“Bu eserin tüm hakları yayın Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
53
BEY OĞLU İBRAHİM HAYDAROĞLU'NDAN BİRKAÇ ANI
İbrahim Bey eşi Nisa Hanım’ı yitirdikten sonra hemşerileri onu yalnız bırakmamışlar. Kızlarından ikisiyle yaşadığı evinde onu sık sık ziyaret etmişler. Gelini bebek beklediği için, oğlu yargıçlık görevini bıraktığı için Ankara’ya döndükten; evi yeniden kalabalıklaştıktan sonra da her cumartesi İbrahim Bey’i ziyarete gelmeyi sürdürmüşler. Dünyada, Sovyetler’de, Türkiye’de olup bitenleri; hemşerilerden haberleri; geçmişi ve geleceği konuşmuşlar.Kalabalık ailenin akşam yemeğinde bir araya gelince konuştuğu konular arasında İbrahim Bey’e ilişkin birkaç anı anlatılagelir:ETİKET KİTABIKızlarından biri, babası o günlerde bakan olmuş bir okul arkadaşının evine gitmiş. Arkadaşı ona yeni aldıkları Etiket / Âdâb-ı Muaşeret (Görgü Kuralları) Kitabı’nı göstermiş. Akşam sofrada bundan söz edince, İbrahim Bey şu tepkiyi vermiş: “Bizim memlekette etiket kitabını arabacılar okur.”Onun geldiği çevrede görgü kuralları çocukken ailede görerek öğrenilir. Ortanca kızı, babasından bir kez, o da sofra kuralları yüzünden, eline tokat yediğini unutmuyor: Küçükken sofrada babasının yanında otururmuş. Bir gün, bıçağını kullandıktan sonra sapı masaya gelecek biçimde tabağa bırakmış. İbrahim Bey, “Bıçak öyle at bağlanır gibi konmaz, kullandıktan sonra tabağın içinde bırakılır” diye öğretmiş kızına. Çocuk bir ara dalmış, bıçağı yine önceki gibi bırakınca, babası eline vurmuş!Demiryolcular yemek molasında, İbrahim Bey masa başında.
Oğlu Minnetullah, babasının görgü kuralları konusundaki titizliğini eleştirircesine konuşmuştu. İşçilerin, köylülerin haklarını sonuna kadar savunmuş olan İbrahim Bey, onların yaşamında yeri olmayan bu kurallara yalnızca kendi bağlı kalmakla yetinmez, çocuklarının da uymalarını beklermiş. TARİH BİLGİSİSavaş sonrasında ABD’nin Türkiye’ye yardım paketine karayolları yapımı konusu da eklenmiş, 1950’lere doğru Bayındırlık Bakanlığı’nda (Nafia Vekâleti’nde) Karayolları Genel Müdürlüğü kurulmuştu.1 Genel Müdürlüğe Vecdi Diker getirilmiş, danışman olarak A.B.D’den uzmanlar çağrılmıştı. O nedenle, İngilizce bilen görevliler işe alınmıştı. İbrahim Bey’in küçük kızı Şermin, Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra hem Hukuk Fakültesi’ne girmiş, hem de Fakülteye devam zorunluluğu olmadığı için Karayolları Genel Müdürü Vecdi Diker’in sekreteri olarak çalışmaya başlamıştı. (Daha sonra, aynı yerde çalışan, Robert Kolej’in Mühendislik Bölümü’nü bitirmiş bir gençle yaşamını birleştirecekti.)İbrahim Bey son yıllarında
Bir akşam eve gelince o gün işte olanları anlatıyormuş: Amerikalı mühendislerden birinin tarihle ilgili bir sorusuna yanıt verememişler, radyoda Tarihte Bugün adlı programın yapımcısına telefon edip sormuşlar, o da araştırıp kendilerine yanıtı bildireceğini söylemiş. Bunun üzerine İbrahim Bey “Soru neydi?”diye merak etmiş; sonra da yanıtı verivermiş. Kleopatra ile ilgiliymiş soru. Babalarının tarih bilgisinden hayranlıkla söz ederken verilmiş örneklerden biriydi bu. “GECE HAYATI” Oğlu yargıçlıktan istifa edip Ankara’ya gelince -belki de onu ailesiyle baş başa bırakmak için- İbrahim Bey’in geceleri daha çok dışarı çıkmaya başladığı anlaşılıyor. Hemşerisi Abdullah Bey’in işlettiği Gar Lokantası’nda sık sık yemeğe gittiğini biliyoruz.O tarihte Ankara Devlet Konservatuarı’nın Tatbikat Sahnesi ile Ankara Halkevi Sahnesi dışında sahne yokmuş şehirde. Operayı sevdiği söylenen İbrahim Bey, eşleri Ankara’da değilken geliniyle kızını operalara, konserlere, tiyatroya götürürmüş. Ortanca kızı, Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’na gittiklerini anımsıyor. Oratoryodan bir bölüme kulak verebiliriz: Türkiye’den solistler, şef Nayer Nagui’nin yönetiminde Kahire Senfoni Orkestrası ve Korosu ile birlikte seslendiriyorlar:https://youtu.be/1z-McedIUxcOğlunun dediğine göre, başka hanımlarla da, tek başına da gidermiş operaya. Babasının hanımlarla operaya, tiyatroya gittiğini söyleyen ortanca kızı da “Annem hayatta olsaydı, babam daha uzun yaşardı” der. Kendi evine taşındıktan sonra babasına uğradığında bazan hanım misafirlerle karşılaştığını söyler. Babası hayata vedâ ettikten yıllar sonrasına ilişkin şöyle bir anısı var: Bir gün Yardımsevenler Derneği’nin düzenlediği bir kermeste Dernek Başkanı Dr. Mediha Eldem ile karşılaşmış. Mediha Hanım, onu arkadaşına tanıştırırken: “Pek çok sevdiğim, bir türlü unutamadığım bir beyefendinin” diye söze başlayınca Fatma Hanım’ın açılan gözlerini görüp “ve hanımefendinin kızı” diye bitirmiş tümcesini.İbrahim Bey, hanımları ellerini öperek selâmlarmış. Türkiye’de yaygın olmayan bu davranış her zaman hoşa gitmezmiş ki, Minnetullah Haydaroğlu’nun gülerek anlattığına göre, babası Sivas’ta ağır ceza reisinin hanımının elini öpmeye kalkınca hanım elini nereye saklayacağını bilememiş! 1946 SEÇİMLERİTürkiye, korkunç savaşın dışında kalmıştı ama savaş sırasında ekonomik ve toplumsal alanda çok sıkıntı yaşamıştı. Hükümet, memurları kollamayı başarmıştı ama işçiler ezilmiş, sermaye el değiştirmiş, savaş zenginleri türemişti. Ülke çapındaki muhalefet, TBBM’ye de yansıdı. İktisat tarihçilerinin “gecikmiş” olarak değerlendirdikleri Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu girişimi, Meclis’teki büyük toprak sahiplerinin şiddetli tepkilerine yol açtı. CHP’den kopan milletvekilleri Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurdu. Bütün galip demokrat ülkelerde savaşta kazanan hükümetler devriliyordu. Demokrasi ve özgürlük, dünyanın “yükselen değerleri”ydi. Türkiye de demokratik dünyanın bir parçası olmaya doğru adım atmak istiyordu. Yeni kurulan parti örgütlenmesini tamamlamadan apar topar seçimlere gidildi. Seçim öncesi yaptığı bir yurt gezisinde CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile köylü çocuklar arasındaki konuşma, Türkiye’de 2. Dünya Savaşı yıllarını özetler: İnönü, çocukların ellerine verilen şu pankartlarla karşılanmıştı: “Ne yüzle geliyorsun?”, “Bizi ekmeksiz bıraktın!”, “Bizi şekersiz bıraktın!” İnönü’nün pankartları taşıyan çocukların başını okşayarak şöyle dediği bilinir: “Sizi babasız bırakmadım.”İki siyasal partinin katıldığı seçim 21 Temmuz 1946’da yapıldı. Ancak, bu seçimlerde oylar açıkta kullanılıyor, oy sayımı ise gizli yapılıyordu! İbrahim Bey oy kullanmaya gittiğinde kerliferli görünüşüne bakarak onun iktidar partisi CHP için oy vereceğini sanan sandık görevlileri saygıyla, iltifatlarla karşılamışlar. Oyunu Demokrat Parti’ye attığını görünce suratları asılmış.“RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ” O yıllarda Avrupa ve ABD’de çekilen filmler ancak yedi sekiz yıl sonra Türkiye’de gösterime girermiş. Clark Gable, Vivien Leigh, Maureen O’Hara ve Leslie Howard gibi yıldızların rol aldığı, Oscar ödüllü, bütün dünyada gişe rekorları kırmış Gone with the Wind (Rüzgâr Gibi Geçti) filmi İstanbul ve Ankara’da da çok ilgi görmüş. İbrahim Bey’in kızları, daha Kolej’de okurken, filme temel olan romanı okumuşlarmış. Margaret Mitchell’ın aynı adı taşıyan romanı 1936 yılında ABD’de yayınlandıktan sonra hem “aşk ve savaş üzerine epik bir roman” olarak Pulitzer Ödülü’ne değer bulunmuş, hem de çok satan kitaplar arasına girmiş. İbrahim Bey, filmi gördükten sonra Amerikan iç savaşıyla savaş ertesinde geçen bu romanı yazıldığı dilde okumak istemiş. Bunun için İngilizce öğreten kitaplar almış. Almanca ve Fransızca bildiği için fazla zorlanmadan, kendi kendine öğrenmeye başlamış; ama istediği kitabı okuyacak ölçüde öğrenmeye zamanı yetmemiş.TORUNLARDaha yüzünü görmeden yaşamını yitiren ilk torunundan sonra iki torun görmüş İbrahim Bey. İkisinin de adlarını o koymuş. Oğlunun bir kızı olmuş. Ona yitirdiği eşinin adını vermiş. Ama bebeğin annesi, Reyhan adını beğeniyormuş. Onun için çocuğun adı nüfus cüzdanına Reyhan Nisa olarak yazılmış. Küçük bebek hastalandığında eve gelen doktor, yaşından da genç duran bebeğin babası Minnetullah Haydaroğlu’na babalığı yakıştıramamış, bebekle çok ilgili olan İbrahim Bey’i baba sanmış. Yapılacakları ona ve anneye anlatıyormuş.Reyhan Nisa’nın doğumundan iki yıl sonra bu kez kızı Fatma, bu satırların yazarını dünyaya getirmiş. İbrahim Bey bu torununa da rahmetli eşinin annesinin adını vermiş.KALP HASTALIĞIKalp hastalığı teşhisi konduktan sonra artık geceleri daha seyrek çıkıyormuş evden. Akşam yemekte oğluyla en çok tarihle siyaset konuşup tartışıyorlarmış. Oğlu Bolşevizmi savunan sözler söyleyince öfkeden kıpkırmızı kesilirmiş. Bunu gören kızları, ağabeylerine için için kızarlarmış.En küçük torununun doğumundan sonra, her akşam iş dönüşü önce Sarar İlkokulu’nun karşısındaki Hanımeli Sokağı’nda oturan kızına uğrar, sonra yokuşu az yolları seçerek eve gidermiş. Çoğu zaman kızı Fatma onu Atatürk Bulvarı’nda Özen ve Kutlu pastaneleri arasına kadar geçirir, İbrahim Bey orada (bugün üst geçidin olduğu yerde) karşıya geçer, Sakarya Caddesi’nden evine yürürmüş.Bulvarın pastaneden görünüşü
Ara sıra Bulvar üzerindeki bina yapım çalışmalarını durup izlermiş. Bir seferinde, Büyük Apartman’ın yapımına bakarken işçiler yanına yaklaşıp müteahhidin paralarını vermediğinden yakınmaya başlamışlar. Onu mal sahibi sanmışlarmış!Üzerine bir kat eklenmiş olarak varlığını bugün de sürdüren Büyük Apartman
YAŞAMA VEDÂ Takvimler 24 Mart 1949 Perşembe gününü gösteriyor. Ankara’da, Yenişehir’de, Lozan Apartmanı’nın birinci katındaki dairede o sabah, kendini pek iyi hissetmediği için işe gitmiyor İbrahim Bey… Kızı Fatma, onu aramak için akşamüzeri telefona uzandığını; sonra “Babam daha işten dönmemiştir” diye düşünüp ahizeyi yerine bıraktığını anımsıyor… Akşam yemeğinde oğluna vasiyetini söyleyen İbrahim Bey, gece, daha herkes kendi odasına çekilmeden, yattığı yerden: “Minnet!” diye seslenmiş oğluna- yalnızca bir kez. Gidip baktıklarında artık soluk almıyormuş… Yaşasaymış, üç ay sonra 70 yaşında olacakmış…Türkiye’deki kardeşi Ömer Haydaroğlu ve kendilerinden hiç haber alamadığı Azerbaycan’daki bacıları Umhanım, Şamala ile Ragıbe, ağabeylerinden sonra 25 yıl kadar daha yaşamışlar. Bacılar da ağabeylerinin ne yaşamını, ne de ölümünü bilmişler.Wagner’in Lohengrin operasının uvertürünü (1. Perde Prelüdünü) Sir Simon Rattle yönetiminde Berlin Filarmoni çalıyor: https://youtu.be/zyodILZEQFg
İbrahim Bey, kızı ile damadı Bahattin Alpengin'in arasında, kucağında torunu Mina ile…
SONSÖZDedem İbrahim Haydaroğlu, ben bebek arabasında uyurken üzerime doğru eğilip bakarak “Bir konuşabilse, bir derdini anlatabilse!...” dermiş… Konuşmaya başlayınca derdimi anlatmaya çalıştım… Yazarak anlatmayı da sevdim. Neden sonra farkına vardım ki benim derdim, sesi çıkmayanlara ses vermek, unutulanları anımsatmak… Burada da, İbrahim Bey’den söz ederken, pek bilinmeyen bir çağı, pek tanınmayan bir halkı, yok olmuş bir sınıfı ve değerlerini anımsatabildiysem, bunu yapmaya çalışırken önemli yanlışlardan kaçınabildiysem, ne mutlu bana!...(Yarın: Birkaç not)
(1) Karayolları Genel Müdürlüğünün web sitesinde Genel Müdürlüğün kuruluş tarihi 1950 olarak belirtilse de 1948’de mühendis çıkar çıkmaz Ankara’ya Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya geldiğini söyleyen eniştem Faruk Özgen’in tanıklığına güveniyorum. Ayrıca, burada söz konusu olan anı 1950’den sonra yaşanmış olamaz çünkü İbrahim Bey Mart 1949’da dünyasını değiştirdi. Olsa olsa -ABD’de eğitim almış İnşaat Yüksek Mühendisi Vecdi Diker’in başında bulunduğu- Nafia Vekâleti’nin karayolları ile ilgili bölümü, o tarihte henüz Karayolları Umum Müdürlüğü adını almamış olabilir.
“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”