Sanattan Yansımalar sayfasından 10 Ekim konserini öğrendikten sonra neredeyse her saat başı bilet almak için bilgisayar başına geçtim. Tüm arkadaşlarıma da duyurdum; ‘böylesi biraraya gelişi bir daha bulamazsınız’ diye uyardım.Sanat ve sanatın paylaşıldığı sergi, konser gibi etkinlikler ‘sadece, tek başına bir sergi/konser’ olarak algılanmamalı bence; buralar duyguların yoğun olarak paylaşıldığı yerler. Güzel müzik dinlerken, bir yandan da, o müziği yaratan, icra edenlere takdir duygularımızı ilettiğimiz, heyecanımızı onlara aktarmaya çalıştığımız, izleyiciler olarak birbirimizi yüreklendirdiğimiz yerler ayni zamanda. (Örnek vermeye gerek yok; ama, Kazdağları’na gittiğimizde sadece kuş cıvıltıları arasında bir konser izlemeye değil, heyecanımızı ve dayanışmamızı paylaşmaya da gitmiştik.)Valeri Gergiev bir dünya sanatçısı. Konserlerini dinlerken kendisini, yönetim tarzını, mimiklerini, el hareketlerini bile ayrıca izlediğimiz, orkestranın önünde değil ‘arasında’ yeraldığını hissettiğimiz bir yönetmen. Böyle bir sanatçıyı izlemek başlı başına bir ayrıcalık.Çağdaş bir ülkenin, saygın bir orkestrasının sanat direktörü iken, ülkesinin içine karıştığı bir savaşta tavrını ‘ilan etmesi’ konusunda zorlanması, hem de ‘beklentiler yönünde tavır almasının’ istenmesi, bunu yapmadığı için de Avrupa'daki işine son verilmesi kabul edilebilir bir davranış değil. Belediyelerin konser yasaklamasının bir üst versiyonu… Konserde Gergiev’le ayni ortamda bulunmakla ve alkışlarla, bir bakıma, desteğimi de ifade edeceğimi düşündüm.CSO bizim yaklaşık 200 yıllık bir sanat kurumumuz. Gelecek yıl Ankara’ya taşınmalarının 100. yıldönümü olacak. Müzik zevkimizi oluşturan bu kurumun her konserinde üniversite yıllarımızı hatırlıyorum. Ayrı bir nostaljik haz alıyorum.Mariinski Tiyatro Orkestrası’nın da 200 yıllık bir geçmişi var. Sen Petersburg ziyaretlerimizde bilet bulamadığımız için ayrı bir kıskançlık/hayranlık duyduğumuz bir müzik fenomeni. Şimdi ayağımıza gelmiş olmaları ve Ankara’da çalmaları konserde kendimizi ‘seçkin’ hissettiriyor, ayrı bir keyif veriyor.Soştakoviç… Büyük besteci olması ötesinde hep bizler ile bir yakınlığını hissetmişimdir. 1935 yılında Türk hükümetinin daveti ile 1.5 ay ülkemizde kalmış olmaları, yazılarında Atatürk ile sohbetlerinden bahsetmesi, bir yurtdışı Nazım Hikmet’le olduğu anlatılan hikayesi gibi konular Soştakoviç’e ayrı bir samimiyet duymamın nedeni olmalı. Yeniden basılmaya başladığını sevinçle gördüğüm konser proğram kitapçığında Şefik Kahramankaptan’ın yazısından yeni bir şey daha öğrendim; Soştakoviç Türkiye seyahati sırasında Beyoğlu’ndaki kitapçılardan o tarihlerde Sovyetlerde bulunmayan nota kağıdından bir hayli almış. Konserde çalınan 7. Senfoni o nota kağıtlarına yazılmış. Bu bilgiler, konser sırasında hep kelebekler gibi uçuştu beynimde.Ve tabii ki ‘Leningrad’; 1945 yılında Alman Nazi birliklerinin kuşatmasına yaklaşık 900 gün direnen Leningrad halkını anlattığı için bu isimle anılan 7. Senfoni. Tüm sınırları pek de dost olmayan ülkelerle çevrili bir topraklarda yaşayan bizler için ‘kuşatma’ kavramı pek uzak değil. Hele tam da Gazze kuşatması sırasına gelmesi konseri ayrı bir gerçekçilikle izlememize neden oldu.CSO sahnesi iki orkestra üyeleri ile tıklım tıklımdı. (Konser öncesi yanlış saymadı isem sahnede 120 sandalye vardı.) Onlara baktıkça senfoniyi Leningrad’da çalmak için prova yapan orkestra üyelerini düşündüm. Yaz günü olmasına rağmen açlık nedeni ile soğuktan titrediklerini, üst üste giyindiklerini, bazılarının ikinci kata çıkamayıp birinci katta prova yaptıklarını hatırladım. Bu arada üç sanatçının vefat ettiğini, prova günleri için siperlerden izin alabilmeleri için kendilerine kimlik kartı verildiğini düşündüm. Dirayetli çabalarını saygı ile andım.Konser öncesi Alman top atışı ile konser bölünmesin diye yoğun bir karşı saldırı ile Alman topçularını imha ettiklerini, konseri dinlesinler diye Alman hatlarına kadar kablo döşeyip hoparlör yerleştirdiklerini hatırladım. Konserin bazı yerlerinde özellikle birinci ve dördüncü bölümün sonlarına doğru müzik zirveye ulaştığında ‘acaba Almanlar cızırtılı hoparlörden gelen bu sesi duyunca ne düşünmüşlerdir’ diye ürperdim.Doğa, aşk, sevgi, epik hikayeler türü bir beste yerine ‘bir kentin insanlarının nasıl dayanışma içinde direndiğini anlatmayı seçmesi’ nedeni ile Şostokoviç’e bir daha saygı duydum.CSO konser salonunda tüm biletler tükenmişti. (Hatta son bileti bir arkadaşım için ben almıştım). Protokol içeren konserlerde genellikle gecikme oluyor; bu konser de 10 dakika geç başladı. Heyecanını yenemeyen bir grup seyirci alkışla orkestrayı sahneye davet ettiler.‘Bölüm aralarında alkışla beğenimizi hemen belli etmemiz alışkanlığımızı’ önlemek için güzel, duyulabilir ve anlaşılabilir bir uyarı yapıldı. Birinci bölüm sonunda cılız bir alkış başlangıcı hemen sona erdi ve diğer aralarda devam etmedi.Şef Gergiev daha başlangıçta hak ettiği sevgi ve alkışla konsere başladı. Şef için platform yoktu; Gergiev sağa sola, kemanların önüne kadar giderek elindeki küçük ‘kürdan’la orkestrayı yönetti.Sahne kalabalık olunca bazı solo enstrümanlarını zor bulabildik; örneğin trampet diğer perküsyonlardan ayrı ve bir sıra öne oturduğundan uzun süre sonra yerini bulabildik. Tüm sololar, orkestranın tümü gibi, ruhumuzun derinliklerine işleyecek türden icra edildi.Konser bitiminde tüm salon, ayakta ve coşku nidaları ile uzun süre hakkettikleri alkışı orkestradan ve yönetmenden esirgemedi. Gergiev, öne çıkmadan, orkestra arasına iken solo sanatçılarını ve enstrüman gruplarını ayrı ayrı alkışlattı. Kendisi ise, baktı ki alkışların kesileceği yok, saatini göstererek gülücükler arasında sahneyi terketti.Bir sanat etkinliği, bir konser eğer ertesi günlerde de etkinliğini üzerinizde hissettiriyorsa amacına ulaşmış demektir, diye düşünenlerdenim. Ve 10 Ekim 2023 günü CSO salonlarındaki etkinlik sadece bir konser değil, heyecanımızı ve dayanışma ruhumuzu canlı tutan bir etkinlikti.1945’den bu yana bu etkinliğe emeği geçen herkesi saygı ile anıyorum.
LEVENT TOSUN
12 Ekim 2023, Ankara