Ayasofya yakınlarından hareket eden büyük bir konvoy yıldız sarayına doğru yol almaya başladığında henüz hava kararmamıştı. Milletvekilleri, miladi yılbaşına tesadüf eden yemek davetine katılmak için fayton arabalarına doluşmuşlardı. Öndeki arabada Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey, hemen ardında iki başkan yardımcısı Talat Bey ve Aristidi Paşa vardı.
Ahmet Rıza Bey Aristidi Paşa
Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey, II. Abdülhamid’in baskısından kaçarak Paris’te, dönemin gazetecisi Hüseyin Cahit Yalçın’ın aktardığına göre kimi günler yağda pişirdiği iki yumurtayı yiyerek yaşamıştı. Yurda dönünce padişah tarafından ilk kabul edilişinde, on dokuz yıl gurbette sürgün kaldığını, ancak kimseye karşı düşmanlık beslemediğini söylemişti.
Talat Bey, Selanik Postanesinde on yıla yakın posta idaresinde önce memur ardından da müdür olarak görev yapmış, Jön Türk hareketinin başta gelen kişileri arasında yer almış, Meşrutiyet’in ikinci kez ilanının ardından yapılan seçimler sonunda Meclis-i Mebusana girmiş ve Başkan yardımcılığına seçilmişti.
Aristidi Paşa, 15 yıl Sivas’da vali muavini olarak görev yapmış, 1908 yılında ailesinin bulunduğu İzmir’den İttihat ve Terakki Partisi’nin mebusu olarak seçildiği meclise katılarak Başkan yardımcılığına getirilmişti.
Yeni Meclis üyelerine Saray’da verilecek yemeğin tarihi belirlenirken, Beyoğlu bölgesinde yoğunlaşan gayrimüslimler için önemsenen günlerden biri olan miladi 31 Aralık’a tesadüf edeceği akla gelmemişti bile. Padişahın en yakınındaki sırdaşı kabul edilen “Mabeyin Başkatibi” unvanına sahip deneyimli bürokrat Ali Cevat Bey, 1908 yılının 24 Temmuz günü Meşrutiyet’in ikinci kez ilanı ve meclisin 17 Aralık’ta çalışmaya başlamasıyla saraya muhalif olanların güçlendiğinin farkındaydı. Bunun için Padişah II. Abdülhamid’e, milletvekillerine bir ziyafet verilmesinin uygun olacağı fikrini aktarmıştı.
Padişah öneriyi beğenmiş yaklaşan kurban bayramında böyle bir davetin yapılmasını uygun görmüştü. Mabeyin Başkatibi, önce ziyafetin verilip, günü gelince de bayramlaşmanın daha uygun olacağını söyleyince, Kurban Bayramı arifesine iki gün kala “Meclis-i Mebusan azaları” Yıldız Sarayı’na “taam”a davet edildiler.
Padişah, dillere destan korkusuna rağmen Saray’da konuk ağırlamaya alışkındı. Franz Liszt’in başarılı öğrencilerinden Anna Grosser Rilke de gazeteci eşinin İstanbul’a yerleşmesinden bir süre sonra Saray’da Padişah’ın konuğu olarak piyano çalmıştı. Sanatçı, o gece, Abdülhamid’in Pera’da bir lokantadan gelen yemeğini yalnız başına yediğini öğrenmiş, Muzikâ-i Hümâyûn’u yöneten Fernando de Aranda Paşa ile tanışmış, onun “Sultan işaret edene kadar bekler, sonra piyanonun önüne kadar gelip oradaki locanın önünde reveransınızı yaparsınız” tavsiyesine uygun hareket etmişti. Anna Grosser’in Hamidiye marşıyla başlayan programı, Liszt’in Faust Valsi ile sürmüş, Chopin’in Berceuse’ünün “en lirik bölümünde” Padişah’ın bir işaretiyle son bulmuştu.
Anna Grosser ve eşi “Sultan’ın sevgili oğlu genç yakışıklı bir erkek olan Burhanettin” ile aynı locadan Aranda Paşa’nın yönettiği Sevil Berberi temsilini izlediklerinde Padişah da salondaydı. Liszt’in öğrencisi izlediği temsili “Bir opera parodisi” diye anacaktı. Saraydaki konserinin karşılığı olarak “İçi altın sikkeleriyle dolu sıkı sıkı mühürlenmiş bir keseciği” bir gün sonra “Hoş bir sürpriz” olarak alan Anna Grosser, gelecek günlerde Burhanettin Efendi’nin repertuvarının genişlemesine katkı verecekti.
Padişah Abdülmecid'in oğlu Abdülhamid, babasıyla birlikte Naum tiyatrosuna gitmiş, padişah olduktan sonra evhamını yenemediği için Yıldız Sarayı’na kapanmış, buraya konserler ve tiyatro eserlerini izleyebilmek için özel bir salon yaptırmıştı.
Cağaloğlu’ndan kalkan faytonlar sarayın kapısından geçip bu tiyatro salonuna yakın yerdeki Şale Köşkü’ne ilerlerken askerler selama durmuşlardı. Arabalardan inenleri teşrifat nazırı karşılamış ziyafet salonuna doğru yönlendirmişti. Gelenleri salonun girişinde yakası ve kolları sırmalı elbisesiyle, altın kabzalı kılıcını kuşanmış vaziyette ayakta duran padişah güleç bir ifadeyle karşılıyordu.
Az sonra masaya yerleşildi. Masanın başındaki padişahın sağına Meclis Başkanı, soluna Sadrazam Kamil Paşa, hemen onun yanına Talat Bey oturdu. Padişah ilk kez seçilmiş ve atanmışlarla bir masada buluşuyordu. II. Abdülhamid, bu anı “Seleflerimden kimseye nasip olmamıştır” diyerek anacaktı.
Yemeğe başlanmadan salonun kapılarından biri açıldı, saray orkestrasının kapının ardında icra ettiği Hamidiye marşı ayakta dinlendi. Orkestraya uyarlanmış müziklerin icrası başladığında yemek servisi yapılıyordu.
İlk sunulan “yumurtalı bulyon” oldu. Et suyuna, genellikle pirinç katılarak hazırlanan ve servis öncesi içine kırılan taze yumurtayla şenlendirilen günümüz menülerinde pek rastlanmayan bu çorbayı peynirli börek izledi.
Padişah meclis başkanı ve başkan yardımcısıyla sohbeti ilerletmişti. Bir ara Ahmet Rıza Bey, Avrupa’da bulunduğu sırada yemek pişirmede uzmanlaştığını söyleyince Abdülhamit, gülerek, “İnşallah mecliste de memlekete faydalı işler pişirirsiniz” demesiyle çevresindekilerden “Amin” sesleri yükseldi.
Ardından ağır yemekler sıralandı: Mayonezli levrek, sebzeli sığır filetosu, soğuk dana ciğeri ızgarası, hindi ve keklik kebabı, beyaz salçalı tavuklu pilav. Tereyağı, süt, tuz, karabiberi karıştırıp kaynattıktan sonra ateşten indirilip çalkalanmış yumurta sarılarını ekleyerek hazırlanan sosun katıldığı pilavın ardından sıra tatlı ve meyvelere gelmişti. Krema, dondurma, peynir ve meyvelerin yenmesi tamamlanırken Başkatip Cevat Bey Abdülhamid ile meclis başkanının arasında ayakta padişahın nutkunu okudu. Meclis Başkanı da ayağa kalkarak karşılık verdi.
Padişah kısa süreliğine salondan ayrıldı, dönüşte davetliler seçim bölgelerine göre gruplar halinde toplanmışlardı, Abdülhamid yanlarına geldi. Sonrasını Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey, anılarında şöyle yazacaktı:
“Ben sırayla mebusları takdim etmeğe başladım. Bir takım dalkavuklar sabredemediler, kimi Padişahın elini, kimi eteğini öpmek için üzerine hücum ettiler. Adamcağız ürktü, gene odasına çekildi.”
Oysa Padişah’ın kızı Ayşe Sultan babasına gösterilen bu yakınlıktan çok mutlu olduğunu aktaracaktı. Sultan memnuniyetini, “Milletimin vekilleriyle yemek yedim. Bana karşı pek samimi idiler. Bunu gördüğüme ve muvaffak olduğuma çok şükrediyorum” sözleriyle ifade edecekti.
Abdülhamid’in saraydaki son günleri yaklaşmıştı. Başkatip Ali Cevat Bey 26 Nisan 1909 akşamını “[Saray’a] Salı gecesinin zulmeti çöktü. Her gece dört beş bin fanus ve elektrik lambalarıyla tenvir edilen [aydınlatılan] saray-ı âlide o gece ancak beş on hava gazı feneri iş’al edildi [yakıldı]” diye anlatacaktı.
Saltanat koltuğunun sahibi değişmiş, Abdülhamid’in Selanik’te sürgün dönemi başlamıştı.
Vecdi Seviğ
27 Aralık 2022