Gerçek ile doğru aynı şey değildir.
Gerçeğin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir huyu vardır!
Gerçek, gerçektir! İlla olumlu durumlarla ilgili olacak değildir. Olumsuz pek çok gelişme, icraat ve bunların sonuçları gerçek değil mi?
Bir takım mahalle söylentilerine inanmak yerine, gerçeği en doğru kaynağından öğrenip saptamak düşünsel terbiye gereğidir.
Parlamenter demokratik sistemden “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçiş sürecinde Devlet Sanat Kurumları ile ilgili çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname ile bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin sonuçları konusunda, SANATTAN YANSIMALAR portali olarak, ben ve yazarlarımızından eski CSO Müdürü, beş yıl Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü görevinden sonra 2003 yılına kadar da Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak çalışıp emekliye ayrılan Hüseyin Akbulut ikişer yazı yayımladık. Bu dört yazıyı şu ana kadar toplam 55.129 kişi okumuş.
Bu dört yazının hazırlanmasında da kaynak resmi gazete ile kuruluş maddeleri ortadan kaldırılan 1309 ve 1310 No'lu yasalardı.
Bu yazıların amacı, mahalle dedikodularıyla panikleyen ya da “hiçbir değişiklik yok, her şey eskisi gibi” diyenleri, hattâ ne olup bittiğini tam olarak kavrayamayan kimi devlet görevlilerini de bilgilendirmekti.
İşin özeti “basitçe” ve “yalın olarak” şuydu:
-Cumhurbaşkanı yemin etmeden bir gün önce ama Cumhurbaşkanı'nın onayıyla Binali Yılldırım Hükümeti'nin OHAL kapsamında çıkardığı KHK ile, hem Devlet Tiyatroları hem de Devlet Opera ve Balesi'nin 1970 tarihli özel bütçeli tüzel kişilik olarak kuruluş ve işleyişlerini düzenleyen kanunların “kuruluş”la ve bütçeleriyle ilgili maddeleri kaldırılmış, kanunlar “Personel Yasası”na çevrilmiştir.
-Beş gün sonra Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile her iki kurum yeniden kurulmuştur. Her iki kurum da eskiden olduğu gibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı bağlı kuruluşu haline getirilmiştir. Ama “herşey eskisi gibi” değil, hayatî eksikleriyle… Her iki kurumun genel müdürlüğü için gerekli, “En az 15 yıl mesleğini başarıyla icra etmiş tanınmış sanatçı olma” zorunluluğu kaldırılmıştır. Böylece iki kuruma da herhangi meslekten birinin Cumhurbaşkanı'nca atanabilmesinin yolu açılmıştır.
Düşünsel terbiyemi hiç mi hiç kaybetmeden eski yasadan nelerin kaldırıldığını, bunların sonuçlarının ne olduğunu saptamak için tam iki günümü kararnameleri incelemekle geçirdim.
Mahallelerde dolaşan veya dolaştırılan, “Genel müdürlükler daire başkanlığı olacak” ya da “Meraklanmayın her şey eskisi gibi” söylentilerine hiç itibar etmeden tek bir gerçeği dikkate aldım.
Sadece RESMI GAZETE'de yayımlananları…
Çünkü RESMI GAZETE yalan söylemez, uydurmaz, tahmine dayanmaz, GERÇEKtir. Şu an için her iki kurumun da var olması, beş gün boyunca yani bizim yazıları yayınladığımız dönemde “hukuken” yok olduğu gerçeğini değiştirmez.
Geçenlerde değerli araştırmacı-yazar, OdaTV'nin imtiyaz sahibi Soner Yalçın, DOB Genel Müdür Vekili uluslararası tenorumuz Murat Karahan ile besteci ve uluslararası piyanistimiz Fazıl Say'ın telefonda “Revizyon şart” fikrinde birleştiğini yazdı ve dedi ki: “Aslolan budur; bilenler bildiklerini söyleyip-yazacak; dünyadan örnekler gösterecek ki en doğru yol-yöntem bulunsun…”
Ben de yazımda özellikle, 2002 yılında dönemin Kültür Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Fikret Üçcan'ın yönettiği açılış oturumuna konuşmacı olarak katıldığım,“Devlet Müzik ve Sahne Sanatları Kurumlarının Düzenlenmesinde Çağdaş Modeller” adlı üç gün süren Sempozyum'a atıfta bulunmuştum. Başta 8 ülkeden Avrupa Sanat Kurumları yöneticileri olmak üzere bizim kurumların müdürleri ve sanatçı temsilcilerin katıldığı bu sempozyumun düzenleyicisi de, 16 yıl önce “revizyon”u hayata geçirmek isteyen Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, şimdiki SANATTAN YANSIMALAR yazarı Hüseyin Akbulut'tu.
Bu çalışma kapsamında yurtiçinden müzik ve sahne sanatlarıyla ilgili tüm sivil toplum örgütleri ve sendikalara görüşleri sorulmuş, bunun yanında bir kısmı yurtdışında çalışmış olan 147 araştırmacı, gazeteci, yönetici, orkestra, opera , bale sanatçısı, tiyatro yetkilisi ve oyuncusundan görüş istenmişti. Bu kapsamda 33 yetkili kişi, 26 sivil toplum, konservatuvar, müzik bölümü yöneticisi ve görüş istenen 280 kişi ve kuruluştan metin gelmişti. Hattâ o sırada henüz 30'una varmamış Fazıl Say'ın da bu sempozyuma davetli olduğunu ve kendisinin katılmayıp bir mektup gönderdiğini anımsıyor gibiyim.
Kırmızı kapaklı kocaman bir kitabı da yayımlandı o zaman. Bilmem 16 yıl içindeki Kültür Bakanlığı ve kurum yöneticileri bu kitabı bakanlık kitaplığından çıkarttırıp bir “göz atma” imkanı bulabildiler mi!
Hattâ, kurumların kuruluş yasalarında yapılacak değişikliklerle sağlanacak yenilikler bir yasa taslağına da dönüştürülmüştü ama erken seçim kararı alınıp, iktidarın da el değiştirmesiyle geldik 2002'den taa 2018'e.
Köprülerin altından çook sular geçti. Artık günümüzün GERÇEKleri hayli farklı, koşullar da değişti. Gene de tarihin tekerrürü konusunda örneklere rastlamak mümkün. Geçenlerde Soner Yalçın, bir başka yazısında da Koçi Bey'den nakletti:
“Risalesinde Koçi Bey, Sultan Süleyman zamanında yapılan yanlışları şu başlıklar altında topladı:
–Sadrazam seçimindeki geleneklere uymayarak, hasodabaşı Damat İbrahim Paşa'yı vezir-i azam yaptı. Geleneklere göre vezir-i azamlar yönetim kademelerinde birer birer görev yapıp (sancak beyi, beylerbeyi, Anadolu beylerbeyi, Rumeli beylerbeyi, vezir) en son vezir-i azam mevkiine gelebilirlerdi. Koçi Bey'e göre, Sultan Süleyman'ın kendisinden sonraki sultanlara da kötü örnek olan bu davranışı, devlet yönetiminde zaafa neden oldu. “Zamanla her padişah hususi kullarını ileri çekip, az zamanda vezir-i azam eder oldu. O çeşit kimseler ise dünya ahvalini bilmedikleri halde tazeliğe ve padişahın iltifatıyla mağrur olarak bilgili kimselere sormaya da tenezzül etmediler. Gafletleri son haddinde olmakla alemin düzeni bozuldu.
Bitmedi…
Koçi Bey, “Kanuni Sultan Süleyman zamanı kemali beyanını” şöyle sürdürdü:
– Kızı Mihrimah Sultan'ı Rüstem Paşa'yla evlendirip Paşa'yı vezir-ı azam yaptı. Geleneğe göre padişah damadı olan kişiler saltanat işlerine karıştırılmazdı; ve işi garantiye almak için de İstanbul dışında ikamet ettirilirlerdi…
-“Padişah hasları (fetihlerde yararlılık gösteren komutan vs verdiği toprak) ve mukataalar (geliri hazineye kalan arazi), Vezir-i Azam Damat Rüstem Paşa, çalıştığını göstermek için şeriata aykırı olarak (devlet vergilerinin bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek) iltizama verdi. Namuslu eminler iltizamı kabul etmediklerinden fasık Yahudi eminler eline girerek, mukataa ve padişah hassı köylerin mahv ve harap olmasına sebep oldu.”
- Saray'da başlayan süs ve şöhret düşkünlüğü halka indi. "Bu devlet-i aliyye'deki şöhret ve süs kadar zararı bulaşıcı bir bid'at yoktur."
Sonunda şu satırı yazdı Koçi Bey:
“Bâki emr-u ferman, saadetlû padişahımız hazretlerinindir.”
Sayın Cumhurbaşkanı da bakın atamalar konusunda dün (25 Temmuz 2018) ne demiş:
"Fazla uzun sürmez. 10-15 gün içinde bu yapılanmayı tamamlarız. Bir de bu işin bu sistemde nihai noktası yoktur. Her an her şey olabilir. Bunu bilmeniz lazım. Atanmış olanlar da görevden alınabilir.”
“Beş gün önce kaldırılan sanat kurumlarının yasa hükümleri, bir kısmı çıkarılarak beş gün sonra yeniden getirildi. Boşlukta bırakılan belirsizliklerin nasıl giderileceğinin, daha sonra bu teşkilat hükümlerinde olumsuz anlamda birtakım tasarruflarda bulunulmayacağının güvencesi var mı?
Resmi Gazete'yi izlemeye devam…”
http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/dt-ve-dobgm-hangi-eksiklerle-geri-geldi/1760/
Evet, “doğru okuma” yapmak için RESMİ GAZETE'yi izlemeye devam edelim.
Gerçeğin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir huyu vardır!
Gerçek, gerçektir! İlla olumlu durumlarla ilgili olacak değildir. Olumsuz pek çok gelişme, icraat ve bunların sonuçları gerçek değil mi?
Bir takım mahalle söylentilerine inanmak yerine, gerçeği en doğru kaynağından öğrenip saptamak düşünsel terbiye gereğidir.
Parlamenter demokratik sistemden “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçiş sürecinde Devlet Sanat Kurumları ile ilgili çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname ile bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin sonuçları konusunda, SANATTAN YANSIMALAR portali olarak, ben ve yazarlarımızından eski CSO Müdürü, beş yıl Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü görevinden sonra 2003 yılına kadar da Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olarak çalışıp emekliye ayrılan Hüseyin Akbulut ikişer yazı yayımladık. Bu dört yazıyı şu ana kadar toplam 55.129 kişi okumuş.
Bu dört yazının hazırlanmasında da kaynak resmi gazete ile kuruluş maddeleri ortadan kaldırılan 1309 ve 1310 No'lu yasalardı.
Bu yazıların amacı, mahalle dedikodularıyla panikleyen ya da “hiçbir değişiklik yok, her şey eskisi gibi” diyenleri, hattâ ne olup bittiğini tam olarak kavrayamayan kimi devlet görevlilerini de bilgilendirmekti.
İşin özeti “basitçe” ve “yalın olarak” şuydu:
-Cumhurbaşkanı yemin etmeden bir gün önce ama Cumhurbaşkanı'nın onayıyla Binali Yılldırım Hükümeti'nin OHAL kapsamında çıkardığı KHK ile, hem Devlet Tiyatroları hem de Devlet Opera ve Balesi'nin 1970 tarihli özel bütçeli tüzel kişilik olarak kuruluş ve işleyişlerini düzenleyen kanunların “kuruluş”la ve bütçeleriyle ilgili maddeleri kaldırılmış, kanunlar “Personel Yasası”na çevrilmiştir.
-Beş gün sonra Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile her iki kurum yeniden kurulmuştur. Her iki kurum da eskiden olduğu gibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı bağlı kuruluşu haline getirilmiştir. Ama “herşey eskisi gibi” değil, hayatî eksikleriyle… Her iki kurumun genel müdürlüğü için gerekli, “En az 15 yıl mesleğini başarıyla icra etmiş tanınmış sanatçı olma” zorunluluğu kaldırılmıştır. Böylece iki kuruma da herhangi meslekten birinin Cumhurbaşkanı'nca atanabilmesinin yolu açılmıştır.
Düşünsel terbiyemi hiç mi hiç kaybetmeden eski yasadan nelerin kaldırıldığını, bunların sonuçlarının ne olduğunu saptamak için tam iki günümü kararnameleri incelemekle geçirdim.
Mahallelerde dolaşan veya dolaştırılan, “Genel müdürlükler daire başkanlığı olacak” ya da “Meraklanmayın her şey eskisi gibi” söylentilerine hiç itibar etmeden tek bir gerçeği dikkate aldım.
Sadece RESMI GAZETE'de yayımlananları…
Çünkü RESMI GAZETE yalan söylemez, uydurmaz, tahmine dayanmaz, GERÇEKtir. Şu an için her iki kurumun da var olması, beş gün boyunca yani bizim yazıları yayınladığımız dönemde “hukuken” yok olduğu gerçeğini değiştirmez.
Geçenlerde değerli araştırmacı-yazar, OdaTV'nin imtiyaz sahibi Soner Yalçın, DOB Genel Müdür Vekili uluslararası tenorumuz Murat Karahan ile besteci ve uluslararası piyanistimiz Fazıl Say'ın telefonda “Revizyon şart” fikrinde birleştiğini yazdı ve dedi ki: “Aslolan budur; bilenler bildiklerini söyleyip-yazacak; dünyadan örnekler gösterecek ki en doğru yol-yöntem bulunsun…”
Ben de yazımda özellikle, 2002 yılında dönemin Kültür Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Fikret Üçcan'ın yönettiği açılış oturumuna konuşmacı olarak katıldığım,“Devlet Müzik ve Sahne Sanatları Kurumlarının Düzenlenmesinde Çağdaş Modeller” adlı üç gün süren Sempozyum'a atıfta bulunmuştum. Başta 8 ülkeden Avrupa Sanat Kurumları yöneticileri olmak üzere bizim kurumların müdürleri ve sanatçı temsilcilerin katıldığı bu sempozyumun düzenleyicisi de, 16 yıl önce “revizyon”u hayata geçirmek isteyen Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, şimdiki SANATTAN YANSIMALAR yazarı Hüseyin Akbulut'tu.
Bu çalışma kapsamında yurtiçinden müzik ve sahne sanatlarıyla ilgili tüm sivil toplum örgütleri ve sendikalara görüşleri sorulmuş, bunun yanında bir kısmı yurtdışında çalışmış olan 147 araştırmacı, gazeteci, yönetici, orkestra, opera , bale sanatçısı, tiyatro yetkilisi ve oyuncusundan görüş istenmişti. Bu kapsamda 33 yetkili kişi, 26 sivil toplum, konservatuvar, müzik bölümü yöneticisi ve görüş istenen 280 kişi ve kuruluştan metin gelmişti. Hattâ o sırada henüz 30'una varmamış Fazıl Say'ın da bu sempozyuma davetli olduğunu ve kendisinin katılmayıp bir mektup gönderdiğini anımsıyor gibiyim.
Kırmızı kapaklı kocaman bir kitabı da yayımlandı o zaman. Bilmem 16 yıl içindeki Kültür Bakanlığı ve kurum yöneticileri bu kitabı bakanlık kitaplığından çıkarttırıp bir “göz atma” imkanı bulabildiler mi!
Hattâ, kurumların kuruluş yasalarında yapılacak değişikliklerle sağlanacak yenilikler bir yasa taslağına da dönüştürülmüştü ama erken seçim kararı alınıp, iktidarın da el değiştirmesiyle geldik 2002'den taa 2018'e.
Köprülerin altından çook sular geçti. Artık günümüzün GERÇEKleri hayli farklı, koşullar da değişti. Gene de tarihin tekerrürü konusunda örneklere rastlamak mümkün. Geçenlerde Soner Yalçın, bir başka yazısında da Koçi Bey'den nakletti:
“Risalesinde Koçi Bey, Sultan Süleyman zamanında yapılan yanlışları şu başlıklar altında topladı:
–Sadrazam seçimindeki geleneklere uymayarak, hasodabaşı Damat İbrahim Paşa'yı vezir-i azam yaptı. Geleneklere göre vezir-i azamlar yönetim kademelerinde birer birer görev yapıp (sancak beyi, beylerbeyi, Anadolu beylerbeyi, Rumeli beylerbeyi, vezir) en son vezir-i azam mevkiine gelebilirlerdi. Koçi Bey'e göre, Sultan Süleyman'ın kendisinden sonraki sultanlara da kötü örnek olan bu davranışı, devlet yönetiminde zaafa neden oldu. “Zamanla her padişah hususi kullarını ileri çekip, az zamanda vezir-i azam eder oldu. O çeşit kimseler ise dünya ahvalini bilmedikleri halde tazeliğe ve padişahın iltifatıyla mağrur olarak bilgili kimselere sormaya da tenezzül etmediler. Gafletleri son haddinde olmakla alemin düzeni bozuldu.
Bitmedi…
Koçi Bey, “Kanuni Sultan Süleyman zamanı kemali beyanını” şöyle sürdürdü:
– Kızı Mihrimah Sultan'ı Rüstem Paşa'yla evlendirip Paşa'yı vezir-ı azam yaptı. Geleneğe göre padişah damadı olan kişiler saltanat işlerine karıştırılmazdı; ve işi garantiye almak için de İstanbul dışında ikamet ettirilirlerdi…
-“Padişah hasları (fetihlerde yararlılık gösteren komutan vs verdiği toprak) ve mukataalar (geliri hazineye kalan arazi), Vezir-i Azam Damat Rüstem Paşa, çalıştığını göstermek için şeriata aykırı olarak (devlet vergilerinin bir bölümünün belli bir bedel karşılığında devlet tarafından kişilere devredilerek) iltizama verdi. Namuslu eminler iltizamı kabul etmediklerinden fasık Yahudi eminler eline girerek, mukataa ve padişah hassı köylerin mahv ve harap olmasına sebep oldu.”
- Saray'da başlayan süs ve şöhret düşkünlüğü halka indi. "Bu devlet-i aliyye'deki şöhret ve süs kadar zararı bulaşıcı bir bid'at yoktur."
Sonunda şu satırı yazdı Koçi Bey:
“Bâki emr-u ferman, saadetlû padişahımız hazretlerinindir.”
Sayın Cumhurbaşkanı da bakın atamalar konusunda dün (25 Temmuz 2018) ne demiş:
"Fazla uzun sürmez. 10-15 gün içinde bu yapılanmayı tamamlarız. Bir de bu işin bu sistemde nihai noktası yoktur. Her an her şey olabilir. Bunu bilmeniz lazım. Atanmış olanlar da görevden alınabilir.”
***
15 Temmuz 2018 tarihli yazımın sonunu şöyle tamamlamıştım:“Beş gün önce kaldırılan sanat kurumlarının yasa hükümleri, bir kısmı çıkarılarak beş gün sonra yeniden getirildi. Boşlukta bırakılan belirsizliklerin nasıl giderileceğinin, daha sonra bu teşkilat hükümlerinde olumsuz anlamda birtakım tasarruflarda bulunulmayacağının güvencesi var mı?
Resmi Gazete'yi izlemeye devam…”
http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/dt-ve-dobgm-hangi-eksiklerle-geri-geldi/1760/
Evet, “doğru okuma” yapmak için RESMİ GAZETE'yi izlemeye devam edelim.
***
SANATTAN YANSIMALAR okuruna bir ayrıntıyı açıklamak istiyorum. Yazarlarımızın köşe yazılarını çeşitli “mahalleleri” ve sanat camiasını haberdar etmek için sosyal medya gruplarında paylaşıyorum. Paylaşan benim, paylaştığım yazı ise bir yazarımızın… Kimileri o yazıları da ben yazdım zannediyorlar. Bu yanılgıya meydan vermemek için, köşe yazarı başlığının yanı sıra, yazının sonuna da bakmak gerek, çünkü yazarın imzasını oraya da ayrıca yerleştiriyorum.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
25 Temmuz 2018