İlk kez bu yıl Antalya Piyano Festivali'ne gidemedim. Oysa, Gökhan Aybulus'u ve devam ettirilen Kamuran Gündemir'i Anma Konseri'ndeki genç piyanistleri dinlemeyi istiyordum.
Ama orada ne olup bittiğini de merak ettim. Objektif bakabileceğine güvenebileceğim, yıllardır gelişimini izlediğim, artık yetkin bir orkestra şefi olan F. Orhun Orhon'a sormaya karar verdim.
Fazlı Orhun Orhon (d. 1977) Bilkent MSSF'nde teori ve kompozisyon bölümünde lisansı bitirdikten sonra Fransa’da Academie Internationale de Musique de Gaillard’da, Rainer Boesch’un öğrencisi olmuş, daha sonra Bilkent'te lisansı tamamlayıp şeflik alanında doktorasını yapmış, tüm bu süreç içinde özellikle gençlik orkestralarıyla haşır neşir olmuş bir şef. Eczacıbaşı Beste Yarışması'nda iki kez finale kalıp dereceye girmiş bir besteci. Yüzlerce istekli arasından ünlü Kurt Masur'un ustalık sınıfına seçilerek yeni kazanımlar edinmiş, kendi görev alanındaki orkestraların yanı sıra, devlet senfonilerden de sıklıkla davet almaya başlayan ama alçakgönüllülüğü elden birakmayan bir müzik insanı. Halen Başkent Üniversitesi'nde öğretim üyesi ve Orkestra Akademik Başkent'in iki şefinden biri. Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası'nın kurucusu, SCAMV desteğinde kurulan Müzikle Yaşayan Gençlik Derneği'nin (MÜZGENDER) başkanı.
Orhun Orhon'a 15. Uluslararası Antalya Müzik Festivali'nde ne olup bittiğine dair gözlemlerinin yanı sıra, mevcut yönetimin sanata yaklaşımı ve TÜSAK gibi konulardaki görüşlerini de sordum.
-Bu yıl 15. Antalya Piyano Festivali’nde, yeni kurulan toplama orkestra Akdeniz Filarmoni’yi yönettiniz. Sizin Ankara Gençlik Senfoni’den de katılım olabildi mi? Nasıl, orkestradan memnun kaldınız mı?
-Akdeniz Filarmoni Orkestrası, Türkiye’nin her yerinden ve doğal olarak Antalya’dan pek çok yetkin müzisyenden oluşmakta. Doğrusu bu kadar yetkin müzisyenin bu kadar büyük bir gövdede birleşmesi hârika müzikal sonuçlar doğuruyor. AGSO’dan ve çeşitli şehirlerden de pek çok genç icracı orkestranın içerisinde yer alabildi. İlerleyen zamanda bu sayıların artması ve daha geniş bir müzikal aileye sahip olmak hedefler arasında. Provalar sırasında ve konserde sıradışı bir enerji ve dirilik vardı. Katılan herkesin, bu topluluğun içerisinde yer almaktan memnun olduğu bu açıdan da hissediliyordu. Konserden sonra seyircinin birkaç defa selama çağırmaları ve alkışlarını kolay dindirmemeleri sanırım orkestranın bu enerjisi ve yüksek müzikal etkisindendir.
İkinci önemli nokta Antalya’nın kültürel olarak bir kavşak olmak üzere giriştiği göreve orkestranın da önemli katkılar sağlayacağı bir uluslararası yapıya dönüşmesi ile ilgili. İlerleyen zamanda topluluğun önemli uluslararası şefler ve müzisyenleri, önce müzisyenler ile sonra da seyirciler ile birleştirmesi planlanıyor. Bunların gerçekleşmesi ile yeni bir vizyoner topluluk daha, müzik hayatında önemli başarılara yelken açacaktır. Bu başarılar her şeyden önce Antalya’ya artı değer katacaktır.
- Önde gelen bir Mozart icracısı olan Hüseyin Sermet’le konser yapmak nasıldı?
Sermet gibi bir usta ile sahneye çıkmak müzikal anlamda benim için çok öğretici oldu diyebilirim. Yorum inceliklerini yakalamak için çok atik olmanız ve iyi hissedebilmeniz gerekiyor. Özellikle yumuşak tuşesine uygun eşliği bulabilmek benim adıma zorlayıcı oldu ama çok eğiticiydi diyebilirim.
-Festivalde bu yıl ilk kez piyano ustalık sınıfları düzenlendi. Bu konudaki gözleminiz nasıl?
-Ustalık sınıfları çok önemli bir girişimdi diye düşünüyorum; şöyle açıklayayım, Öncelikle Antalya ve çevre illerdeki daha sonra da İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir, Bursa, Adana gibi illerimizdeki konservatuvarların piyano bölümleriyle iletişime geçilerek program duyuruldu. Katılımcıların büyük bölümü İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Bursa, Adana ve Mersin’den Antalya’ya ulaştılar. Ayrıca Şırnak’tan üç ve Kosova’dan da bir katılımcı da misafir edildi. Ustalık sınıflarına aktif olarak katılacak genç piyanistlerin ulaşım ve konaklama masrafları, pasif katılımcıların sadece konaklama masrafları festival tarafından karşılandı. Havaalanı ya da otogara ulaşan öğrenciler için otele ulaşımları için transferler ayarlandı. Ayrıca, ustalık sınıfı öğrencileri için, konaklanan otelden ustalık sınıflarının gerçekleştirileceği yerlere servisler kaldırıldı. Konser günleri için de, öğrencilerin konserlere katılabilmeleri için konser yeri ile otel arasında transferler düzenlendi.
-Epey rağbet oldu mu?
- ATSO Güzel Sanatlar Lisesi’nde Gökhan Aybulus’un ustalık sınıfına 10 aktif öğrenci katıldı, 70’in üzerinde Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisi dersi izledi. Christian Zacharias’ın ustalık sınıfına 22 öğrenci katıldı. Hüseyin Sermet’in üç gün süren ustalık sınıflarına 33 aktif öğrenci katıldı. Her gün 20’nin üzerinde dinleyici sınıfları izledi. Festivalin Onur Konuğu Alfred Brendel’in konferansına 93 izleyici, Herbert Schuch’un ustalık sınıfına 25 öğrenci katıldı. Freddy Kempf’in ustalık sınıfında ise 21 aktif öğrenci vardı.
-Siz de öğrencilerle herhangi bir çalışma yaptınız mı?
Ben ve daha sonra Profesör Gürer Aykal, ATSO Güzel Sanatlar Lisesi'nde öğrenciler ile buluştuk. Ben okul orkestrasını çalıştırdım böylece pek çok yetenekli gencin emektar hocalarının çabaları ile ne güzel işler yaptığına şahit oldum. Aykal’ın söyleşisinde ise yaklaşık 120 öğrenci vardı.
-Festival konusunda genel gözlemlerinizi de öğrenebilir miyiz?
-Çok kısa sürede düzenlenmesi gereken ve pek çok söylenti ve krizin yükünü üstünde taşıyan festivalde herkes bence oldukça ağır bir yükün altından sıradışı sonuçlar ile kalkmayı becerdi. İki üç ayın içerisinde mevcut izlenceyi hazırlayıp bir de üzerine yeni bir topluluk koymak; üzerine de yukarıda saydığım çapta işleri yapmak en uygun şartlarda bile zorlayıcıdır. Festival boyunca toplam 8 ilköğretim okulu, 2 lise ve de Belediye Konservatuvarı ile çalışmalar yapıldı.
Bu kapsamda; çocuklarla yeteneklerine bakılmaksızın geniş çapta koro çalışmaları, aralarından 3 okuldan seçilmiş 75 kişilik daha yoğun ve festival süresince ardıl koro çalışmaları, beden perküsyonu atölyesi ve piyano dinletisi yapıldı. Farklı okullarda 1, 2, 3 ve 4. sınıflarla toplam 900' den fazla çocukla tek seferlik koro çalışmaları yapıldı. Bir ilkokulda, piyanist Emir Gamsızoğlu öğrencilere resital verdi. Üç okuldan seçilen çocuklardan ve Belediye Konservatuvarı korosundan80 çocuğun oluşturduğu Antalya Piyano Festivali Korosu üç gün çalıştı, 23 Kasım'da bu çalışmaları Erdem Bayazıt Kültür Merkezi'nde sergilendi. İtalyan şef Fabio Lombardo ve Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Bülent Halvaşi bu konserde çocuklarla beraber 428 seyirciye ulaştı. Antalya Piyano Festivali Çocuk Korosu bir kez daha 28 Kasım'da AKM Perge Salonu'nda sahneye çıktı. "Sound Painting" kısmına ise 346 dinleyicinin bulunduğu salondaki herkesi dahil ederek yirmi dakikalık bir performans sergilemiş oldular. Bu bağlamda satıha yayılmak ve müziği gündelik hayatın içine sokmak için önemli ve büyük işler yapıldığı ortadadır. Bir de benim için önemli noktalardan bir tanesi önemli sayıda genç Türk müzisyeninin sahneye çıkma sayısıdır. Sanırım bu bağlamda da bu festival tek olmayı başardı.
-Genç şefler genellikle konser daveti alamıyorlar. Siz son yıllarda çeşitli orkestralardan sıklıkla davet alıyorsunuz. Sizin açınızdan, genelde var olan tıkanıklık nasıl aşıldı?
-Sanırım ben şanslıydım, şeflik öğrencisi iken Bilkent Gençlik Senfoni Orkestrası’nda yaptığım her çalışma bana paha biçilmez bir tecrübe kattı. Müziğin hazırlığından tutun da turne organizasyonuna kadar çok şey öğrendim. Orada benimle çalışan her müzisyen dostuma, öğrencime ve bu imkanı sağlayan hocalarıma çok şey borçluyum. Daha sonrasında Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası’nı da bu genç dostlarımla oluşturduk. Yolda da daha nice dostlarım bize katıldı. Bu arada sizlerin de desteği ile işler ilerledi. Bir dernek bile kurabildik, aile büyüdü. Ben arkadaşlar konusunda çok şanslıyım. Gittiğim her orkestrada yeni bir şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum. Çoğu orkestra bana oldukça sıcak ve anlayışlı davranmıştır. Her adımda beni kollayan hocam Gürer Aykal’a da çok borçlu olduğumu söylemem gerekmez sanırım.
-Gençlik orkestralarıyla yaptığınız çalışmalar alâmet-i fârikanız haline geldi. Öğrenci ve gençlerle iyi anlaşmanızın sırrı nedir?
-Müzik işi bir takım işi diye düşünüyorum ve sanırım konservatuvarlar içerisinde de var olagelmiş bireysel yaklaşımı orkestrada kırmayı becerdik, okullar arası sınırları da aştık. Beraber olma kavramı oturunca ve ben kavramı, biz anlayışına dönüşünce sıra dışı işler becerilebiliyor. Bu bağlamda gençlik orkestraları, toplulukları, koroları çok önemli diye düşünüyorum. İnanılmaz seviyelerde gençler olduğu halde liberalleşen, daralan ya da tekelleşen müzik piyasasına adım atamıyorlar. Bizim topluluklarımız öteki gerçekliğe ışık tutuyor ve biz buradayız ve devam ediyoruz görüşünün manifestosunu sunuyor. Beraber çalıştığımız her genç müzisyen ile ortak bir kaderimiz var. Ya hep beraber çıkacağız ya da hep beraber batacağız. Bu nesile geçit sağlamayan hiçbir müzik otoritesi ya da kurumu var olma şansına sahip değil. Bu söylediğim sadece müzik değil her alan için geçerlidir.
-Genel ortam, getirilen kısıtlamalar, sansür ve TÜSAK tehdidi malum. Türkiye’de klasik müziğin ve orkestraların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
TÜSAK sadece sanat kurumları değil, sosyal haklarımızı ve ihtiyaçlarımızı yerine getiren cumhuriyetçi devlet kurumları ve bundan faydalanan herkes için bir tehdittir. Hükümet devlet memuriyetini ve sosyal güvenceleri ortadan kaldırmak ve bunu da özelleştirmenin kollarına atarak kâr etmek adına sanat kurumları üzerinde bir feshetme deneyi yapmaktadır. Sanıyor musunuz ki bu alanda başarılı olurlarsa duracaklar? Her türlü devlet kurumunun taşeronlaşması ve hizmetlerin kalitesizleşmesi takip edecektir. Sözüme güvenmeyenler giderek daha da özelleşen sağlık ve eğitim sistemine bakabilirler. En temel haklarımız bile rant kapısı haline getirilecektir. Dolayısı ile TÜSAK sadece sanat emekçilerini değil, tüm vatandaşları çok yakından ilgilendirmektedir. Bu tuzağı iyi görmek gerekli. Öte yandan devlet dışında kurulan özel ve tüzel kişiliklerce desteklenen sanat kurumları da var. Yeni salonlar açılıyor, yeni festivaller ortaya çıkıyor. Demek ki özellikle büyük şehirlerde ciddi bir sanat tüketimi mevcut. Dolayısı ile sanat kurumlarımız kapatılsın, iş yapmıyor demek yanlıştır. Boş salona çalan bir orkestra ya da boş salona oynayan bir tiyatro topluluğu hiç görmedim. Kaldı ki iş yapma bir yana, para kaygısı güderek ne derece özgür ve bağımsız sanat yaparsınız? Devletin en temel gayelerinden biri de kazanç gütmeden hizmet etmek değil miydi? Bunun için vergi vermiyor muyuz?
-Ya bu kez de, yeni Türkiye'nin yeni sanatı diye propaganda yaparlarsa !
Türkiye’nin değiştiği, yeni bir siyasa ortaya çıktığı iddia ediliyor. Ne var ki hiçbir hareket kendi sanat duruşu, kendi felsefesi ve bunun diyalektiği ortaya çıkmadan rüştünü ispatlamamıştır. Tarihin her dönemi için bu böyledir. Örneğin Modern Türkçemiz ve dil devrimi, Nazım’lar, Yaşar Kemal’ler, Sait Faik’ler, Orhan Veli’ler olmadan yerine oturur muydu ? Özgürlükçü olduğunu iddia eden bir siyasanın, özgür yaratıları denetlemek ve kendi keyfine göre sahnelemek üzere gösterdiği çabadaki tutarsızlığı ve anlamsızlığı; tarih ile ters düşmesini hepimiz görüyoruz. Geriye kalan taşeronlaşmayı kabul edecek değiliz. Hiçbir kesim için hem de. Ne var ki kurumlarımızın revizyona, ciddi sistem değişimine ve desteğe ihtiyacı olduğu da bir gerçektir. Pek çok dostum sözleşmeli olarak otellerde, yıllık sigortası ve güvencesi, dengeli ücret garantisi, çalgısının sertifikası ve güvencesi olmaksızın, çaldığı orkestralarda makbuz keserek, kendi sigortalarını ödeyerek ve buna rağmen çoğu zaman profesyonellerce dertleri dinlenmeden yaşamına devam etmektedir. Yine de geleceksizlik ile tehdit edilmektedir. Bunun kabul etmek mümkün değildir.
-Peki umutsuz musunuz?
-Çok işimiz var ama umutsuz ya da bezgin değiliz. Hedefler bize var olma anlamı ve gücü veriyor. Bu problemlerin çözümü benim neslim ve alttakilerin geleceğinin nasıl olacağını belirleyecektir. Yâni hep beraber kendi küçük katkılarımız ile giderek daha da kontrolsüzce liberalleşen ve bu bazda insan gerçeğini para ile değiş tokuş etmeye çalışan sisteme direnmekte fayda var. Bundan herkes kazançlı çıkar.
Şefik Kahramankaptan