Araştırma, dinleme ve yazmaktan okumaya daha az vakit kaldığı için, kitapları ilgi alanlarım içinden seçiyorum. Yayınlanan yerli bir romanda, yazarın bir Türk kadın orkestra şefini başkahraman olarak kullandığını duyunca, Funda Özyurt'un “Sen Duyarsın Sustuklarımı” başlıklı kitabını okumaya karar verdim. Yazarı araştırdığımda, karşıma “Spor Yöneticisi, Antrenör, Sporcu, Yönetmen, Yazar, Jonglör” nitelendirmeleriyle açılmış bir instagram hesabı çıktı. Araştırmayı derinleştirince özetle şu bilgilere eriştim: Aslen Karadenizli olduğu anlaşılan, 1972 İstanbul doğumlu, İstanbul Üniversitesi'nde okumuş, öğrenciyken TRT'de çalışmaya başlamış, çeşitli özel televizyon kanallarında film yönetmenliği, tanıtım müdürlüğü yapmış, belgeseller çekmiş, şiir kitapları ve bir romanı yayımlanmış. Türk Spor Vakfı'nın kurucuları arasında yer almış. Son olarak da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın internetteki çocuk eğitim kanalı “Mimi ve Dore”nin yapımcısı. Kapalı salonda çocuk konserleri başlayabildiğinde, sunuculuk yapacağını da öğrendim.
Yazar önsözünde 2014'ten itibaren Türkiye'ye orkestra yönetmeye gelen tüm kadın orkestra şefleriyle sohbetler ederek yaşam öykülerini dinlediğini, provalarını izlediğini, bu şeflerin “samimi duygularla bir kadının şeflik kariyerindeki zorlukları ve kendi geçtikleri patikaları aktardıklarını” söylüyor. Verdiği isimler, CSO'ya gelen kadın şefler Marzena Diakun, Natalia Ponomarchuk ve Chloe van Soeterstede.
Bu kadın şeflerin özgeçmişlerinde hiç Viyana Filarmoni Orkestrası'nı yönettikleri hakkında bilgi bulunmuyor ama Özyurt'un kahramanı orkestra şefi Tülin, bu köklü orkestrayı , solistliğini timpanide eşi Dinçer'in yaptığı, kendi bestelediği yapıtın dünya prömiyerinde, üzerinde kırmızı frakıyla yönetiyor. Romanın ikinci kahramanı da adını, kendisinin izniyle CSO'nun timpani grup şefi Dinçer Özer'den almış. Diğer kahramanlar, Tülin'in annesi, kızkardeşi, ağabeyi, yengesi, yeğeni ve ilk eşinden oluşuyor.
Yazar, konunun akışı içinde gerekli olan tıbbî, cerrahî konularda biri acil tıp uzmanı olan kuzeni, diğeri genel cerrah olan spor arkadaşından destek almış. Akışta geçen uzakdoğu dövüş sporlarından esinli kavramlar, zaten kendi bilgisi içinde bulunuyor olmalı. Bazı maddi veya yazım hataları var, örneğin daha birinci sayfada Viyana Filarmoni Orkestrası'nın sürekli konserlerini verdiği binanın adı ingilizce-almanca karışımı “musicverein” olarak yazılmış, oysa “musikverein”dır. Müzik ve konserle ilgili bölümlerde yazarın çok fazla ansiklopedik bilgiyi de anlatımı içine aldığı dikkati çekiyor.
Tülin ile Dinçer'in öyküsünü ve olayların arka planını, uzun olmayan başlıklandırılmış bölümler halinde anlatan yazarın dili, seçtiği sözcükler, hayli “melez” olarak nitelendirilebilir. Eski-yeni, günlük-teknik, edebî gibi bir özeni olmadığı, bazen yabancı dilden, bazen osmanlıcadan sözcükleri, uzun cümleleri içinde çekinmeden kullandığı, bazı betimlemelere değişik bölümlerde tekrarlayarak yer verdiği görülüyor.
Örneğin, son dönemde özellikle spor programları yorumcularının dili nedeniyle politikacılara kadar yayılan, “için” sözcüğü yerine aslında “bir kişinin namına, hesabına, yerine” anlamına gelen “adına” kullanımına sıkça rastlıyoruz. Benzeri biçimde, “nedeniyle” veya “sebebiyle” yerine “şundan sebep-bundan sebep” türü kullanımlara sıkça yer veriyor. Bazen yerine oturmasa ve tam karşılığını bulmasa da,“yoğun” yerine “kesif”, yazarın yeğlediği sözcükler arasında. Tıpkı “naif” benzetmesini, “asenkron” nitelendirmesini sıklıkla kullandığı, kahramanların sıkça “derin bir nefes alması” ve “dudaklarını ısırması” gibi... Belki de yazarın bazı dilsel ve davranışsal takıntıları bunlar.
Aslında tüm öykünün amacı, belli ki insanlar arasında, hele aile bireyleri arasındaki iletişimin yeterli ve doğruluğunun önemini vurgulamak. Öykünün akışı içinde kişilerin bilinçaltları dışa vuruluyor, aile sırları, kişilerin ayrı ayrı kendilerine sakladıkları gizler açığa çıkıyor. Yazar, kahramanlarından birine gizli şiirler yazdırarak, kendi şairlik yönünü de sergilemiş oluyor. Tüm bunlar, çoğu kahramanın sıkça döktükleri gözyaşlarıyla ıslanarak gelişiyor. Bu yönüyle hayli sulugözlü bir roman olarak nitelendirilebilir. İlişkiler içindeki gizemlerin yavaş yavaş çözülmesi, okurda yeterli merakı uyandırıyor ve romanın sonuna kadar okunmasını sağlıyor. Aile içi iletişimsizliğin ve gizliliklerin nelere yol açabileceğini sergileme amacına da ulaşıyor.
Kitabın “Sen Duyarsın Sustuklarımı” adı, iletişimsizliğin yol açtığı psikolojik sorunları ve sonuçlarını temsil ediyor. Sonuçta tüm kahramanların susarak içlerine attıkları, bir bakıma tüm aile tarafından duyulmuş oluyor.
HİÇ Yayınları etiketiyle yayımlanan kitapta en büyük eksiklik, yazarın özgeçmişiyle ilgili hiç bilginin yer almaması. Oysa matbaacı deyimiyle “formanın tamamlanması” mümkün, dört boş sayfa var kitabın en arkasında. Kitabın başlangıcında yer alan notunda yazar “Verdiğim eğitimlerde sıkça dile getirdiğim gibi” diyor. Ama kitapta bir özgeçmişi bulunmadığı için ne eğitimi verdiğini anlamak, önceki yayımlanmış yapıtları hakkında bilgi edinmek okur bakımından mümkün değil. Bu yazarın mı, yoksa yayınevinin veya editörün mü tercihidir? Hangisi olursa olsun, önemli bir eksik.
Bir de yetersizlik var, kitabın kapak tasarımı hayli amatörce. Bilgisayarda birkaç basit çizim programıyla çalışan bir heveslinin, simgeci seçimleriyle ortaya çıkmış ve bunca emeğin ürünü bu romana “HİÇ” yakışmamış bir tasarım.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
14 Haziran 2021, Kaş
Sen Duyarsın Sustuklarımı, Funda Özyurt, Roman,
HİÇ Yayınları, İstanbul 2021,
Karton Kapak, 13.5x21 cm, İkinci Hamur, 248 Sayfa,
Liste fiyatı 39.00 TL, İnternette ortalama 28.00 TL