Osmanlıdan alınan kalıt bir yanda sarayın ve çevresinin şatafatı uğruna savrulan servet, bir yandan da yine aynı amaçla yaban topraklarda bırakılan, geri dönemeyen, canlarından olan Anadolu, Türk halkıdır. Ve dolayısıyla eğitimsiz, kültürsüz bırakılmış, yalnızca açlığının, canının derdine düşmüş, düşürülmüş yığınlar (Ebubekir Hazım Tepeyran, Küçük Paşa). Bu insanların önemli bir bölümü sezgi yoluyla da olsa gerçeğe ulaşan bilince sahipti. Yurtsever köylünün başlıca birikim alanı sözlü kültür ve Horasan erenlerinin yüzyıllar içinde yaratmayı başardığı ilkelerdi. Bu gerçeğe pek değinen olmaz. Öte yandan Tanzimat aydınları, Meşrutiyet dönemleri hareketleri, Jön Türk, İttihat ve Terakki eylemleri yeni bir dönemin direnç noktalarını oluşturmakla beraber, bu çabalar dizgeli (sistemli), planlı değildir. Çoğunlukla hedefi Osmanlıyı, İslamı kurtarmak olarak ortaya koyan oluşumlardır. Önemlidir, belirleyici değildir. Sonuca ulaştıran yoktur. Meşruti monarşinin kurumu Meclisi Mebusan adeta birleşmiş milletler gibidir. Kimin nereye çalıştığı hem bilinir, hem umursanmaz. Geleceği sultanın iki dudağı arasındadır. İsmail Mahir Efendi gibi ülkü sahibi, yararlı işler düşünen kişiler seslerini duyuramaz…
İki büyük cephede, hem sultanın efendi-kul buyurganlık düzenine, hem de sultanın “misafirlerim” dediği işgal ordularına, emperyalizme karşı eşzamanlı verilen, Bilge İnsan Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Bağımsızlık Savaşı başarıldı. Atatürk, anlayanı çok az olan, yalnız insandı ama tepeden tırnağa devrimciydi. 1915’te bile Çanakkale’de Bolşevik Devriminin önünü açan Atatürk, devrim ve ulus yapıcısı önder, o denli yalnızdı ki ölür ölmez en yakınında gözükenler de birkaç kişi dışında, devrime sırt dönerler.
Kültüre dönelim. Türk Devrimi her şeyden önce kültür devrimidir. Yeni insanın, yeni toplumun, ulusun yaratılması zorunluydu. Kimilerinin çarpıtmaya çabaladığı gibi dayatma değildir; ezilen sınıfın yaşam sevincine kavuşmasıdır, bilinç kazanmasıdır. Gazi, daha savaş sürerken ilk Maarif Kongresini (1921) yapmakla büyük öngörüsüyle eğitimimizin durumunu belirlemişti. Yine aynı dönemde Anadolu Medeniyetleri Müzesini (1921) kurmuştu. Osmanlıdan alınan okur (yazar değil) oranı iyimser hesapla %7’dir. Çevreninin genişliğine hayranlık duyulmaz da ne yapılır…
Millet mektepleri (ulus okulları), eğitmen kursları, köy enstitüleri, halkevleri, dergiler (halkevi dergileri, köy enstitüleri dergileri, Kadro, Ülkü…), Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara Üniversitesi, Ziraat Okulu, Türk Dil Kurumu (TDK), Türk Tarih Kurumu (TTK), Tercüme Bürosu… Bu kültür kurumlarına bugün olsa “Efendim, şu şu acil ihtiyaçlar dururken…” diye başlayan (onlar gereksinim sözcüğünü kullanmaz) tümcelerle gereksiz gözüyle bakılır; eminim. Peki yalnızca kültür kurumları mı? Lozan Antlaşması, kapitülasyonların lağvı, kabotaj, Kayseri Uçak Fabrikası, tarım destek kurumları, üretim araştırma enstitüleri, Sümerbank, Etibank, finans kuruluşları, Türkiye’yi boydan boya kat eden Devlet Demiryolları, deniz yolları, Montrö Boğazlar Antlaşması … Ancak büyük devrimciler bu kısa sürede (15 yıl) çok ve büyük işler yapar!
Unuttuklarımızın olması kaçınılmaz. Yapılan işler o denli çok ki…
Hasan Âli Yücel’in Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç’un (Tonguç Baba) İlköğretim Genel Müdürü olduğu dönemde, Türkiye’nin 21 yerinde köy enstitüleri kurulurken, eşzamanlı olarak, Tercüme Bürosu yapısı içinde yaklaşık 500 Doğu-Batı klasik yapıtının çevrilerek, köy enstitülü öğrenci kızın heybesine kadar ulaşmasının sağlanması, bu kitapların enstitülerde incelenerek sunumlar yapılması, antik oyunların oynanması olağanüstüdür, heyecan vericidir, yeryüzünde benzeri yoktur; bunu rahatça savlıyorum. Enstitülerde bu özgürlükle yetişenlerden yüzün üzerinde yazar ülke kültürüne yön verdi. Aralarında bilimciler, diyasacılar da vardı. Yurtsever, yürekli.
Sevgili A. Celal Binzet Öğretmenimin ayrıntıyla anlattığı Anadolu ressamları uygulaması apayrı güzelliktir; resmimize büyük katkısı vardır. O güne kadar sanat, giderek resim Türkiye’ye girmemiştir. İlk kez köy gerçeği tüm nesnel açıklığıyla tuvallere yansıdı. Bunu devrim kültürü siyasası yaptı. Anadolu’ya gönderdiği ressamların tablolarını satın aldı. Plastik sanatlar akımlar, kişisel sergiler biçiminde sürdü.
Kültür treninden acaba kaç kişinin haberi vardır? (Belki yanlış bir soru, bilgisizliğime verin). Cumhuriyetin kurucu devrim kadrosu bir treni kültür treni olarak düzenler. İçinde sinema, kitap, müzik, resim, fotoğraf… vardır. Demiryolu üzerinde her istasyonda durup kültür gösterir, anlatır (İsmail Hakkı Tonguç’un yapıtları ve Ferit Oğuz Bayır, Köyün Gücü).
Çağdaş anlayışla yapılandırılan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (1932) çoksesli müziğimizin öncüsüdür. Suna Kanlar, İdil Biretler, nice kadın erkek orkestra şefleri, müzikçiler yetişti, tümü yüz akımızdır. Altyapıyı oluşturan Ankara Devlet Konservatuvarı 1940’ta Bakan Yücel tarafından kuruldu. Atatürk, Türk ulusunun müzikte algı gücünün artmasını, seçiciliğinin oluşmasını çok istiyor ve bunun kurumlarını yaratıyordu. Osmanlıda, ortaoyunu ve Karagöz-Hacivat düzeyini geçemeyen tiyatro Cumhuriyetle çağdaş oyun dünyasına girdi. Muhsin Ertuğrul’u, Bedia Muvahhit’i, emek veren o eşsiz öncüleri saygı ve sevgiyle anıyorum. Ankara Sanat Tiyatrosu, Devlet Tiyatroları, Dostlar Tiyatrosu vb. güzel ülkülü tiyatrolar bu temel üzerine yükseldi. Kerim Afşar, tanıma şansına eriştiğim usta sanatçı. Tiyatronun, sanatın onurunu yükseğe taşırken, “Atatürk Kerim” diye anılacak düzeyde devrimci bilince sahipti; Söylev’i okudu, sesiyle kayıtlandı.
Opera, bale de böyledir. Dünyanın seçkin yaratıları Türk sahnesinde gösterim olanağına kavuştuğu gibi Türk besteciler besteler yapmışlardır (Adnan Saygun).
Sinema Cumhuriyetle atılımdan atılıma koştu. Sinema oyuncularından kimileri Cumhuriyete dudak bükse de gerçeği değiştirmek olanaksızdır. O havaya kaldırdıkları ödül yontularının dayanağı Cumhuriyettir.
Yazın akımlarının Cumhuriyetle birlikte doğması ve hareketlenmesi anlamlı değil midir? Garip (Birinci Yeni), İkinci Yeni, Toplumcu Gerçekçi… Roman, öykü, şiir, oyun… Sanat özgürlüktür. Cumhuriyet özgürlüktür, aydınlanmadır, laikliktir. Tercüme Bürosuna çevri yapanlar arasında Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Burian, Sabahattin Eyuboğlu… da vardır. Hikmet, Afşar, Ertuğrul dosttur. Daha niceleri. Sabahattin Ali çevirmen olarak iş bulabilir, çalışır. N. Hikmet film de çeker. Kuvayımilliyenin destanını yazar. Emin Türk Eliçin bile çalışabilir, geçimini sağlar… Atatürk’e kinli, iftira kusan kalem Dr. Rıza Nur (Latife Hanımın, Halit Ziya Uşaklıgil’in akrabası) Lozan görüşmelerinde ikinci delegedir. (Eğer çok neyi istemiyorsam bugünle kıyaslar mısınız?).
Peki sonra ne oldu? Ne olduğu Atatürk’ün yaşamını yitirmesiyle ilgilidir. O güne dek bir biçimde renk vermeyen ağa-tefeci-dinci-yayılmacı güçbirliği devrimin, özgürlüğün önüne tüm gücüyle dikildi. https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/bilsay-kuruc/savastan-sonra-bize-hicbirini-yaptirmayacaklardir-1934046
Bilsay Kuruç Öğretmenimin belgelediği gibi dönemin tarım bakanı Hıfzı Raşit Hatipoğlu hazırladığı yasa tasarısıyla “bağımsız çiftçi”yi yaratmayı, onlara toprak dağıtmayı amaçlıyordu. Devrim karşıtı güç birliğinin bağımsız, eleştirel, yeni insana katlanması olanaksızdı. Başta Kinyas Kartal olmak üzere mütegallibe takımı bu gerçeği itiraf ediyorlar, gizlemiyorlar. Onlara çarpıtılmış din-ırk, yani bağnazlık karanlığına batırılmış, oy deposu, sözde demokrasi kaynağı kitleler gerekiyordu; onu yaptılar. Yayılmacılar desteklerini hiç esirgemediler. Tümü belgelidir.
Ne ki Cumhuriyet mayası çok derinlere uzanmaktadır. Yaşanan kötülükler Cumhuriyetçiler için olumsuz da olsa deneyimdir. Kolay olmayacaktı, olmadı. Atatürk bugünleri görüyordu. Düştüğü yerden kaldıracağımızı, ulusça özgürlüğümüzü yeniden kuracağımızı da biliyordu.
“Cumhuriyet en büyük bayramdır” 100. yaşı kutlu olsun!
GÜNAY GÜNER
27 Ekim 2023, Ankara