Uluslararası alanda başarılarıyla tanınan tenor Murat Karahan, aylık MAG Dergisi'in sorularını cevaplandırdı. Bu söyleşiyi, alanımızı ilgilendirmesi nedeniyle yayımlıyoruz.
İçindeki sahne aşkı nasıl başladı?
Zaten çocukluğumdan beri şarkı söylüyordum, annemin babamın ve ablamın da sesi çok güzel. Hatta yeğenimin de çok güzel sesi var ve üç yaşından beri opera izliyor belki onu da operacı yapacağız. Benim aklımda profesyonelce yapmak yoktu aslında operayı ama okul mezuniyetimden sonra annemin zoruyla konservatuara girdim. Adlında o zamanlar mesleki kaygılarımdan dolayı annemle çok tartıştım ama şimdi ellerini öpüyorum, çünkü hayatta yapabileceğim en iyi mesleği yaptığımı düşünüyorum. Meslek seçimlerinde çocuklara karışılmaması gerektiğini söylerler fakat bence bazı durumlarda karışmak gerekiyor. Çünkü 17-18 yaşlarında yeteneklerinin ve mesleğinin sana neler getirebileceğinin pek de farkında olmuyorsun. İyi ki bana karışmışlar diyorum şimdi...
Sanat dünyasına girdikten sonraki hedeflerin neler oldu?
Konservatuarda bizleri zaten tenor olarak yetiştirdikleri için mezun olduktan spnra direk Ankara Operası’na girdim ve şu an orada 14. yılım doldu.
Kariyer yolculuğunda yurt dışı macerası İtalya ile başlamış. Bu süreçleri dinlesek biraz…
Yurt dışına eğitim almak için gittim ve burada sanatıma başladıktan sonra işi profesyonel olarak yapmam gerektiği için Roma’da Santa Cecilia Akademi’de dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sopranolarından Renata Scotto ve Bruno Calli gibi isimlerle çalıştım. Avrupa’daki ilk adımım Letonya Ulusal Operası ile başladı ve 5 yıl içerisinde dünyanın en büyük operalarında sahne aldım. Hala da almaya devam ediyorum.
Sizce Santa Cecilia Akademi’deki eğitim olmasaydı kariyerinde bu kadar hızlı bir yükseliş gerçekleşir miydi?
Onu bilemem tabii ki ama Roma’ya gidişimle birlikte vizyonum ve yaptığım işe bakış açım çok değişti. Sanatımı daha evrensel düzeyde geliştirdim. O zaman da dünya standartlarına ulaştım. E tabii bir de Allah vergisi yetenek olunca Avrupa’nın da tercih ettiği bir tenor oldum.
Türkiye’de ve yurt dışında opera sanatçılarına verilen destekler arasında ne gibi farklılıklar var?
Türkiye’de çok ciddi bir opera izleyicisi var. Bizdeki sıkıntı sadece, sanatın basına yansımıyor olması. Devlet de halk da çok destekliyor.
Peki pop şarkıcıları gibi çok daha kolay yoldan şöhret olmak cazip gelmedi mi hiçbir zaman?
Benim konservatuardaki 1. yılımda Şahin Özer albüm yapmayı teklif etti. 1 sene okulu dondurup albüm yaptım ve onu da tatmış oldum. Fakat sonrasında popçu olmak yerine, okulumu bitirip operaya devam etmek istediğime karar verdim. Bugün baktığımda ne kadar doğru bir karar vermiş olduğumu anlıyorum.
Opera dışında Türkü, Türk Sanat Müziği gibi müzikler de seslendiriyorsun. Buna dışarıdan nasıl bir tepki geliyor?
Biz Limak Filarmoni Orkestrası’nı kurarken birtakım kalıpların dışında olmak istedik; çok sesli müzik yapmak için yola çıktık, önemli olan çok sesli müzik yapabilmektir. Limak Filarmoni Orkestrası gün gelecek dünyaca ünlü Orkestra Şefi Barenboim’i getirip Şostakokoviç de çalacak, gün gelecek Zeki Müren şarkıları çalacak. Müziğe ve kendi yerli ezgilerimize katkıda bulunacağız.
Türkiye’nin ve yurt dışını eğitim tarafını değerlendirirsek ikisi arasında farklılık var mı?
Tabii ki var, fakat ben temel eğitimimi burada çok güzel bir şekilde aldım. Türkiye’de konservatuarlarda çok doğru bir müzik eğitimi yapılıyor. Fakat şöyle bir gerçek var; örneğin siz İngiliz bir şarkıcısınız İngiltere’de konservatuarda Klasik Türk Musikisi üzerine eğitim veriliyor, tabii ki Türkiye’deki eğitim gibi olmaz. Benim yaptığım sanat da %70 oranında İtalyan sanatı ve seslendirdiklerim İtalyan eserleri. Bu yüzden bunları en iyi onlardan öğrenebilirsiniz.
İtalya'da rekabet çok büyük. Orada sahne alıp başarılı olabiliyorsanız dünyada hiç kimsenin sizi sorgulama şansı kalmıyor, çünkü öyle bir seyircisi var ki söylediğin operayı karşında ezbere söylüyor, hata yapma şansın yok. O yüzden İtalya'da başarılı olursanız size her yerde kapılar açık.
Hayalini kurup henüz ulaşamadığın bir opera sahnesi var mı?
Hemen hemen hepsinde sahne aldığım için bu dakikadan sonra benim için en önemli olan şey; bu başarının devamlı ve kalıcı olabilmesi. Hayatımdaki en büyük hedefimi soracak olursanız evlenip çocuk sahibi olmayı çok istiyorum.
Yurt dışında Türkiye'yi temsil ediyorsun ve bu çok büyük bir sorumluluk. Peki Türkiye olarak ne kadar destekliyoruz?
Onu ben söylemeyeyim. Bu konuda öz eleştiri yapılmasını tercih ediyorum. “Murat Karahan Türkiye'de ne kadar ilgi görüyor?” sorusunu basınımıza sormak lazım. Bizi köşesine taşıyan tek kişi Hıncal Uluç, onun dışında basından pek fazla ilgi göremiyoruz maalesef.
Sanatçı ruhunuzu ortaya koyarken aşktan besleniyor musunuz?
Aşk her şeyi besler zaten, yalnızca sanatı değil ki… Aşksız hiçbir şey yapılmaz…
Boş zamanlarını nasıl değerlendiriyorsun?
Boş zamanım olmuyor genelikle. Gece hayatına düşkün olan bir adam değilim, gece 12’ye kadar olan hayatı severim, arkadaşlarımla restorana, kafelere gitmekten çok keyif alırım. Zaten meslek olarak da çok düzenli yaşamak zorundayız. Bir de yemek yapmaktan çok keyif alırım; beni hem dinlendirir hem mutluluk verir.
Limak Filarmoni Orkestrası sürecini dinleyebilir miyiz? Proje nasıl ortaya çıktı, ne kadar süre içerisinde gelişti?
Limak Filarmoni Orkestrası benim için çok özel. Biz Ebru Özdemir ile birlikte bu projeye başladık. Ebru'nun da çok hoşuna gitti ve aynı hayali paylaşmış olduğumuz için inanılmaz bir sinerji ortaya çıktı. Kafamızdaki projenin üzerine yaklaşık bir yıldır çalışıyorduk ama çok yoğun çalışma son üç ayda gerçekleşti. İlk konser, 3000 kişilik bir salonda gerçekleşti ve salonun tamamı doluydu. İlk konserimizde böyle bir başarı görmek bizi çok mutlu etti.
İleride sanat okulu açmayı düşünür müsün?
Böyle bir şeyi gerçekleştirebilmek için çok fazla mesai harcamak gerekiyor. Ben bir işi yapıyorsam layıkı ile yapmak isterim, şu anda onunla ilgilenebilecek vaktim yok fakat genç arkadaşlarım her zama bana soru sorabilirler, bana sorusu olan herkese eksiksiz yardımcı oluyorum.
İzlemekten keyif aldığın operalar neler?
Benim için çok özel bir besteci var, o da Puccini. Onun operalarını ayrı bir heyecanla ve keyifle söylüyorum. Onun duygusal ve ruhsal yapısı bana o kadar güzel yansıyor ki… Bundan dolayı da onun duygusal yapısını çok güzel ifade edebiliyorum.
Seni en çok heyecanlandıran sahne hangisiydi?
En çok heyecanlandıklarımdan biri Arena Di Verona, diğeri ise Bolshoi Tiyatrosu'dur.
Türkiye'de beğendiğin tenorlar var mı?
Türkiye'de de çok sevgili tenorlar var. Bir tanesi benim hocam Pekin Kırgız, kendisi çok değerlidir. Hakan Aysev ile ağabey kardeş gibiyizdir. Bana hep destek olmuştur, hep arkamda olmuştur. Türkiye'de tenor olmanın dışında da çok güzel sesler var bence. Çok büyük bir potansiyel var, sadece elimizdeki potansiyeli çok daha verimli kullanmamız gerekiyor.
Evlenmek istediğinizi söyledin. Hayalinde idealize bir kadın figürü var mı peki?
Bütün kadınlar çok özeldir bence. Ataerkil bir ailede yetiştim, o yüzden bizde aileye, anneye, babaya saygı esastır, bunun bilincinde olan biri olması benim için önemlidir. Belirli bir entellektüel bilgi birikimine sahip olmasını isterim, birlikteyken paylaştığımız şeylerin ortak olması adına. İyi bir anne olabilecek sorumluluğa, özgüvene, sevgiye ve vicdana sahip olması gerekir. Bir de güzellik olursa o da bonusu olur tabi ki.
Ankara izleyicisine dergimiz aracılığı ile ne söylemek istersin?
Ankara'yı çok seviyorum ve hiçbir zaman Ankara'dan başka bir yerde yaşamayı düşünmedim. Şehrin her köşesinde bir anım var, huzur var, düzen var. Bu arada fanatik Gençlerbirliği taraftarıyım hatta şarkılarımızdan birini Gençlerbirliği'ne marş yapacağız. Ankara'nın seyircisini de çok seviyorum. Tiyatrolar, opera, bale her zaman dolu oluyor.
MAG Dergisi Kasım 2017 sayısından alınmıştır.