İslam ve müzik konusu, içinde bulunduğumuz Ramazan ayında çeşitli vesilelerle basın ve yayın organlarında gündeme gelmekte ve konuyu yorumlayanlar tarafından çeşitli spekülasyonlara yol açabilecek görüşler çerçevesinde sunulmaktadır. Ancak verilen bilgilerin içeriği maalesef sübjektiftir. Bu bilgiler, medyada yer alan yorumcuların Kuran-ı Kerim’deki ayetleri kendilerine göre yorumlamaları ve müzik sanatına tam anlamıyla vakıf olmamaları sonucu ortaya konulmaktadır. Tarihi, kültürel birikim, çeşitli ülkelerdeki uygulamalar ve özellikle Osmanlı’daki uygulamalar hiçe sayılarak toplum bir nevi ‘günah’ algılatmasıyla müzikten soğutulmak istenmektedir.
Ben burada, konunun bilimsel bir açıklamasını yapacak değilim, ancak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki uygulamalar ve bu uygulamaların az da olsa günümüze gelebilmiş örnekleri İslam’ın müziğe bakış açısının, bugünkü medya yorumcularının tam tersine oldukça yüceltilmiş bir bakış açısı olduğunu yansıtır. Bunun böyle olduğunun en önemli kanıtı Mevlevi ve diğer tekkelerde icra edilen müzikler ve sema ayinleridir. Tekke müziği, Osmanlı müzik kültürünün çok önemli bir bölümünü oluşturur ve İslam kültürünü Osmanlı bakış açısı ve estetik anlayışla dünyaya aktarır. Osmanlı coğrafyasının hâkim olduğu tüm alanlarda bu kültürün izi görülmektedir. Mevlevi kültüründen gelen Itri gibi büyük bir besteci yetiştirmiş olan Osmanlı, islami bakış açısının müziğe en iyi biçimde entegre edilmiş olduğunun bir kanıtıdır. Itri tarafından bestelenmiş olan Tekbir bugün Bayram namazları esnasında büyük kitleler tarafından seslendirilmektedir. Halife sıfatıyla hüküm süren padişahlar hem Türk müziği, hemde çok sesli batı müziği alanında orijinal eserler bestelemişlerdir.
Ezan-ı Muhammedi olarak artık maalesef unutulmaya yüz tutan İstanbul ezan tavrı yerini yavaş yavaş Arap okuyuş tavrına bırakmaktadır. Halbuki ezanda ve daha bir çok dini müzik örneğinde İstanbul tavrı, birçok İslam ülkesinde hayranlık uyandırırken bizim bu tavrı terk eden bir davranış içerisinde olmamız dini müziğin yeterince ehil ellerde olmadığının ve usta-çırak geleneğinin devam etmediğinin bir göstergesidir.
Son 20 – 30 yıldır ortaya çıkmış olan ‘Tasavvuf müziği’ deyimi tamamen bir safsatadan ibarettir. Böyle bir müzik yoktur. Bunu açıkça “Dini Müzik diye adlandırmak gerekmektedir. Son yıllarda ortaya çıkan siyasi ve sosyal konjonktür toplum olarak bizim muhafazakar değerleri benimsediğimizin istatistik bir göstergesidir. Böyle olunca ister istemez müzik ve sanat konusunun da ‘muhafazakâr’ bakış açısıyla tekrar yorumlanması gündeme gelmiş ve bu konuda bazı görüşler ortaya konmuştur. Sanat bir ifade biçimidir ve sanatçı için yaşayış tarzıdır. Ancak İslamiyet’in sanatla barışması yahut sanatsal açıdan yeniden yorumlanması artık gündeme gelmek zorundadır. Aksi takdirde bilgisiz yorumların tüm sanatçıları dindar olmadıkları veya din aleyhine hareket ettikleri tarzda hedefleyeceği muhakkaktır.
Din ve vicdan hürriyeti aslında bireysel bir konudur. Bununla beraber farklılıkların olumsuzca gündeme getirilmesi sonucu din anlayışının toplumsal anlamda dışlama ve tecrit etme kıvamına gelmemesi için sanatın İslamiyet ile barışmasını sağlamak gerekmektedir. Bu barışmayı sağlayacak olanlar ise sanatçılardır.
Sanatçıların siyaset üstü bir söylem ile işleyecekleri dini konular neden ayıp olsun ki? Neden günah sayılsın ki? Dini söylemleri belli bir estetik işleyişle yorumlayan sanatçıların örnekleri batıda yok mu? Bach, Brahms, Mozart, Verdi ve bunlar gibi daha birçok besteci bu alanda eserler vermediler mi?
Bizde de bu alanda eserler verilmesi gerekmez mi? Bizim bestecilerimiz acaba ‘mahalle baskısından’ mı yoksa siyasi baskıdan mı korkuyorlar? Daha önce bizde örnekleri olan eserler var ve ben bestecilerimizin ‘mahalle baskısından’ korktuklarını zannediyorum. Sebebi de Yunus Emre ‘Oratoryo’su veya Mevlit ‘Kantatı’ gibi aslında daha çok teknik terim olan ama Hristiyan kültüründe kullanılmış olan terminolojiyi kullanmak zorunda kalışları…
Bu yazdıklarıma çok sayıda meslektaşım karşı çıkabilir veya katılabilir. Ancak benim amacım polemik yaratmak yerine sanatçı camiasında bunu bir soru işareti olarak ortaya koymak ve meslektaşlarımın düşünmelerini sağlamaktır.
En son yaptığım Minyatürler 2 CD sinde (Mehru Ensari-piyano, Kalan Müzik 2012) bu anlamda CD ye eklediğim iki ilahi ve değişik kültürlerden bazı eserler topluma bu anlamda bir alıştırma görevi görmektedir.
Sanatçıların İslamiyet ile barışmaları ve bu açıdan yeni bir farklılık ortaya koyabilmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde sanatçılar günümüzün siyasi ve konjonktürel yapısı gereğince kendilerini oldukça yalnız hissedecekler ve içinde yaşadıkları toplumla çatışma haline gireceklerdir. Sanat sanat için veya toplum için polemiğini bir kenara koyarsak sanatçılar eserlerini arz etmek zorundadırlar ve yarattıkları eserlerle toplumun aydınlanmasını ve ileriye gitmelerini sağlarlar. Bu çerçevede İslam ve müziğin yeniden ele alınması, sanatçıların dini temalı eserleri çekinmeden besteleyebilmeleri ve seslendirebilmeleri, dini merkezlerin kaliteli anlamda sanat müziğine ev sahipliği yapabilmeleri toplumun büyük bir kesiminin sanatla tanışmasını ve entegre olmasını sağlayacaktır.
İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında benim bu konudaki düşüncelerim tamamen toplumsal bir gözlem olup geleceğe yönelik bir istikamet çizilmesi lehinde faydalı bir adım atmaya çalışmaktan ibarettir.
Cihat Aşkın
İstanbul, 15 Temmuz 2014