Vedat Kosal, Münih'de yaşayan, yoğunlukla Avrupa'da konser ve resitaller veren bir piyanistimiz... 1957'de İstanbul'da doğan, 10 yaşında Cemal Reşit Rey'in öğrencisi olan, Alman Lisesi ve İstanbul Konservatuarının ardından Münih Müzik Akademisini bitiren Kosal, 1988'den bu yana dünyanın en ünlü piyano markası olan Steinway'in de sanatçısı... 23 yıldır Münih'te oturuyor. Hocası Cemal Reşit Rey ve diğer Türk Beşleri'nin eserlerinin yer aldığı bir çalışması öteki CD'leriyle birlikte Avrupa ve Amerika'da satılıyor.
Kosal, Osmanlı Devleti'nin 700. kuruluş yıldönümü etkinlikleri arasında uzun bir çalışmayla hazırlayıp sunmaya başladığı "Osmanlı İmparatorluğunda Klasik Batı Müziği" başlıklı müzikli konferansıyla dikkati çekti. Bu çalışmayla Osmanlı hanedanının Batı'ya dönük yüzü sergilenmiş oluyordu.
Kosal, padişah ve sultanların piyano için yaptıkları besteleri, 17'nci Uluslararası Ankara müzik Festivali için özel olarak "piyanolu beşli" yani piyano ve yaylı çalgılar dörtlüsü için uyarladı. Almanya'nın genç, dinamik dörtlüsü Henschel Quartet'le birlikte sunduğu dinletinin programında, birinci bölümde Muzika-i Hümayun şefleri Donizetti ve Guatelli Paşa'larla, Rıfat Bey ve Italo Selvelli'den marşlar yeralıyordu. İkinci bölüm ise şehzadeler Burhanettin ve Necmettin Efendi'ler, Fehime, Hadice ve Ayşe Sultan'dan bestelerle devam etti. Padişah Sultan Abdülaziz'in bir valsinden sonra hanedanın en "müzikal" bestecisi olan 5.Murad'ın tam 11 parçası seslendirildi.
Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın da izlediği, AGE İnşaat sponsorluğundaki dinleti büyük başarı kazandı. Dinleti sonrası soyunma odasında Vedat Kosal ile Henschel Quartet'i kutlayanlar arasında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Başkanı Mehmet Başman, Başkanvekili Sevgi Başman, Prof.Günsel Renda, Dışişleri'nden genel müdür yardımcısı Kemal Gür, besteci Çetin Işıközlü, sanatsever mimar-politikacı Mehmet Dülger, müzik yazarı Ahmet Say da vardı. (2000)
2001 yılında yitirdiğimiz Vedat Kosal'la Milliyet Sanat Dergisi için söyleşmiştik: (1999)
- Osmanlı'ya olan yoğun ilginiz nereden kaynaklanıyor?
Biraz ailevi bağlardan tabii.. Fakat ondan da öte, ben eskiyi çok seven, eskiye meraklı bir insanım. Bu Avrupa kültürü için de geçerli. Zaten mesleğim de bunu icap ettiriyor. Biz müze görevlisi gibiyiz bir yerde. Eski eserleri koruyor, tekrar tekrar seslendiriyoruz. Bütün piyanistler gibi, eserlerini çaldığım 18 ve 19. asır tarihine, edebiyatına, o dönemin bütün sanatına bir merbutiyet duyarım.
- Aile bağınız nasıl Osmanlı'yla?
Evlenmelerle meydana gelmiş ve asırlar sürmüş bir bağ. Ben aslen Saltukoğulları'ndan geliyorum.Pek çok sultanla evlenmişler veya tersine kız vermişler.Mesela Rukiye Sultan'ın çocuğu yoktu, zevci tarafından da akrabamızdır. Sultan 5. Murat Han'ın notalarını o zaman bana lutfedip bırakmışlardı. Bunlar A3 boyutunda binbeşyüz büyük sayfa tutuyor ve 500 eseri kapsıyordu. Bir de muhtelif çocuklarının albümlerine yazdığı eserler var. Onlar da var bende. Bazı sultanlar ve şehzadeler verdiler. Keman ve piyano için eserleri ve bazı ithafları da varmış. Maalesef bunlar kayıp artık. O tek parça olanlar bulunamadı.
- Osmanlı hanedanının bugün yaşayan çeşitli üyelerinin destekleri oldu demek ki?
Tabii. Fakat bu notaları sonra bir damat, Atiye Sultanın kocası benden almıştı. Bunları İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne satmış. Ben de sadece 5. Murat'ın kullandığı Bach, Beethoven gibi bestecilerin notaları kaldı. Tabii onların hatıra olmaktan öte bir kıymeti yok.
- Pekiyi, elinizdeki notaları nasıl verdiniz, sonra tekrar nasıl edindiniz?
Çok gençtim, 15-16 yaşlarındaydım. Verdikten sonra arkasını da pek aramadım. Kafam başka yerlerdeydi herhalde o yaşlarda. Alaka duydukca hatırıma geldi, keşke inceleseydim notaları diye. O zaman çok zorluk çıkardılar. Müdür Gülbün Türk emekli olmuş, rektör Nazım Terzioğlu da vefat etmişti. Günde iki sayfa alabileceğimi söylediler! Ben de Kenize Murad'a rica ettim, Paris'ten İstanbul'a geldi. Yanımıza Hürriyet tarih yazarı Murad Bardakçı beyi de aldık. Bu meşhur kişiler karşısında herhalde biraz çekinip ikna oldular ve bütün notaların mikrofilmini verdiler. Hatta Atatürk'ün kütüphaneden ödünç alıp okuduktan sonra iade ettiği bir de kitap vardı. Sultan 5. Murad'ın Fransızca hayatı. Bu da bana ilginç geldi. Niye bunu özellikle almış okumuş olabilir? Herhalde Sultan Abdulhamid'e karşı argüman olmak üzere...
- 5. Murad'ın bu müzik sevgisi Atatürk'ün ilgisini çekmiş olamaz mı?
Fakat Sultan 5. Murad'ın müzisyenliği dışarı hiç aksetmemiş. Şurası unutulmamalı ki, Sultan Murad Çırağan'da , 1904'deki vefatına kadar 30 sene kadar bir nevi hapis tutuluyor. Bahçede dolaşması serbest ama dışarı çıkamıyor, dünyayla irtibatı yok ve tabii o devirlerin saray piyanistleri, müzik adamları gelemiyor yanına. O bakımdan tüm eserlerinin kendi elinden çıktığına hiç şüphem yok. Çok büyük bir gayret izleri gözüküyor. O devrin bir Lizst, bir Saint- Seans gibi müzisyenleri saraya gelip çalışmış olsaymış, 5. Murad'ın besteciliğinin de daha ilerlemiş olacağına hiç şüphe yok.
- Siz konferansınıza temel olan çalışmayı ne kadar sürede tamamladınız?
Bütün gün piyano çalıştığım, turnelere gittiğim için ancak geceleri okuyabildim bunları. İki seneye yakın zaman aldı. 488 parçayı tek tek okuyup, sayfa numarasını, tonalitesini belirterek tek tek arşivledim. Eski yazıyı Türkçeye geçirdim, anlayamadığım Arabi, Farısi şeyleri profesörlere okuttum. Okuyabildiklerimi de arkadaşım, Naciye Sultan'ın torunu Ethem Eldem'in kontolünden geçirttim.
- Bu konferansı İstanbul'da ve Ankara'da sundunuz. Bunun Osmanlı'nın 700. yılında yurtdışında da değişik ülkelerde yapılması konusunda devletten bir talep geldi mi?
Almanya'da Bonn sefirimiz Tugay Uluçevik lutfettiler, büyük bir turne organize ettiler. Başkosolosluğumuz olan her şehirde bu müzikli konferansı Almanca olarak veriyorum. Münih'ten başladım, şehirlerin yarısı tamamlandı, kalan yarısı da önümüzdeki sonbaharda tamamlanacak. Dışişleri bakanlığına da büyük devletlerin başkentlerinde Londra, Paris, Washington'da yapılması için başvurdum, hala bunun peşindeyim, maalesef henüz bir imkan bulunamadı. Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca vermem mümkün bu konferansı. Maalesef henüz bir sonuç alınamadı. Ama kritiklere dayanarak söylüyorum, Almanya'dakiler büyük ilgi görüyor, çünkü Osmanlı'yı Avrupalı yüzüyle tanıtıyor.
- Evet, bir kısım gerici çevrenin tam tersi yaklaşımına karşın, siz bu konferansınızla Osmanlı hanedanının yüzünü Batı'ya da döndürmüş olduğunu kanıtlıyorsunuz.
19. Asırda Sultan 2. Mahmud'dan itibaren çift raylı gelişmiştir konu. Hem ud çalarlardı, hem keman. Hem kanun , aynı zamanda piyano çalan vardı. Bütün sultanlar, şehzadeler, dolayisiyle padişahlar böyle yetişmiştir. İkisine de sırtlarını dönmüyorlar. Bazıları Sultan Murad gibi sadece Batı'ya eğilmiş. 5. Murad ve Halife Abdülmecid de sadece Batıya eğilenlerden. Diğerlerinin hepsi iki yöne de eğilmiştir. Bu normal bir şey. Bütün Avrupa asilzadeleri de nasıl birkaç yabancı dil öğrenmişse, bizimkiler de dilin yanısıra, biraz resim, müzik, beste yapmak gibi konulara eğilmişlerdir.
- Osmanlı sonrası Atatürk ve Cumhuriyet'le birlikteki gelişme hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben Atatürk'ün rolünü daima büyük bir takdirle yadediyorum. Kendisi şahsen alaturka musikiye bağlılığıyla bilinirdi, Hafız Post'lara, Itri'lere o kadar değil de, Denizkızı Eftalya gibi biraz piyasa musikisine, daha modern müziklere meraklıydı. Ona rağmen bütün kuvvetini klasik batı müziğine vererek Türkiye'yi yönlendirmiştir. Kendisi anlamasa da, sevmese de, bir enstrüman çalmasa da. Böylece çok daha büyüklük göstermiş oluyor. Cumhuriyetle birlikte olay, sarayla, aristokrasiyle, yüksek burjuvaziyle sınırlı olmaktan çıkıp halka yayılıyor. İstanbul'dan çıkıyor, Ankara'dan bugün Van'lara kadar operasıyla, balesiyle yayılıyor. Genç sanaçılar teşvik ediliyor. Atatürk olmasaydı, bütün bunlar bugün düşünülemezdi bile. Cumhuriyete kadarki çabalar, bunun yanında, amatörce ve güdük kalıyor. Ama hiç de olmayabilirdi tabii. İyi ki o kadarı da olabilmiş. Arabistan gibi kalırdık o zaman.
(1999 yılında Milliyet Sanat Dergisi için yapılmıştır)
Şefik Kahramankaptan