Ülkemizin önde gelen flüt virtüozu Bülent Evcil, dünyada geniş bir flüt çevresinin dikkatle izlediği, Amerika’da yayımlanan “Flute Talks” dergisine kapak konusu olarak seçildi. Derginin Nisan 2016 sayısında Evcil’le geniş bir söyleşi yayımlandı. Bu söyleşiyi aşağıda sunuyoruz.
Yeni CD kaydınız ''The Flute Virtuoso'' Borne, Chaminade, Morlacchi, Godard, Briccialdi ve keman eserleri olan; Sarasate, Monti, Rimsky Korsakov içeriyor. Bu repertuarı nasıl seçtiniz?
Şöyleki, Türkiye’de daha önce bu kadar zorluk içeren parçalar bir arada kayıt edilmemişti, en azından benim yaptığım araştırmalar böyle diyordu. Amaçlarımdan en önemlisi, benden sonra gelecek olan Türk flütçülere yeni jenerasyona ilham olmak, onları ateşlemek. Bu CD repertuarı o amaçla bir araya geldi. Flütçülere hem kaynak olacak hem de heyecanlandıracak bir kayıt oldu..
Zaten Morlacchi,Borne yada Chaminade sürekli repertuarıdır. Bir de hayran olduğum keman virtüoz okulundan birkaç parça daha eklemek istedim. Sarasate,Monti bunlar keman ekolünden süper virtüoz parçalar. Flütü kemanla yarışacak virtüozitede çalmak da hedeflerimden biri.
Phillip Moll ile birlikte çalışmanız nasıl oldu?
Sevgili Phillip Moll beni nerdeyse çocukluğumdan beri tanır. Benim flütteki gelişimimi bilirdi. Hayran olduğum eşlikçi, dünyanın en iyi kalpli müzisyeni , gerçek bir yaşıyan efsane olan Sayın Moll , bu kayıdı yapmayı kabul ederek beni onurlandırdı. Büyük zevkti onunla çalışmak ve bu CD’deki parçalarla konserler yapmak.. Kendisi sadece eşlik etmedi müzikal olarak da mentörlük yaptı, deneyimlerini aktardı, eğitti. Türkiye’de birlikte başarılı konserler verdik.Heyecanla kayıt ettik bu CD yi... Daha nice kayıtlarda, konserlerde onunla çalabilmeyi arzu etmekteyim.
Sir James Galway ile yaptığınız derslerinizden bahseder misiniz?
Sir James Galway benim hayatımdaki flütle ve sanatla alakalı en önemli kişidir. 1989 yılında ona ilk kez çalma fırsatım olduğunda 21 yaşındaydım. Dikkatini çektiğim ikinci çalışımda ise 22 yaşındaydım. Tüm Khachaturian flüt konçertosunu ezbere çalmıştım ona. Kadansı da onun kayıtlarından dinleyip çıkartmıştım. Kadansı nerden buldun diye sorduğunda kulaktan duyarak çalışıp çıkarttım deyince çok şaşırdı. Bana Christiansen ile birlikte yazdıkları Khachaturain kadansı hediye ederek başladı usta çırak ilişkisi. O gün İsviçre basını da oradaydı, uluslararası bir ustalık sınıfıydı. Benden övgüyle söz etti basına, çok mutlu oldum.En büyük hayalimdi onun öğrencisi olabilmek. Sir James Galway inanılmaz kişiliktir. Sanatçı kişiliğini ya da flütçülüğünü anlatmam sayfalar sürer. Onun insan kişiliğini anlatan bir örnek vermek isterim. Türkiyede konsere gelmişti. Benim de o dönem fiat 124 oldukça eski bir aracım vardı. Konser mekânı da 45 dakikalık mesafede idi. Organizasyon süper bir araç tahsis etti şoförü de içinde ama Sir James ben Bülent’le gideceğim, bu kadar gelmiş beni o götürsün deyip benim mütevazi aracıma bindi.. Bana konser turnesinin tam programını yollar, okuduğum okula yakın olan mesafelere gelmemi ve ders yapmamızı istediğinde (Brüksel Kraliyet Konservatuarında okuyordum) giderdim. Bana o büyük solo kariyerinin yanında zaman ayırır, otellerde dersler verirdi. Hep davet edildiği konser sorası organizasyonlara da yanındaysam muhakkak götürürdü. Sadece flüt dersi değil tarih,politika ve insan ilişkilerini de içeren büyük bir yelpazede konuşur, ufkumu açar, her türlü desteği eksik etmezdi.. Yâni nasıl söylesem yol masrafından yeme içmeye kadar ilgilenirdi. Çok şey öğrendim sadece flüt çalmak değil.
Bununla birlikte değerli hocalarım; Brüksel'de Marc Grauwels ve Mannheim Müzik yüksek okulunda Jean-Michel Tanguy ve beni flüte başlatan merhum Prof. Mükerrem Berk'in de emeklerine çok teşekkür ederim...Bende emekleri vardır.
Duruşu, flütü dengelemeyi ve çalmak için genel kurulumu size nasıl öğrettiğini açıklayabilir misiniz? Eğitim anlamında güçlü yönleri nelerdir?
Sir James flüt için dünyaya yollanmış en büyük müzisyenlerden biridir. Müthiş bir esneklik içinde çok geniş rejistire sahip tatlı bir ton ve bunu destekliyen balans ve duruşa sahip bir fizik ile karşınızda durur. Tam bir fenomendir. Duruşu genel olarak sağ ayak paralel sol ayak ona dik açıda, karşıdan bakıldığında ayakların T harfi gibi göründüğü bir duruş gösterir. Flütü 3 dayanak noktası olan sağ el baş parmağı sol el denge noktası ve dudaklarda birleşen ağızlık(embouchure) olarak dengeler. Bu özgüveni yüksek ve çok ünlü bir opera sanatcısı görünümü sağlıyan pozitif bir duruştur. Kişi etkili ve etkileyici görünür. Bunları tam olarak öğretir ve öğrencilerinden ister. Hava akışı ve projeksiyon bu duruşla olumlu işler. Eğitimciliği; sahnelerde geçtiği ve sınırsız sayıda konser çalmasıyla yoğrulmuş eşşiz bir olgudur.
Şöyle bir örnekle bunu pekiştirmek isterim: Bir konçertoyu orkestra ile çalacaktım , beni çalıştırması için yanına gitmiştim. İnanılmaz hazırdım partimi ezberlemiş ne noktasını istese oradan alıp ezbere çalabilecek durumdaydım, hâttâ yazıya dökebilecek kadar hafızama almıştım. Orkestrasyonu da kulağımda vardı. Çok dinlemiştim.
Kendisine çalmaya başladım. Bir noktada sorun oldu durdurdu oradan tekrar alacağımı düşünürken burada orkestrada hangi notalar var dedi ve hangi enstruman diye sordu? kala kaldım.. Bana notaları ve enstrumanları söyledi. “Bulent tüm orkestra partilerini öğren sadece flüt partisini değil” dedi. Çok kapasitesi geniş bir öğreticidir. O gün bugündür ne çalarsam tüm partileri nerede ne olduğunu öğrenmeye çalışırım..
Yakın zamanda Türkiye’de Lowell Liebermann’ın Flüt ve Orkestra için konçertosunun prömiyerini gerçekleştirdiniz. Bu eseri seslendirmek isteme nedeniniz neydi? Liebermann’ın müziğine dinleyicilerin tepkisi nasıl oldu?
Lowell Liebermann Konçerto ilk kez 6 kasım 1992’de St. Louis Senfoni Orkestrası eşliğinde Galway tarafından seslendirilmiştir. Ben ilk kez Sir James bu eseri çalışırken konsere hazırlanırken duydum ve etkilendim. Türkiye prömiyerini yapmak, o günlerden hayalimdi. Genelde hayallerimin peşinde koşar, hayalde kalmamasın, gerçekleştirmeyi isterim. Besteci Libermann sosyal paylaşımdan arkadaşım kendisine de haber verdim bu prömiyeri. Konserin kaydını da dinlemesi için yollayacağım. İyi iş çıkarttığımı düşünüyorum. Eser başlıbaşına bir fenomen. Birinci bölümdeki ritmik değişimler Türk icracı için zor değil nitekim Türk müziğinin kendisi birçok aksak ritmler içerir. İkinci bölümün büyüsü ve iç duygularınızı ortaya dökmesi ile son bölümün seyirciyi ya da dinleyiciyi etkilememesi imkansız . Eğer temiz ve akıcı güçlülükle çalınırsa etki katlanıyor. Türk izleyiciler bayıldılar. Şimdiki hedefim Mr. Liebermann'ın arp&flute konçertosunun Türkiye prömiyeri.
Nefesi kullanmakla ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Hârika bir soru. Şimdi ben bir iki soru sormak istiyorum? Biz konuşurken ya da şarkı söylerken nefes almamız doğal ve sessiz kimse rahatsız olmaz ama flüt çalarken nedense sesli. Neden sesli? Niye flütçüler sesli nefes alır? Öğrencilik yıllarında izlenimlerimde büyük ustalarda gördüm, hep sessiz ve müzikal doğal nefes alıyorlardı. Bunu kendime has bir teknikle geliştirdim, çalarken nefes almayı doğal ve sessiz yapıyorum, elimden geldiğince bunda ustalaşmaya çalışıyorum. Verdiğim ustalık sınıflarında ve derslerde bunu öğretiyorum. İnanılmaz fayda görüyor öğrenci ler. Doğal nefes boğazdaki kapanmayı engelliyor ve hava akışını açık bir boğazdan doğal olarak sağlıyor. Daha homojen ve renk değiştirmesi kolay bir ton çıkıyor.Bu tür çalış oksijenin beyine bol gitmesini ve tonun yuvarlak, büyük ve kontrol altında esnek bir şekilde kullanılmasını sağlıyor.. Genellikle ve çoğunlukla öğrettiğim tüm öğrenciler memnun ve kısa sürede değişmiş ilerlemiş hissediyorlar. Bu konuda doğru yolda olduğumu anlıyorum ve bu sonuç, sessiz nefes tekniğini uygulamada ustalaşma çabalarımda güç veriyor..
Isınmayla ilgili düşünceleriniz nelerdir? Özel olarak uyguladığınız bir egzersiz veya tekniğiniz var mı?
Ben spora meraklıyım sadece flüt egzersizleri değil aynı zamanda vücüdumun da fiziksel açıdan fit ve ısınmış olması için egzersizler yaparım. Vakit bulursam gym de yapıyorum bulamazsam evde sabahları mekik ve şınav çekiyorum. Ne kadar düzenli spor yapabilirsem flütteki ve psikolojik kondisyonum o kadar iyi oluyor.
Flütteyse “Marcel Moyce de la sonorite” olmazsa olmazım ve Sir James’in kendi yazıp bizlere dağıttığı sonorite egzersizlerini kullanıyorum. Teknik olarak da, Marcel Moyce’ün kendime uyarladığım “Daily Exercises for Flute” kitabından “Major Scales ve Minor Scales”leri değişik artikülasyonlarla yapıyorum. Kısa sürede beni ilerleten ve aynı zamanda fit kalmamı sağlıyan bu egzersizleri hararetle tavsiye ederim. Flütün 3 oktavını da kapsıyor olmaları ve tüm oktavlara artikülasyonları koyarak çalışmak.Bu çalışmalar profesyonel hayatta çalacağımız tüm eserlerdeki teknik zorlukları daha kolay aşmamız için temel oluşturuyor ve olumlu etki yapıyor.
Şunu hararetle tavsiye ederim ki tüm bu çalışmalar, çalacağımız orkestra, oda müziği ya da solo parçalara köprü oluşturmalı ve sedece egzersiz çalıyoruz gibi rutin bir düşünce ve atmosfer içinde çalışılmamalıdır. Bir paket program olmalı, gam çalışırken; ton,teknik, entonasyon, sessiz nefeste birlikte çalışılmalı. Muhakkak büyük düşünün çalışırken. Sanki bu gamları çalaraken New York Filarmoni Orkestrası eşliğinde Carnegie Hall da büyük bir gam konçertosu çalıyorsunuz, tüm müzikalitenizle, tüm güzel artikülasyonlarınızla ve müthiş tonunuzla oradasınız gibi.. Böyle bir atmosferde çalışılmalı.. İşte bu ilerleme ve farklı bir klasta olmayı sağlıyor. Bunu yaparken beyin gücü inanılmaz etkili.. Kullanılmalı, hem de bol bol...
Ataturk, Türkiye’de büyük bir yenilikçi ve liderdi. Kendisinin, sanatın ve sanat eğitiminin nasıl bir koruyucusu olduğunu anlatır mısınız?
En basit cevapla Atatürk olmasa idi ben burada bu sorulara cevap veren bir müzisyen olarak bulunamazdım. Kemal Atatürk bir yapılanmayı Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlatmıştır. Bu nedenle öncelikle 27 Nisan 1924’te Ankara’da ilk orkestra ( İstanbul’dan taşınan orkestra, Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası adıyla etkinliklerine başladı) kurulmuştur. Ankara’da 1 Eylül 1924’te ise ilk konservatuar (Musiki Muallim Mektebi), çağdaş müzik eğitimi yapmak amacıyla 6 öğrencisi ile eğitime başladı. Devletçe benimsenen çok sesli Batı müziği politikalarının uygulamaları onuncu yılını doldurduğunda 1934’ün ilk yarısı artık Ankara ve İstanbul’da birer musiki okulu, Ankara’da birer dinleti orkestrası ile bando bir o kadar da okul ve halkevi korosu oluşturulmuştu. Hem de bunları savaştan çıkmış çok fakir bir ülke olarak devrim niteliğinde bir hızla başarmıştır.
Sanattaki bu hızlı ilerleme asıl reformu gerçekleştirecek uzmanların Almanya’dan getirtilmesiyle zirve yapmıştır. “Paul Hindemith”in 1935-1937 yılları arasında yaptığı çalışmalarla bu konuda önemli adımlar atılmıştır. Ayrıca Hindemith’in önerileri doğrultusunda 20 Alman uzman daha Türkiye’ye getirilmiştir. Tüm bunların önünü Atatürk açmıştır. Bugün gelinen noktada ülkemde özel orkestralar hariç, 6 senfoni orkestrası,6 opera orkestrası bulunmaktadır. Ayrıca birçok konservatuar ve üniversite müzik bölümleri bunları desteklemektedir.
Türkiye’de sanat eğitiminin gelişiminde babanızın rolü neydi?
Babam Selahattin Evcil son derece idealist ve başarılı bir müzik öğretmenidir. Türkiyede 1950li yıllarda kapatılan köy enstitülerinde yıllarca calışmış köylü ve Anadolulu fakir çocukları çok sesli batı müziği ile annemle birlikte (Annem Fikret Evcil de müzik öğretmenidir) buluşturmuştur. Bu Türkiye’nin batılılaşmadaki hızlı bir aydınlanma projesiydi.Sonra 1950 lerde maalesef kapatıldılar. Babam bunu tekrar canlandırmak için 1985 yıllardan itibaren dönemin milli eğitim bakanı olan Avni Akyol’u raporlar hazırlayarak ve müteakip ziyaretlerle (Zira Avni Akyol babamın çocukluktan sınıf arkadaşı idi) ikna etmiş ve 16 Ekim 1989 tarihinde Türkiyenin ilk Güzel Sanatlar Lisesinin açılmasında büyük katkısı olmuştur. Bugün bu liselerin sayısı nerdeyse 70’i bulmuştur. Bu liseler sanatın ve müziğin halka ulaşmasında çok büyük önem arz etmektedir.
Hem anneniz hem de babanız müzik alanında, özellikle de koro çalışmalarında oldukça aktif olduklarına göre sizce bu durum sanatsal gelişiminize nasıl etki etmiştir?
Annem babam çalıştıkları müzik okullarında her zaman çok sesli korolar kurdular, yarışmalara girdiler, ödüller aldılar . Evde hep çok sesli koro ve eserler çalınır söylenirdi ve klasik müzik radyoda, teypte eksik olmazdı. Sir James’in ekolü ile tanıştığımda bu çok işime yaradı zira Sir James flütte sesi aktif olarak kullanır. Ben de çocukluğumdan beri babam ve annem sayesinde korolarla büyüdüğüm için şarkı söylemek zor gelmedi. Flütte şarkı söyleyebilmek annemin babamın koro eğitimciliği sayesinde benim için zor olmadı ve çok işime yaradı. Flütü şarkılayarak çalmak bayıldığım iş...
Sizce amatör müzisyenler toplum için neden önemlidir?
Amatör müzisyenler çok önemlidir. Onların desteği toplumla profesyonel müzsiyenler arasında köprü olurlar. Bazen profesyoneller vakitsizlik yoğun çalışma gibi sebeplerden dolayı toplumdan uzak sadece işlerine odaklı kalabiliyorlar. Oysa amatörler sürekli iç içeler ve onlar bizleri topluma anlatıyor ve taşıyorlar. Kitlelere daha çok ulaşmamı sağlayan bir çok amatör müzisyen arkadaşım oldu.. Buna şahsen çok değer veririm.. Sonuçta iyi bir insan olmak evrensel Bir şey. Dil,din,ırk profesyonel amatör gözetmeden iyi insanların bir arada dosluklar ve arkadaşlıklar ile birleşmeleri önemli. Buna tabii ki amatör müzisyenler de önemle dahil.
İki orkestranın haricinde düzenli olarak performans sergilediğiniz bir de tahta üflemeli beşli grubunuz var. Bu grubunuzla seslendirdiğiniz standart repertuarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Evet bu gurup Borusan İstanbul Filarmoni orkestrasının gurup liderlerinden oluşan bir topluluk. Adı: Bosphorus Quintet. Adını istanbulun eşsiz boğazından alıyor.
Programımız geniş ama size son konserimizin programını söyleyeyim:
G. Rossini: il Barbieri di Seviglia
J. Ibert:Trois Pieces Breves
P. Taffanel:Quintet for Woodwind
C. Debussy:Children's Corner for Woodwind
N. Rota:Petite Offrande Musicale
D. Agay:Five Easy Dances
G. Bizet: Carmen-Suite for woodwind quintet
Bize yaz dönemi masterclass’ınızdan bahseder misiniz? Programı nedir? Flütçüler için hedefleriniz nelerdir?
Amacım Türkiye’de flütün ve flütçülerin sayısını profesyonel amatör ya da dinleyici hiç fark etmeden arttırmak. Bu amaçla Türkiye’nin dört bir yanına hiç para kazanmasam bile gidiyorum, çalıyorum, dersler veriyorum. Konuşarak flüte ve klasik batı müziğine olan ilgiyi içimde olan büyük enerji ve sevgiyle elimden geldiğince kitlelere ulaştırmaya çalışıyorum. Bu amaçla geçen yaz Türkiye’nin doğal olarak en güzel yerlerinden bir olan Bodrum yarımadasının Gümüşlük beldesinde yazları düzenlenen Uluslararası Gümüşlük Festivali’nde bir flüt yaz okulu düzenliyorum. Geçen yıl Sevgili Phillip Moll de benimle birlikte Türk flütçülerle buluştu. İlgi hârikaydı. Bu yaz daha da uluslararası hale geliyor. Gücüm yettiğince her yaz bu okulu devam ettirmek niyetindeyim. Bu okul piyanist Eren Levendoğlu’nun büyük emeği ve yoktan var ettiği gerçekten topraktan taştan kendi elleriyle inşa ederek nerdeyse sponsorsuz ayağa kaldırdığı bir olay!! Görülmesi lazım çok etkileyici.. Büyük heyecan duyuyor insan. Bu kadar yokluktan böyle bir sanat merkezi çıkartmak ve bunun parçası olmak. Tam bana göre. Bu yaz gene 4-12 ağustos 2016 tarihlerinde orada ders vereceğim.
Müzikal anlamda etkilendiğiniz kişiler kimlerdir?
En başta Sir James Galway, Placido Domingo,Luciano Pavarotti, Lorin Maazel, Maxim Vengerov, Fazıl Say..
Klasik müzik çalışmalarının önde gelen araştırma merkezlerinden olan Brüksel’de eğitim aldığınıza göre traverso çalıyor musunuz?
Hayır Çalmıyorum ama öğrenmek isterim.
Bir orkestra sanatçısı olarak ilk yıllarınıza ait en güzel anılarınız nelerdir?
Orkestracı olarak en güzel anım kesinlike efsane şef Lorin Maazel ile onun orkestrası olan Arturo Toscanini Filarmoni orkestrasında geçirdiğim 1. flütçülük dönemim. Maazel inanılmazdı, Avrupa turnesi yapmıştık ve bazı konserlerde yönetirken bana yaşattığı duygu yoğunluğu ve içimde olan tüm yeteneği çıkartmak istemesi tüylerimi diken diken eder ve gözlerimi yaşartırdı. Huzur içinde yatsın, onunla çalıştıktan sora bambaşka bir orkestracı olmuştum. Bir de İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ile Japonya turnesinde ünlü Suntory Hall’da Japon seyircilerin, salonun tamamının ayakta ve tam 30 dakika hiç dinmeyen alkışlar ile bir Türk orkestrasını bağırlarına basmasıydı. Orkestra müzisyenlerinin çoğunun gözleri dolmuş ağlamıştık, inanılmazdı ve çok iyi icra edilmiş bir konserdi.
Orkestra kariyerini hedefleyen flütçüler için herhangi bir tavsiyeniz var mı?
Orkestra kariyeri hedefleyen genç flütçü arkadaşlar kesinlikle çok orkestra repertuarı dinlesinler ve severek dinlesinler . Bu işin yarısı çalışmaksa diğer yarısı da inanın sevmek, çalarken tüylerinizin diken diken olması. Ben her sabah kalkıp orkestrama provaya giderken dünyada acaba kaç kişi benim kadar mutlu ve severek işine gidiyor diye düşünürüm. Ne şanslı olduğumu düşünürüm. Girdikleri sınavlarda bu sevgiyi çalışmalarına yansıtırlarsa bu enerji hissedilir. Çok etki yapar.
Kesinlikle tüm orkestra repertuarındaki flüt soloları öğrensinler. Bunları hep zaman ayırıp repertuarlarına katıp ayrıca çalışsınlar. Orkestra soloları notalarını muhakkak edinsinler, hâttâ bu baş kitapları olsun. Bazı ana soloları ezbere bilsinler ve şans yakaladıklarında tabii ki deneyimli orkestra flütçüleri ile çalışsınlar ve ayrıca orkestra şeflerine çalsınlar. Orkestra şefleri genç flütçülere deneyimleri ile çok şeyler söylerler. Soloları onlara ezber çalsınlar. Sir James tüm soloları ezber isterdi..
Solist olarak da kariyer yaptığınız için, sizce flütü orkestrada, solist olarak çaldığınızdan farklı mı çalıyorsunuz?
Orkestralarda solo geldiğinde solist gibi çalmayı başarmak ama orkestracı gibi olarak başarmak deneyimlerime göre şeflerin çok hoşuna gidiyor. Böyle başarımlarda şeflerden güzel tepkiler aldım. Ancak şölede anlatmam gerek: orkestra kariyerimin başlarında çok daha fazla solist gibi çalardım. Bu bazen grup ve ekip olarak ortaya çıkarttığınız sesin tınının önüne geçebiliyor ve yalnız ve tekil bir çalış şekli olabiliyor. Nerede önde olduğunuzu nerede daha ikinci ya da üçüncü planda ve hâtt^ bazen de sadece efekt olarak yer aldığınızı bilmek ayırt edebilmek gerekiyor. Bunlar yıllarla kazanılan tecrübelerle artıyor tabii ki. Yıllarca birlikte çaldığınız tahta üflemeli arkadaşlarınızla artık bir organizma haline dönüşmüşseniz iş çok daha kolaylaşıyor.
Orkestrada çalmak bence büyük bir şans. İnsanın duyuşunu, ritmini ,farkındalığını müzikteki yerini öğretiyor. Dahası orkestracı olmak icracılığın her mevkisinde kullanılabilecek değerler katıyor, duygularınızı nerede çoşturup nerede dizginliyeceğinizi size çok güzel öğreten bir okul oluyor zamanla. Zaman zaman hiç vibrato bile kullanamadan akorlar üflemeniz gerekiyor orkestrada. Aslında tüm bunlar birbiri ile geçişli. Orkestrada öğrendiğim yalın saf ve bazen hiç vibratosuz çalışlar solist olarak çaldığınız konçertolarda da kullanışlı oluyorlar. Bu da beni bu konuyu anlatırken şu noktaya getiriyor: Solistlik bambaşka birşey diyemiyorum ve demek istemiyorum . Çünkü orkestralarda solo sazları çalan tüm deneyimli meslektaşlar zaten solo flüt diye geçiyor. Adı üstünde solist. Bu sehpalarda oturan kişiler tarafından betimlenip parlatılıyor bu sıfat. İşte ben tam buna solo flüt diyorum. Kendimde bunun peşindeyim..
Orkestrada çalarken tonunuz (sound) solist olarak çaldığınızdan farklı mı oluyor yoksa aynı mı? Tonunuz kayıtta, bir konserde yani canlı yayında olduğundan farklı mı oluyor?
Sound'umun aynı kalması ama renginin değişiklikler göstermesi amacındayım. Bazen orkestrada akorlar üflerken full force bir solist soundu kullanamıyorum tabii ki ama kendimce faklı diğer enstrümanlarla bir arada üflemeye uygun aynı zamanda da bana ait yumuşak bir sound’un peşinden koşuyorum.
Kayıtlarda farklılık olabiliyor biraz ama bu tabii ki ses teknisyeninin yetisi ile de alakalı. Genelde kulağımda kendime ait bir sound ‘m var. Bunu kendi kayıtlarımda da duyabiliyorum. Orkestra konserlerimizi Türkiye Radyo-Televyon Kurumu kayıt ediyor ve bir hafta sora yayınlıyor. Oradan dinleyip soundumu kritik edip hah şimdi iyi ya da şunu daha düzelteyim, şurasına daha dikkat edeyim diye kendime telkinlerde bulunuyorum. Kendimi geliştirmeye dönük dinliyorum bu kayıtları.
Kendini kayıt edip dinlemek çok önemli. Bunu her zaman olmasa bile bazen kendi kendimi kayıt edip dinleyip bir çok şeyi daha iyi değerlendirebiliyorum. Genelde solist ve orkestrada çaldığım soundlarım birbirinden çok uzak değil..
Bir solisti muhteşem yapan nedir? Veya bir oda müziği sanatçısını?
Sanırım sadece süper bir enstrümancı olması değil çalarken müzik yapıyor olması ve bunun tanrı vergisi ile kalpten geliyor olması. Kalpten çalabiliyor olması.. Duyguların o kalpten çıkıp size ulaşmasını sağlıyor olması.. Dinlerken sizi alıp biryerlere götürüyor olması.. Var böyleleri.. Kendim içinde bunun peşindeyim hep..
Bugüne kadar aldığınız en iyi ders hangisiydi? Bu sizin için bir dönüm noktası mıydı?
Tek bir ders diyemem ama Sir James Galway’den aldığım her ders hayatımın inanın her seferinde dönüm noktası olacağını hissettiğim bilgiler ve tecrübeler içeriyordu.
R. Trevisani’den aldığım dersler nefes konusunda bana sınıf atlattı, Mannheim-Almanya’daki hocam J.M Tanguy’ den aldığım dersler ve Brüksel’deki hocam Marc Grauwels’ten aldığım dersler hayatımda hep önemli yapı taşları oldu. Kariyerimin inşasında hep önem arz ettiler.
Ayrıca dostum ve süper flütçü meslektaşım Davide Formisano ile birlikte geçen yıl bir konser çaldık birlikte çalarken öyle güzel şeyler öğrendim ki zira müthiş barok çalıyor kendisi, bu da öğrenmenin yaşının olmadığının en güzel kanıtı oldu bana.
Orkestra için yeni üyelerin seçiminde nelere dikkat edersiniz?
Bu önemli bir konu. Tabii ki iyi bir icracı ve enstrümancı olması mühim ama aynı zamanda müzik bilgisi de önemli. Mesela hangi dönem eseri nasıl çalınıyor nasıl bir stil gibi konularda da kendini geliştirmiş olması mühim. Aslında en mühimi uyumlu ve hayata olumlu bakan birlikte omuz omuza çalaraken desteğini hissetmenizi sağlıyan o enerjiyi görmek. Bizler işimize giderken çok mutlu giden dünyadaki azınlıklardanız. Bu büyük şans. Bunun bilincinde olduğunu görmek isterim yeni üyenin..
Flüt çalmadığınız zamanlarda çok okuyan birisiniz. İlginç bulduğunuz birkaç kitap başlığını söyler misiniz?
Tarihe , astrofiziğe ve bilim kurguya bayılıyorum. Tarih kitapları hep ilgimi çeker, Roger Crowley, Jared Diamond, Raymond Cartier, Carl Sagan, J. R. R. Tolkien ve Türk yazarlar Turgut Ozakman, Nermin Bezmen, ilk aklıma gelenler...