Cumhuriyet Kitap Eki'nin 19 Eylül 2024 tarihli sayısında, Şefik Kahramankaptan'la, son kitabı Cumhuriyetin Müzik Öncüleri: 10 Portre, İlkler/Kesişmeler hakkında Mehmet S. Aman tarafından yapılan bir söyleşi yayımlandı. Söyleşi şöyleydi:-Kitabın ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız? Mor Külhani Besteci başlıklı, besteci Cengiz Tanç’ın tarihsel süreç içinde yaşamını anlatan kitabımın Cumhuriyet Kitap tarafından yayımlanmasından sonra, Sayın Işık Kansu’dan yeni bir sipariş geldi. Kansu besteciler ve önemli bir yapıtlarının öyküsünü anlatan bir kitap yazıp yazamayacağımı sordu. Kabul ettim ve hangi bestecilerin istendiğini sordum, seçimin bana bırakıldığı yanıtını aldım. Zor bir seçim yapmam gerekecekti. Çoksesli müzik tarihinde çok bilinen, çığır açmış besteciler hakkında hayli kitap vardı. Çevirilerin yanısıra telif olarak hazırlanmış derlemeler de bulunuyordu. Bunların benzerlerini ortaya koymak yerine, özgün bir kitap hazırlamalı, hiç bilinmeyen veya az bilinenleri, çizeceğim bir çerçeveye oturtmalıydım. -Bu çerçeveyi belirlemek kolay oldu mu?Uzunca bir düşünce dönemi geçirmem gerekti. Besteci seçimlerini yapabilmek için bir ortak payda bulmam gerekiyordu. Sonunda Erken Cumhuriyet Dönemi'nde yolu Türkiye ve birbirleriyle kesişmiş besteciler arasından bir seçim yapmaya karar verdim. Kitabın adı da böylece ortaya çıktı: İlkler ve Kesişmeler. Sonradan, yazım sürecinde daha kapsayıcı bir başlık da gerektiğini düşünerek Cumhuriyetin Müzik Öncüleri: 10 Portre’yi yukarı aldık.-Yabancı bestecilerden Şostakoviç, Hindemith, Bartok, Rodrigo ile birlikte Türk Beşleri de kitabın temelini oluşturuyor. Niçin bu isimler?Şostakoviç, Türkiye’ye gelerek İstanbul, Ankara ve İzmir’de konserler vermiş, dönemin genç bestecileriyle ahbaplıklar kurmuş, Ankara’da diğer Sovyet sanatçılarla birlikte Atatürk, İnönü ve devlet ricaliyle tanışıp huzurlarında çalmış bir Rus besteci. İkinci Dünya Savaşı sırasında, ilginç bir öyküsü olan Leningrad Senfonisi’ni de İstanbul’dan satın aldığı nota kağıtları üzerine yazmış.Hindemith’e gelince, yakın müzik tarihimizle ilgilenen herkesin tanıdığı, bildiği bir isim. Türkiye’de ilk konservatuvarın kurulması ve müzik yaşamının yapılandırılmasına ilişkin raporları hazırlayan, bu süreçte yer alacak Carl Ebert, Eduard Zuckmayer, Ernst Praeotorius gibi önemli müzik adamlarının ülkemizde çalışmasını sağlayan kişilik. İlk kuşak bestecilerimizle olumlu-olumsuz anlamda yolları kesişmiş, bu kesişmenin doğal olarak bazı sonuçları da olmuştur.-Peki ya Bela Bartok?Aslında, kitaptaki bestecilerin seçimine yol açan ana gelişme, dünyadaki yönelim. Almanya’da Nazi’lerin Hitler önderliğinde iktidara gelişi ve sonrasındaki gelişmeler, faşizan uygulamalar en çok kültür-sanat insanları üzerinde baskı kurulmasına neden oluyor. Macar Bela Bartok da, Alman Paul Hindemith gibi Nazi baskı ve yayılmacılığından endişe duyan, uygulamalardan zarar gören bir müzik insanı. Genellikle Bartok’un, Adnan Saygun sayesinde Türkiye’ye geldiği ve Anadolu’da derleme gezisi yaptığı zannedilir. Bu sürecin iç yüzünü, kimin ilk ilişkiyi nasıl kurduğunu kitapta anlatıyorum. Bartok’un öncülük anlamında öne çıkmasının nedeni, müzikoloji ve etnomüzikoloji bilincinin uyanmasında oynadığı roldür. Bartok, günün iç dengeleri ve koşullarında Türkiye’de kalma isteği karşılık bulmadığı için Amerika’ya göç etse de, önerileri ve yarattığı ivmeyle, ülkemizde halk müziği derleme - inceleme çalışmalarının hızlanarak daha sistematik biçimde yapılmasına yol açmıştır.-Rodrigo’nun Türkiye’yle olan ilişkisi neydi peki?Öncelikle eşi İstanbul Yahudisi bir ailenin kızıydı. İstanbul’da doğmuş, piyano eğitimi alırken Paris’te Rodrigo’ya tanışıp birbirlerine âşık olmuşlardı. Cemal Reşit Rey de Paris yıllarından Rodrigo ile tanışıyordu. Rodrigo iki kez Türkiye’ye geldi, İstanbul ve Ankara’da yapıtları seslendirildi. Piyanist bir Türk kızına burs vererek İspanya’da eğitim görmesini, böylece Paris yolunun açılmasını sağladı. Günümüzde çoksesli müzikle en az ilgili olanlar bile Aranjuez’i, Rodrigo’nun gitar konçertosunu bilir. Bu konçerto Deniz Gezmiş’in de idam öncesi dinlemek istediği yapıttı ama bu isteğini yerine getirmemişlerdi.-Türk Beşleri yanında, Türk bestecilerden Necip Celal Andel’e de kitapta yer veriyorsunuz. Bu tercihin nedeni nedir? Bir yakıştırma, benzetme sonucu ortaya çıkan Türk Beşleri tanımı toplumda benimsenmiştir, ancak bu beş bestecimizin kendilerinin bu konuda ne düşündükleri pek bilinmez. Kitabın tamamını okuyanlar, bu kavramın nereden geldiğini ve bestecilerin de bu konuda hangi değerlendirmeleri yapmış olduğunu görebilecekler. Ama temel konu Cumhuriyetin Müzik Öncüleri olunca bu beş bestecimizin 10 Portre arasında yer alması kaçınılmazdı. Üstelik Türkiye’nin kuruluş aşamasının siyasal şartlarında kendi aralarında ve portrelerde yer alan yabancı müzisyenlerle yaşadıklarıyla birlikte… Necip Celâl Andel’e gelince, gözlerinin giderek görmez oluşu nedeniyle beşler kadar müzik eğitimi alamamasına karşın, kendini yetiştirmiş, değişik müzik âletlerini çalan bir besteci olarak, çoksesli müzikte, klasik müziğe göre daha hafif ve daha kolay benimsenebilir bir tarzın öncülüğünü yaptığı için Necip Celal’i vazgeçilemez buldum. Türkçe sözlü Tango’nun öncüsüdür Andel. Günümüzde Beşler’in pek çok müziğinin ezgisini ıslıkla çalamazsınız ama “Kemanımla sana bir ses verebilseydim eğer” dizesini duyduğunuzda, pek çoğumuz gerisini getirebiliriz.-Karşıdevrimci tezlerden birisi de “Cumhuriyet, Türk müziğini yasakladı”… Kitap bir nevi bu tezin de antitezi diyebilir miyiz?Doğrudan olmasa da dolaylı olarak bu kestirmeci anlayışın ne denli yanlış olduğunu ortaya koyuyor kitabın tümü. Bir dönemi ve dönemin etkili kişilerini önce kendi tarihsel koşullarında incelemek gerekir. Kastettikleri Türk müziği, halk arasında kısaca alaturka diye nitelendirilen makamsal saray musikisidir. Bu müzik o dönemde İstanbul Radyosu stüdyolarında canlı olarak yayımlanıyor, doğrudan mikrofona çıkıyordu. Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda çevresiyle birlikte radyoda dinlemekte olduğu müziğin iyi seslendirilmemesi nedeniyle yaşadığı kızgınlık üzerine, kraldan fazla kralcılar bu radyo yayınlarını durdurtmuşlardı. Bu müzikten hoşlananlar da, boşluğu özellikle geceleri kuvvetlenen kısa dalga yayınlarında bazı Arap radyolarını yakalayıp dinleyerek doldurdular. Uygulamada, kararın yanlış yorumlanmasından ötürü bazı tatsızlıklar oldu. Bir yıl kadar sonra da, radyo yeniden “alaturka musiki”ye açıldı. Bu olay, yıllardır Cumhuriyet karşıtlarınca istismar edilir. Rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, her dönemde spekülasyonlarla, uydurmacalarla, zoraki yorumlarla ortalığı karıştırıyorlar. Günümüzde de öyle değil mi? Besleme trol ordularının yaptıkları ortada. Ayrıca Instagram yasaklandığında, becerebilenler ya da ücret ödemeyi göze alanlar VPN’ler üzerinden bu yasağı delmediler mi?-İlerde tarih bunları da yazacaktır elbette…Umarım. Cumhuriyetimiz 100 yaşında ama karşıt anlayış tarafından farklı yorumlanıyor. Yakın tarihimizi yeterince ve doğru olarak bilmeden, günümüzle ilgili sağlıklı değerlendirme yapmak mümkün değil. Ama bu yönde ne yazık ki yeterince donanımlı olduğumuz, yeni kuşakları yeterli ve doğru tarih bilgisiyle donattığımız söylenemez. Eğitim müfredatlarının, dayatılan ders kitaplarının nasıl çarpık, doğru olmayan bilgilerle hazırlandığı ortada. Hâl böyle olunca, kulaktan dolma bilgiler, özellikle yapılan çarpıtmalar, dayanaksız iddialar, tarihmişçesine yeni kuşakları sinsice koşullandırıyor. Müzik alanında da durum pek farklı değil. Alaturkacı-Batıcı çatışması, siyasal ve kişisel amaçlarla hâla yaşatılmaya çalışılıyor. Oysa pratikte bunların geride kaldığı ortada. Turizm (ve Kültür ) Bakanı’nın Devlet Orkestralarının dinleyiciye hangi eğitim katkısı sunduğu, güncel Türk bestecilerine ne kadar yer verdiği pek umurunda değil, “Kaç bilet sattınız, salonu dolduruyor musunuz?” diye soruyor. Bu koşullarda orkestralarda da film müzikleri gibi hafif türlere, siyasal anlamda da senfonik ilahiler gibi yapımlara yönelmenin arttığını görüyoruz. Birleşik kaplar etkisi! -Cumhuriyetin ikinci ve üçüncü kuşak bestecileri için de bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?Şimdilik hayır. Zaten ikinci kuşaktan bestecilerimiz Ferit Tüzün, İlhan Baran, Yalçın Tura ve Cengiz Tanç’la ilgili birer yayımlanmış kitabım var. Şu anda tezgâhımda 1998’de yayımlanmış ilk kitabımın genişletilmiş ve güncellenmiş yeni baskısını hazırlamak, bir yayınevi tarafından hazırlıkları yapılan üç ciltlik Türkiye’de Müzik kitabı için ısmarlanan iki makaleyi yazmak bulunuyor. Yaş ilerledikçe günlük çalışma saatleri eskisi kadar uzun tutulamıyor.
Söyleşi
Yayınlanma: 20 Eylül 2024 - 13:34
Gençler Yakın Tarihimizi Doğru Öğrenmeli
Cumhuriyet Kitap Eki'nde, Şefik Kahramankaptan'la yapılan söyleşi:
Söyleşi
20 Eylül 2024 - 13:34
Bu haber 1114 defa okunmuştur.
EDİTÖR
İlginizi Çekebilir