Ferit Edgü Ustayı da 22 Temmuz 2024’te, 88 yaşında yitirdik.
Yazın yaratısı özlü, özgün, yalın, çağrışım yüklüdür. Ender yazarda görülen bir çokboyutluluk taşır yapıtları ve yaşamı. Resim ve seramik alanlarında da yetkindir. En siyasal öz taşıyan izlekleri bile yazın anlayışından, sanatından ödün vermeden kalıcılaştırmıştır. Hakkâri’de Bir Mevsim adıyla sinema filmi de yapılan O adlı romanı da böyledir. 1964 yılında öğretmen asker olarak Hakkâri’de yaşadığı dönemi 1976 yılında yazar.
Türk yazınında Demir Özlü, Ahmet Say, Muzaffer İlhan Erdost, Ferit Edgü tanıklıklarını yapıtlaştırmış yazarlarımızdır. Ferit Edgü’nün O’daki anlatı kişisi kendini kazazede bir gemi kaptanı sayar. Gemisi batmamıştır ama karaya oturmuştur. Roman boyunca deniz, gemi bir imgedir, büyükkenttir. Yer sarp, çıplak, kar altında bir dağın eteğidir. Her yer kar… Hak, Hakkâri. Öyle küçük ki her anlamda yabancı O, kentte hemen ayrımsanıyor ve Vali O’nu çağırtmak üzere adam yolluyor. Vali egemen olduğunu sanan ama hiçbir nen bilmeyen bir buyurgan.
“Dur, gitme, niçin yazdığını söylemeden bana, bir yere gidemezsin.
Söyleyeceğim, dedim. Söyledikten sonra gideceğim.
Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu.
Kendimi kurtarmak için yazıyorum.
Dilekçeleri de mi?
Evet, özellikle dilekçeleri.
Şaşkınlığı daha da artmıştı.
Ama onun şaşkınlığını seyretmek için gelmemiştim kente. Ne
de sorularını (gerçekten) cevaplamak için.
Kapıyı açıp çıktım.
Çıktıktan sonra da dönüp kapamadım kapıyı.
Açtığım kapıyı bir kez de başkaları kapasın, dedim içimden.” (s. 189)
Han, kahve, aşevi, hükümet konağı var. İlköğretim müdürü ile mantık-felsefe… öğretmeni bir odadalar. Öğretmen genellikle demir masasında uyukluyor.
Süryani kitapçı gizemli, derinlikli insan. Bir anda başlayan sağanak O’nu kitapçı dükkânına, Süryaninin karşısına itmiştir. Güzel rastlantıdır. Kitapçı seçimi kendine bırakılan on eski, deri kaplı elyazması kitabı paketler. Bir de tılsımlı mühür ile harita! Öğretmen ödemek istese de geri getirdiğinde ödeyebileceğini söyleyerek almaz.
Pir köyünün öğretmenidir. Yirmi bir öğrencisine öğretmek için çırpınır. Pırıl pırıl, dünya güzeli yoksul çocuklar. En güçlü engel dil. Öğretmen kendi dilini öğretirken, onların dilini de öğrenmeye çalışır. Birkaç sınıf, tüm sınıflar bir aradadır. Köyde okul hiç olmamıştır; bir damı temizler, sıra, oturak, karatahta yaparlar. Çocuklar umuttur, gelecektir.
Ne ki bebeler arasında bir salgındır başlar; ölümcüldür. Öğretmen köyündeki bebeye yetişemez; ölmüştür. Başında gözyaşını engelleyemez. Toprağa köylüyle birlikte verirler. Diğer köylerden de ölüm haberleri gelir. Öğretmen valiye de Ankara’ya, Sağlık Bakanlığına da dilekçe yazarsa da sonuç alamaz. Ankara’nın yanıtı gülünçtür ama gülünemez tabii. Bahar geldiğinde sağlık ekibi yollanacağı bildirilmektedir yanıtta! Öyle de olur.
Eğitimini özenle sürdürür Öğretmen. Çocuklar ortak sözcükleri bulmakta geliştirmektedirler.
Yalnızlık, her yönden açlık. Kadınsız, eşsiz zamanlar.
Otlu peynir, çay, kuru yufka ekmeği…
Mektuplar gelir Öğretmene, daha ilk günlerden. Sevgiliden, düşünürden, dosttan… Hiçbirini tanımaz, çıkaramaz. Tutar tümüne ortak yanıt mektup yazar.
Sık sık okura seslenir yazar. Okuru yapıtın, ortamın içine alır. Özüyle konuşur. Düşün, sorular… Haberci Ramazan, muhtar.
“Erkeklerin gözleri sürmeli. Kadınların gözleri sürmeli. Kulakları
ve burunları küpeli. Alınları dövmeli.” (s. 171)
Halit ile Seyit ilginç kişilikler. Seyit salgında ölen bebenin babasıdır, öldüğünde köyde değildir. Ağladığını öğrenmiştir bebenin başında. Üzgündür, Öğretmene gelir, gönül borcunu dillendirir. Yeni bebesine O’nun adını verecektir.
Halit, muhtarın ikinci eşi Zezi’nin kardeşidir. (Muhtar yeni evlilik peşindedir). Halit, köyün dışında bir yere taştan ev yaptırmaktadır. Birkaç ay hapse düşüşü yapımı geciktirmiştir. Hapse, ağanın buyruğunu yerine getirdiğinden, iki Acemi (İranlı), sınırdan geçirirken bir diğer kişiyle birlikte, tabanca kurşunuyla öldürmelerindendir. Öldürülenlerin heybeleri ağaya getirilmiştir. Kanıt yoktur. Öğretmen, ahbaplık kurduğu Halit’e oyunsu sorular sorarak konuşturur. Bilmemesine karşın, gerçeği biliyormuşçasına davranır. Halit müthiş tedirgindir. Atalarından buyana ailecek ağaya bağlıdırlar, tabidirler.
“Anamı da bilmedim. Zazi 'ye benzermiş.
Beni Ağamızın anası emzirmiş. Ağamla böylece süt kardeş oluruz.
Ağamın kapısında büyüdüm ben.
Muhtara Zazi'yi Ağam verdi.
Bu durumda, benden isteneni nasıl yapmam?
Nasıl soru sorarım,
Nasıl niçin derim?
Nasıl ben yapamam derim?
Her denileni yaptım.
Çünkü yetim büyüdüm.
Ve beşikten beri borçlu.” (s. 161)
Kitap şiir romandır. Diyaloglar da dizelerden oluşmaktadır. Yoğundur, çağrışım, çağrışım.
Günlerden bir gün, kar, buz çözülürken müfettiş gelir. Artık dilediği yere gidebileceğini, okulun bu dönem bittiğini bildirir. O, denli yansıtmamaya, yapıtı kedere boğmak istemese de hüzünlü bir vedalaşmadır… Çocuklarla son dersi kırda dolaşarak yapar… Bir at ve bir katır dönüş yoluna düşer.
“…ben de bu arada karada yaşamayı öğrendim, karada da, dağ başında da, başka insanlarla da, kötü beslenerek de, bebelerin ölümünü görerek de, ölmeden, çıldırmadan da yaşanılabileceğini öğrendim, bu arada onların dillerinden sözcükler öğrendim, koyunlar nasıl doğurur, kurtlar nasıl köye iner, köpekler nasıl ısırır, bunları öğrendim. Bu arada ben de öğrendim sürgünde nasıl yaşanır, ben de bu arada öğrendim bütün bir kış boyu, sıfırın altında yirmi beş dereceyi bulduğunda soğuk, nasıl donmaz insan, nasıl dayanır. insan kendi soluğuyla nasıl ısınır, bunu öğrendim, nasıl kendisiyle konuşur insan, nasıl dertleşir, nasıl öyküler uydurur, bu arada ben de öğrendim yaşamın önceden belirlenmiş, ezberlenmiş bir biçimi olmadığını, yalnız denizlerde yaşanmadığını, denizlere belki bir daha dönmeyeceğimi, bu arada ben de öğrendim sessizliğin sesini, ezikliğin, çaresizliğin, başeğişin, yokluğun eşiğini, bu arada ben de öğrendim. “ (s. 202, 203)
Kederden allak bullakken bir bakar ki atı çeken Halit’tir.
Önce korkar, epey yol alır, bir yara gelirler. Halit’ten zarar gelmez, Halit dosttur… Halit simgesel tekneyi onarmıştır. Evi bittiğinde çağıracağını deyince, Öğretmen, iki eli kanda olsa geleceğini söyler.
Ha, Süryani kitapçı mı?.. “Genç”ler tüm kitaplarını dükkânın önünde yakınca ailesiyle oradan bilinmeyen bir yere kaçar.
“Ne yapacak, diz çöküp yalvarmaya başladı, Yakmayın kitapları,
yakmayın kitapları, hepsini size veriyorum, okuyun onları,
h iç değilse okuduktan sonra yakın, dedi. Ama kimse dinlemedi.
Biz de, gençlerden korktuğumuz için yardımına koşamadık.
Süryani, dizlerini döve döve evine gitti. Ertesi gün
öğrendik ki, çoluğunu çocuğunu, karısını alıp sabah karanlığında
göçmüş kentimizden.” (s. 187)
O / Hakkari’de Bir Mevsim, Ferit Edgü, Ada Yay., 1990.
GÜNAY GÜNER
26 Temmuz 2024, Ankara