bohem, gizemli, yaratıcı sanatçı olarak besteci figürü, yerini, icrai özellikleriyle parlayan virtüoz karakterine terk etmekteydi. Kuşkusuz besteci önemini korumaya devam edecek, ancak yıldız sanatçı (özellikle küresel bir sanat pazarındaki hareketlilik, turneler, kayıt teknolojisinin gelişmesi gibi nedenlerle) başlıca toplumsal birey imgesi haline gelecektir. Franz Liszt'in besteciliği kadar piyanistliği ve en önemlisi bir turne ve pazarlama canavarı olması, onu karizmatik bir sanatçı konumuna yerleştirmek için gereken nitelikleri olmuştur. Modernleşmeyi salt erken sanayileşmiş toplumların bir yönelimi olarak kabul edip Türkiye'yi 'kendine özgü bir Doğu-Batı arasında kalmışlık' şeklinde formülleştiren egzotikleştirici bakış, bireyselleşmeyi de 'bizim kültürümüz'de var olmayan, 'yıkıcı ve gayri-ahlâki bir illet' olarak tanımlar. Ancak aynı modern kültür özelliklerinin, elbette farklı biçimlerde, Türkiye'nin tarihinde de ortaya çıkmış olduğunu somut olgular üzerinden gözlemlemek mümkündür. Örneğin virtüoz figürü, bireyin olağanüstü becerisinin (bir anlamda Tanrı iradesine kusurlu aklıyla meydan okuyan birey) görkemli bir şekilde sahnelenmesinden başka bir şey değildir. Modern kültürün doğal sonucu ve içeriği olan bireyselleşme, kendi toplumsal imgesini de estetik bir izdüşüm olarak yansıtmıştır. Büyük icracıların, bestecilerin şöhretini gölgelediği bir çağda, Osmanlı sanatçıları içinde parlayan virtüoz tipleri de ortaya çıkmıştır. Tanburi Cemil Bey, Ûdi Nevres gibi icracılar bu eğilimin temsilcileridir. Olağanüstü icrai yetenekleriyle bireysel farklılığın simgesel ifadesinin örneklerini veren, kişiliğiyle de özgün figürlerin zirvesindeki isimlerin arasında anılması gereken bir sanatçı da elbette Şerif Muhittin Targan'dır.
Kimi çevrelerde, 'geleneğe ihanet' ettiği, 'fazla modern' olduğu, 'Batı tonalitesi mantığında', 'bir öz-sömürgeci zihniyeti temsilcisi' gibi beste yaptığı gerekçeleriyle dışlanan, hâtta ağır ithamlarla tarif edilen Targan, Türkiye'nin akademik ortamında nadiren gördüğümüz kıratta bir çalışmayla etraflıca tartışılmış. Genç kuşak müzikbilimcilerin en donanımlı temsilcilerinden biri olan Bilen Işıktaş, 2016 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Müzikoloji ve Müzik Teorisi Doktora Programı'nda hazırlayıp savunduğu tezini, baştan aşağı yeniden düzenleyerek yeni bir eser ortaya çıkarmış. Özellikle müzikbilim çevrelerinde hem belgesel bolluğa sahip, hem müzik çözümlemeleri içeren, hem sözcüğün sahici anlamıyla, eleştirel nitelikte araştırmaya rastlamak nadirattandır. Birçok müzikbilimci ya da müzik tarihçisinin çalışması, belgeleri ortaya koymak açısından değerli, ancak özgün sav ileri sürmek açısından son derece zayıftır. Müzik bilimlerindeki çalışmaların önemli bir kısmı (hele tarihsel olgu ya da kişilerle ilgililerse) rahatsız edici derecede statik, kuru ve betimseldir. Bilen Işıktaş bu yapısal disiplin mâlûliyetini, örneğine pek rastlamadığımız şekilde titiz bir araştırmayla aşmış görünüyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında çıkan Peygamber'in Dâhi Torunu Şerif Muhittin Targan, Modernleşme, Bireyselleşme, Virtüozite başlıklı kitabında, yalnızca bir dönemi, bir kişiyi, bolca belgeyle tanıtmıyor, bundan çok daha fazlasını yaparak, Targan örneğinde, sosyolojik bir tartışmaya girişiyor. Kendisi de icracı sanatçı olan (ûdî) Işıktaş, Şerif Muhittin Targan'ı tarihteki layık olduğu konuma yerleştirdiği gibi, onu hem farklı veçheleriyle irdeliyor, hem sosyolojik bir çözümlemenin vesilesi yapıyor. Türkiye'de müzik üzerine yazan az sayıda toplumbilimcinin çoğunun müzik bilmezliği nedeniyle konunun etrafından dolanarak, müzikten başka her şeyden bahsettiğini göz önüne alırsak, ters yönden gelerek müzikten sosyolojiye 'nüfuz eden' Bilen Işıktaş, bu sorunu çarpıcı bir şekilde aşmış görünüyor. Bu açıdan, Targan kitabı, müzikbilimcilere olduğu kadar toplumbilmcilere de ders niteliğini taşıyor; nitekim isteyen onu bir yöntem kitabı gibi de okuyabilir.
Targan kitabı, bir müzik kişisinin yalnızca hayran olunacak ya da nefret edilecek duygusal bir konu olmadığını bize hatırlatıyor. Bilen Işıktaş, iyi bir bilim insanında bulunması gereken en temel nitelik olan, ancak Türkiye’nin düşün ortamında sıkça rastlanmayan, soğukkanlı, mesafeli, nesnelliği gözeten ve yöntemli araştırmaya dayanan tavrın mükemmel bir örneğini veriyor. Her şeyden önce Targan kitabı bir yoğun araştırma ürünüdür. Işıktaş, bu eserinde, bunca dağınık belgeyi nasıl bir araya getirdiğine şaşıp ona saygı duymamıza neden olan bir kaynakça zenginliğini, bir bilimsel hazine gibi okuyucunun istifadesine sunuyor. Diğer yandan kaynakçasının yalnızca müzik tekniği ya da betimsel biyografik nitelikli eserlerden oluşmadığının da altını çizmemiz gerekiyor. Işıktaş, müzikbilim eğitimi sırasında karşılaştığı alan-dışı metinlere büyük bir merak ve heyecanla sarılmış, tutkulu bir araştırmacı profili çiziyor. Nitekim, Targan araştırması, kolayca gazetecilik dilinin popüler indirgemelerine teslim olan, örneklerini fazlasıyla gördüğümüz, biraz duygusallıkla okuyucu merakını cezbeden salt biyografik bir anlatım olmaktan kurtulmuş. Targan kitabının her satırında, sosyal bilimlerin, felsefenin ve iyi tarihçiliğin örneklerini mebzul miktarda görebiliyoruz. Hâtta genel metin akışının ve inşa edilen savların, sürekli olarak bir biyografik malzeme ile iç içe geçtiğini, handiyse organik bir bütün oluşturduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Böylesine kuramsal bilgiyle görgül verinin organik bir füzyon oluşturduğu örnek, özellikle müzikbilim çalışmaları arasında pek rastlanan bir durum değildir. Genç araştırmacı, sosyal bilim metinleri karşısında, bunları yeni keşfetmenin büyülenmişliğiyle kolayca, aşırı-kuramsallaştırmaya ya da gereksizce cümle içinde kullanılan büyük iddialar sarf etmenin çıkmazına kolayca sapabilir. Oysa Işıktaş’ın metninde böyle bir defo olmadığı gibi, tam anlamıyla kuram ve gerçekliğin ‘meczolmuş’ halini görebiliyoruz. Özellikle son zamanlarda, Türkiye’nin farklı akademik çevrelerinde yeni keşfedilen (sonradan keşfetmek milli hasletlerimizdendir!) Pierre Bourdieu sosyolojisinin kavram ve yöntemsel araçlarının, olur olmaz her konu ve her durum için indirgenmiş bir şablon gibi kullanılıp, bunun da bir çeşit fan kulüp mantığı içinde kutsallaştırıldığı (Bourdieu Muhipleri Cemiyeti) düşünülürse, Işıktaş’ın bu çoğulcu (tek bir kurama teslim olmayan) yaklaşımının değeri daha net bir şekilde ortaya çıkar. Işıktaş, kuramı gerçeklikle konuşturmaktan ziyade, gerçekliği kurama sıkıştırmak, eğip bükmek kabilinden yaygın yaklaşımlarla yakın akrabalığı dahi olmadığını maharetle gösteriyor. Bu tür kuram-gerçeklik uyuşmazlığı örneklerinde sıklıkla gördüğümüz, az ve yetersiz veriyle büyük sözler söyleme, dolaylı kaynakların yanlış bilgilerini kopyalama, ironik hatta satirik bir dille kılıcını önüne gelene sallama hastalığına kapılmamış, dengeli, tarafgir olmayan, gerçekliğin bütün boyutlarını göz önüne sermeye çalışan bu çözümleme için Bilen Işıktaş, takdiri hak ediyor.
Peygamber’in Dâhi Torunu Şerif Muhittin Targan kitabı, tarihsel bilgi ve belgenin nasıl sosyal bilim kuramıyla sürekli bir diyalog içinde tasarlanabileceğinin güzel bir örneğini oluşturuyor. Diğer yandan, bir sosyal bilim araştırmasının nasıl temel bir sorunsalı olması gerektiğini de bu çalışmadan öğrenmek olasıdır; zira metin boyunca alttan akıp giden temel düşünsel mesele olarak tarif edilebilecek sorunsalla kurulan epistemolojik ilişkiyi her sayfada hissetmek mümkün. Kitap bu anlayışla dört ana bölümden oluşuyor: (1) Modernleşmenin Sosyokültürel Yansımaları; (2) Tarihsel Süreçte Osmanlı/Türk Modernleşmesinin Müziksel İfadesi; (3) Arafta Kalmış Bir Portre: Şerif Muhittin Targan; (4) Osmanlı/Türk Müziğinde Şerif Muhiddin Targan ve Virtüozite. Birinci bölümde kavramsal temeller etraflıca ortaya konarak, kitabın tezinin bunların etrafında nasıl örgütlendiği ustalıkla ifade ediliyor. Bu tanımlamaların, çoğulcu, bilimsel bir bakışla ele alınmasının çok önem arz ettiğini söylemeliyiz; zira hem yöntembilimsel ciddiyet bunu gerektirir, hem tanım bulanıklığının, dolayısıyla ideolojiikleşmesinin bu şekilde, en azından bu çalışmanın sınırları içinde, önüne geçilmiş olmaktadır. Kuşkusuz yazarın kendi tavrı, yaklaşımı, daha yakın durduğu kuramsal hatta ideolojik konum alışlar mevcuttur. Ancak bunu siyasi bir söylemin kaba saldırganlığı şeklinde ifade etmek yerine, ölçülü, karşıtlıklara açık bir diyalektik içinde geliştirmeye çabaladığını not etmeliyiz. İkinci bölüm, modernleşme, bireyselleşme ve virtüozite kavramlarını, hem genel gelişim hem Osmanlı deneyimi üzerinden, ‘zihin şenlendiren’ bir anlatım ve atıf bolluğu içinde sağlam bir şekilde ortaya koyuyor. Üçüncü bölüm Şerif Muhittin Targan’ın çok boyutlu (aydın, besteci, icracı, virtüoz, düşün insanı, birey, sosyal hayatı içinde, vb.) tanıtımını yapıyor. Bu çok yüzeyli prizmadan kırınan imgelerden biri de örneğin ‘ressam Şerif Muhittin Targan’. Böylece, Işıktaş, bir yandan çok önemli ve özgün bir sanatçının portresini, mümkün olduğu kadar tamamlamaya çalışırken, diğer yandan bir sosyal tip ve dönem çözümlemesi yapıyor. Targan’ı kutsamadan, onu boş övgülerle şişirmeden (zira bizde ‘üstâd’a ancak o şekilde yaklaşılır) insanileştiren bir tablo sunan Işıktaş, sanatçıyı, bütün çelişkileri, düşünsel ve duygusal savrulmaları içinde değerlendiriyor. Dördüncü bölümde ise, daha ziyade virtüozite kavramı ekseninde Targan ve onun etrafındaki söylemsel katmanlarının çözümlemesine girişiyor. Georg Simmel Targan’ı tanımış olsaydı (belki de tanımıştır; bu kendine özgü modernlik filozofunun ilgi alanları inanılmaz çeşitliliktedir!) muhtemelen dördüncü bölüme benzer bir metin kaleme alabilirdi. Onun Modernliğin Felsefesi kapsamında ele aldığı izlekleri (metropol hayatı, çatışma, bireyselleşme, macera, kadın, aşk, kapitalizm, para, vb.) takip ederek, rahatlıkla Targan üzerinden bir modernleşme öyküsü anlatabilirdi. Işıktaş, Simmel esinli çözümlemesini, Sombart esinli monografik tasavvurunu insani nüansları Sennett rehberliğinde ekleyerek Targan için fazlasıyla seferber etmiş. Sonuç şaşırtıcı değil; ince oya işi gibi dokunmuş bir metin, ideolojik savunu ya da saldırı aracı haline gelmekten özenle korunmuş bir savlama ve takdire şâyan bir biyografi. Üstelik bütün bu arı-yükü çalışmayı sürdürürken, öğrencilik, öğretim üyeliği ve icracılığı aynı anda yürütme dirayetini göstermiş bir araştırmacı tavrı fark edililyor. Zor zanaat!
Modern ve modernleşme kavramları duygusal-tepkisel ideologların dilinde ya da ithal formatlı akademiklerin kaleminde muğlaklıktan beslenen söylem olmaya, Doğu-Batı sahte tartışmasının sosuyla servis edilmeye devam etsin, Bilen Işıktaş, emek ürünü Targan kitabında, bir tarihsel olaya, kişiye, olguya, kavrama soğukkanlı ve bilimsel bir tavırla da yaklaşmanın mümkün olduğunu hacimli bir eserle gösteriyor. Modernin mutlak ya da ideal değil, eğilimler toplamı olduğunu, üstelik bunun da yalnızca belli bir tarihsel deneyime sabitlenemeyeceğini açıklıkla ortaya koyuyor.
Modern… Baskılayan ve özgürleştiren kültür dünyası… Türkiye’de müziğin tuzaklı güzergâhı.
ALİ ERGUR
1 Aralık 2018