“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
19
NİSA HANIM’IN GENERAL DEDESİ
Pırıl pırıl üniformalarıyla subaylar sıra olmuş, sütunların ardındaki kapıdan geçip katedrale giriyorlar. Barok görkemiyle dışarıdan dikkati çeken katedralin içi de genç subayın gözünü alıyor. Öyle ya, iç dekorasyonunda 16 ton malahit, bir tondan fazla lazurit, bin ton bronz, 400 kilo altın kullanılmış! Nereye baksa, usta sanatçıların emeğini yansıtan freskler, mozaikler!... Rus ordusunun subayları bu görkemli kutsal mekânda, sefere çıkmadan önce topluca kutsanmaya gelmişler. Genç subay biraz da turist gibi izliyor töreni. Sıra tek tek ikonaların önünde dua etmeye gelince, oturan güzel bir kadın dikkatini çekiyor. Öteki arkadaşları ikonaların önünde haç çıkarıp dua ederken bu genç subay güzel kadının önünde diz çöküyor. Meğer o güzel kadın General’in karısıymış! Genç subayın rütbelerinin sökülmesine yol açan bu olay, aile arasında General Balakişi Bey Arablinski’ye ilişkin bir anı olarak anlatılırdı.Nisa Hanım’ın dedesi General Arablinski, Şeyh Şamil’i destekleyen bir Avar beyinin soyundan geliyordu. Ailenin bir kolu ise Yavuz Sultan Selim döneminde Selim’in ordularının önünden kaçarak Kafkasya’ya yerleşen Bağdat yöresinden -Fuzulî’nin de aralarında olduğu- Bayat aşiretine dayandığı için Arablinski adını almışlar.Şamil’i destekleyen Avar Beyinin oğlu nasıl Rus generali olmuş? Bunun için Çarlık dönemi Rusya’sındaki “amanat” sistemini anımsamamız gerekir. (Bkz. Tefrika’nın 3. Bölümü )General Arablinski de küçük yaşta “amanat” alınanlardanmış. Ailesinden alınıp Rus subayı olmak üzere yetiştirilmiş. Genç bir subayken memleketine, ailesini görmeye gelmiş. Yanında bir çevirmen varmış. Besbelli ki dilini unutmuşmuş. Babası bunu görünce,“Benim Rus zabiti oğlum olamaz” demiş.Babası böyle demiş demesine ama Balakişi Bey memleketini bırakmamış; kendi toprağından bir kadınla evlenmiş: Derbent’in saygın Türk ailelerinden gelen Alpana Bey’in kızı Ana Hanım’la… Derbent kalesinin anahtarını 1. Petro’ya teslim eden Derbent Emiri’nin de Ana Hanım’ın atalarından olması, milliyetçi İbrahim Bey’in ailesinde geçiştirilen ya da üstü kapatılan bir konu…Generalin güzel karısının önünde diz çökmesi nedeniyle genç yaşta rütbeleri sökülse de, Arablinski katıldığı savaşlarda çeşitli madalyalar almış; General Mayor rütbesine yükseldikten sonra 1900 yılında emekli olup Derbent’in dışındaki çiftliğine yerleşmiş. Aynı yıl, petrol şehri Bakü’yü Rusya’nın merkezine bağlayan demiryolunu Hazar kıyısındaki Derbent’ten geçiren Çarlık yönetimi, General’in çiftliğine de bir istasyon yaptırmış. Derbent istasyonuna çok yakın olan bu istasyon bugün Arablinski istasyonu olarak anılıyor. Elektrikli trenlerin artık uğramadığı anlaşılan istasyonun binasıyla çevresi bakımlı tutuluyor.Balakişi Bey Arablinski
Arablinski İstasyon Binası
General ile ilgili aile içinde gülerek anlatıla gelenlerden bir öykü de şu: Ana Hanım becerikli bir hanımmış; evi, aileyi o çekip çevirirmiş. General bir akşam dışarıda dostlarıyla yemiş içmiş, yemek sonunda fenalaşmış. Bakmışlar ki gitti gidiyor: “Seni nasıl gömelim?” diye sormuşlar; çünkü hem ordunun saygın bir kişisi, hem de Müslümanlığı bilmese bile Müslüman!… “Ben bilmem, karıma sorun” demiş General ve Müslüman geleneklerine uygun bir törenle defnedilmiş.Derbent İstasyon Binasının içi
Ölümünden 100 yılı aşkın bir süre sonra, Ekim 2011’de, Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan’ın Derbent şehrine gittiğimde, General Arablinski’nin saygınlığının süregeldiğine ilk elden tanık oldum. Dağıstan’da ayrılıkçı güçler yer yer terör olayları çıkardıkları için olsa gerek, bu topraklara giden yabancıların polise kayıt yaptırmaları, geliş ve ayrılış tarihlerini saatleriyle bildirmeleri gerekiyordu. İlk günün coşkusuyla bu zorunluluğu unutmuşum! Ertesi gün de hiç aklıma gelmedi! Şehrin eski bölümünde dolaşırken ayaklarım beni Derbent istasyonuna götürdü. 111 yıllık istasyon binasının içini dışını, peronları fotoğraflıyordum ki Rusça olarak arkamdan “Kadın kadın!” diye seslenilip fotoğraf çekmenin yasak olduğu konusunda uyarıldım. Hemen ardından, çevremi sivil giyimli üç dört kişi sardı. Neden fotoğraf çektiğimi, orada ne aradığımı sorgulamaya başladılar. Derken, sivil polis kimliğini gösteren bir başka adam ötekilerin yerini aldı. O da ötekiler gibi İngilizce bilmiyordu. Ben Rusça bilmediğimi söyledim. Benim sorum üzerine onun “Azerbaycanski” (Azerbaycan dili) bildiği anlaşıldı! Bana nereli olduğumu, ne iş yaptığımı, niçin Derbent’te olduğumu sordu. Türkiye’den geliyor olmamın, gazeteci olmamın hiç yumuşatmadığını gördüğüm sivil polis bir yandan pasaportumu inceliyor, bir yandan da sorularını sıralamayı sürdürüyordu. Birden aklıma geldi ve sordum: “Siz General Arablinski’yi biliyor musunuz?” “Evet?” “O benim büyükannemin dedesi olur.” Bu sözler üzerine adamın yüzü gevşedi, gülümsedi, bana gönül alıcı sözler söylemeye başladı… Ertesi sabah, polise adımı yazdırmayı unutmuş olduğumu anımsayınca, beni evinde konuk eden Derbentli dostum Solmaz Memmedova’yla birlikte soluğu Emniyet’te aldık. Sorumlu polisin gelmesini bekledik. Neden sonra gelen toparlak yüzlü, çekikçe gözlü, Asyalı tipli, buyurgan ve somurtkan başkomiser, doldurmam için elime bir takım belgeler tutuşturdu. Solmaz’ın yardımıyla hol gibi bir aralıkta ayaküstü dolduracaktık, çünkü polislerin odasına alınmamıştık, dışarıdaysa oturacak yer olmadığı gibi masa da yoktu. Üzerine koyup yazabilmemiz için Solmaz bir başka odadan boş bir iskemle istedi. İki büklüm doldurduğumuz belgeleri kapı aralığından alan asık suratlı başkomiser az sonra arkadaşımı içeri çağırdı. Epey bir süre bekledim, bekledim, gelen olmayınca kapıyı tıklatıp içeri girdim. Bir gün önceki deneyimime dayanarak, yanımdaki sözlükten bulduğum sözcüklerle kırık dökük bir Rusça ile polise seslendim: “Ben aslında buranın yabancısı değilim. Siz General Arablinski’yi bilir misiniz?” Polis biraz toparlanıp “Evet?” dedikten sonra “Ben onun torununun torunuyum” sözlerini duyar duymaz ayağa kalktı, toparlak yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı, elini uzattı, “Hoşgeldiniz! Ne kadar isterseniz kalabilirsiniz!” dedi. Oysa, kalacağım süre doldurduğum formda belirtilmişti. “Öyleyse, ne zaman isterseniz gene gelin” diyerek güleryüzle kapıya kadar geçirdi. General Arablinski ve ailesi çiftlikte: Soldan sağa, büyük kızı Nurcihan Hanım, küçük kızı Suna Hanım, eşi Ana Hanım, General Balakişi Bey Arablinski, sağda ayakta oğlu Cihangir Bey, geride bir çiftlik çalışanının çocuğuDAYISININ İKİNCİ EŞİYLE EVLENEN BABA
Şanı yüz yıl sonra da yaşayan General Arablinski ile Ana Hanım’ın üç çocukları olmuş: bir oğlan, iki kız… Oğulları Cihangir Bey küçük yaşta menenjit geçirmiş, o nedenle okuyamamış. Ana Hanım, oğlunu kendi erkek kardeşinin kızı Mina Hanım’la evlendirmiş. Böylece, iki kardeş çocuğu evlenmişler. Mina Hanım, halasının oğluyla evlendiğinde, annesi hayatta değilmiş; babası ikinci kez evlenmişmiş. Mina Hanım’la üvey annesi aşağı yukarı aynı zamanda ilk çocuklarını dünyaya getirmişler: Üvey annenin bir oğlu, Mina Hanım’ınsa bir kızı olmuş. Adını Nisa koyduğu bu kızından sonra bir kız çocuğu daha dünyaya getiren Mina Hanım, genç yaşta yaşamını yitirmiş. Nisa Hanım 5, kızkardeşi Maide 3 yaşındayken annesiz kalmışlar. Generali de kaybetmiş olan Ana Hanım, kendi çocuklarının mürebbiyesi Olga’nın yardımıyla büyütmüş torunlarını… Bu arada kendi erkek kardeşi, yani ölen gelininin babası da ölmüş; erkek kardeşinin ikinci eşi dul kalmış. Ana Hanım, böylece dul oğluna aradığı hanımı bulmuş: erkek kardeşinin ikinci eşini –ölen gelini Mina Hanım’ın üvey annesini- gelin olarak yanına almış. (Bu durumda, Cihangir Bey, önce dayısının kızıyla, onun ölümü üzerine de dayısının ikinci karısıyla evlenmiş.) Yeni gelin, ölen kocasından olan oğlunu da getirmiş: üç çocuk birlikte yetişmişler. Nisa Hanım’ın erkek kardeş gibi bildiği bu çocuk, hem babasının üvey oğlu, hem babasının ölen dayısının oğlu, hem de annesinin üvey kardeşi sayılacağı için dayısı imiş!!! Çocukları, Nisa Hanım’ın üvey annesini pek anmadığını, ama onun, “dayım” dediği oğlundan sevgiyle söz ettiğini hatırlıyorlar. Oğlu Minnetullah Haydaroğlu ise şöyle bir açıklama getiriyor: dadıları Olga Petrovna’nın Nisa ve Maide Hanımlara anne gibi baktığını, küçük kızların evde Rusça konuştuklarını, Türkçe’den başka dil bilmeyen üvey anneyle pek yakınlık kuramadıklarını, aile içinde Şah Bacı diye söz edilen üvey annelerine “Cabacı” diye seslendiklerini, Rus dadının Şah Bacı’nın adetlerini eleştirdiğini anlatıyor.Nisa Hanım’ın torunları: Şule Ayverdi, Mina Tansel, Ahmet İbrahim Özgen
Rusça bilmeyen üvey annenin Cihangir Bey’den iki oğlu oluyor: Ali ve Şura (İskender)… Nisa Hanım’ın Sovyet döneminde meslek sahibi olan bu üvey kardeşlerinin torunlarıyla torun çocukları bugün Arablinski soyadını sürdürerek Rusya’da yaşıyorlar. Ailenin Rusya’daki ve Türkiye’deki uzantıları arasında hiçbir ilişki bulunmuyor. Andrey Arablinski İnternetten fotoğrafına ulaştığım, Moskova’da doktor olan bir Arablinski’nin Nisa Hanım’ın hiç görmediği erkek torununa benzerliği ise bana şaşırtıcı geldi. Bu bölümün sonunda Azerbaycanlı gençlerin birlikte çalıp söyledikleri iki ezgi var: Sözleri İslam Seferli’nin, bestesi Andrey Babayev’in Nazende Sevgilim ile bir halk türküsü: Girdim Yarın Bahçasına…https://youtu.be/b8lPNAEXDf4DEVAMI YARIN(Yarın: Küçük Halanın saraydan sokak köşelerine uzanan yaşamı)“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”